Eğitim aldığınız alanın Psikoloji olması sizi nasıl yönlendiriyor ya da yönlendiriyor mu?
İnsanın ruhsal durumu söz konusu olduğunda psikoloji, nedenleri irdelemek gerektiğini ortaya koyuyor. İnsan eylemlerini neden-sonuç bağlamında ele aldığınızda, ona dair farklı bakış açıları geliştiriyorsunuz. Bu bağlam, edebiyat ile psikolojiyi birbirine yaklaştırıyor. Çünkü yazar yarattığı karakterin zayıflıklarını tanımalıdır. Karakterinin içinde bulunduğu durumun nedenlerini metninde göstersin yahut göstermesin bu nedenleri bilmelidir.
İyi bir romanın, öykünün karakterleri genellikle siyah veya beyaz değildir. Dünyanın aslında gri olduğunun farkına psikolojinin yardımıyla beraber daha fazla vardım. Edebiyat zevkim bu doğrultuda şekillendi. Artık tek boyutlu, iyi ve kötü karakterler yerine çelişkileri olan, ikircikli karakterleri tercih eder oldum. Çünkü insanı “normal” olarak tanımlarken bu tanımı “az sorunlu” ve “sorunlarıyla yaşamını devam ettirebilen” olarak da yorumlamaya başladım.
Bu açıdan eğitimim, edebiyat anlayışımı etkiledi, etkiliyor elbette.
İlk kitabınız “Şey veya Şeyler”in dosyasını hazırlarken sizi en çok dağıtan duygu neydi?
“Şey veya Şeyler” uzun bir zamana yayılan süreçte yazılan öykülerden bir araya getirildi. Bu sebeple tek bir duygudan söz etmek güç. Ancak bu süreçte edebiyatın sağaltıcı yanını fark ettiğimi söyleyebilirim. Yazmak-üretmek, yaşama anlam katıyor. Yaşam biçimimiz yaratıcılığımızı ortaya koyabileceğimiz çok kısıtlı bir alan bıraktı bize. Her şey, bir şekilde hazır olarak sunulurken tüketiyor ve duyarsızlaşıyoruz; yaşamla bağımız gitgide zayıflıyor. Öte yandan yazmak, üretmenin sevincini hissettiriyor. Bence son zamanlarda birçok insanın yazmaya yönelmesinin altında yatan sebep tam olarak bu.
Atakan Boran’ın edebiyat yolculuğu nasıl başladı ve henüz yola çıkmayanlar için ne dersiniz?
Kendince bir şeyler yazıp çizen insandan bu işi daha fazla ciddiye alan birine dönüşmeme dergiler vesile oldu. Yazdıklarınız okunup yayımlanmaya uygun görüldüğünde yazmak, yalnızca sizle kâğıt kalem arasında olmaktan çıkıyor. Yazma şevkinizi kaybetmemek için bir okuyucuya ihtiyacınız var çünkü. Bu açıdan dergilerde yer almanın önemi sanıyorum ki yadsınamaz. Ben bu yolculuğa dergiler ile başladım, onlarla devam ediyorum. Edebiyat dünyamızda da birçok yazar yolculuğuna önce dergilerde görünerek başlamış. Bu böyle olmalıdır diye bir kural yok muhakkak, ancak yolun başında olup nereden başlayacağını bilemeyenler için dergilere yazı göndermek güzel ve yerinde bir adım olabilir.
Dergilerde yazmış bir yazar olarak dijital ile matbu arasındaki farkı ya da bağı nasıl görüyorsunuz? Dijital dünya ile aranız nasıl?
Son zamanlarda dijital edebiyat platformları bir hayli çoğaldı. Alternatiflerin artması, yazan birçok insanın yazılarını yayımlatabilme imkânı bulmasını sağlıyor. Basılı yayınlar için gönderdiğiniz yazılarla ilgili yoğunluk sebebiyle bir geri dönüş dahi alamadığınız oluyor. Bazı dergiler, gediklilerinden fırsat kalırsa yeni seslere yer veriyor. Bazılarıysa işini özveriyle yapıyor ancak yoğunluk sebebiyle gönderdiğiniz öyküyü altı ay, bir sene sonrasında bile yayımlayabiliyor. Elbette yaptıkları iş kolay değil, özellikle ekonomik krizin arttırdığı maliyetlerle iyiden iyiye yıpranmış durumdalar. Edebiyat sitelerinin artması, bu gibi sorunları yayıncısı, okuyucusu ve aynı zamanda yazarı için minimuma düşürüyor. Bir edebiyatsever olarak, zor durumda olan basılı dergilere destek olunması; yeni seslere daha fazla yer veren dijital dergilere ise şans verilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Hayat yeniden güzel olur mu, ne dersiniz?
Bu soruya biraz Stoacı yanıt vereceğim sanırım. Çevresel koşulları yadsıyamayacağımızı kabul ediyorum. Koşullar iyi bir yaşam için uygun şartları sunmalı. Ancak huzursuz bir ruhu hiçbir koşul avutamaz. Şöyle bir düşünürsek hayat ne zaman güzeldi ki? Pandemiden önce mi? Yoksa daha da mı öncesinde? Ya da gelecekte öyle olacağını mı umuyoruz? Öyle ya da böyle elimizde sadece şu an var. Aurelius’un bu konudaki düşüncesini kendime yakın buluyorum. Sorunuza ondan alıntı yaparak yanıt vermiş olayım:
“Kimi insanlar kırsal bölgelerde, deniz kıyısında ya da başka bir yerde inzivaya çekilirler. Sen de böyle şeyleri özlemeyi alışkanlık hâline getirdin. Ancak bu çok aptalca. Çünkü insanın çekileceği en güzel yer kendi içidir. Hiçbir yer bundan sakin bir yer olamaz. Hele bir de sadece düşünmek bile sana mutluluk veriyorsa daha ne isteyebilirsin? Mutluluk derken içindeki huzurdan bahsediyorum.”
- Polisiye Sesler: Alper Canıgüz - 20 Mart 2024
- Polisiye Sesler: Halis Dokgöz - 13 Mart 2024
- Polisiye Sesler: Timur Soykan - 6 Mart 2024