Yazar: 19:00 Genel, Öykü

Aslan

Her şeyin başladığı gün içimde farklı bir sızı arkamda da ağır bir yıkıntıyla yürüyordum. Olmayan bir hayal, gerçekleşmemiş düşler, yarım bir sigara kadar işlevsiz, yenisini yaksan fazla gelecek eskiyi bitirsen az gelecek cinsinden. Buruk, biraz da tadında yalnızlıkla birleşince işe gitmekten beni alıkoyan binlerce sebep arka arkaya geldi. Neyse ki debelendim, zorladım ve konuştuk karşılıklı. Bu iş ki gidilmeli. Yorgun bir ayaz tekrar geri dön eve diye yalvarsa da iki salak benden ekmek bekler. Beklediği ekmek de az buz değil, öyle işsizlik maaşı yetmez. O gün ise her şey farklıydı. Sanki içimde bir his, bu olacakları öğrenmiş, kaderin ilmek ilmek işlediği dokudan ufak bir pay vererek beni itmeye başlamıştı. Güneşin yeni yeni doğmaya başladığı ve geç saatlere kadar çalıştığım hayvanat bahçesindeydim artık. 

Önce gittim, üstümü değiştirdim. Hâlâ uyanamamışım. Ufak temizlik işleri, yerler de biraz sıkıntılı. Taşların arasındaki çöpleri sabahları çıkartmak kadar büyük bir işkence yok. Derken bir kadın gördüm maymunların kafesinin önünde.  “Sabahın körü Allah Allah…” dedim. “Pardon?” dememe kalmadı. Yüzünü ekşiterek bana döndü. Kısa saçlı güneş parlatıyor açık kahverengi saçlarını. Işık da öyle bir yerden kısıyor gözlerimi kadının saçları bir dağ, güneş de kayıyor sanki üzerinden. “Ben hayvanların fotoğrafını çekmek için geldim. Müdür haberiniz olduğunu söyledi ama…” dedi. Ben de “Pardon bayan, çay kahve içer misin?” dedim. Kadın eliyle teşekkür edip uzaklaştı. Tabii ben önce biraz şaşırdım. Sabah çayından güzeli var mı? Üzerinde uzun palto belli ki çok erken gelmiş. “Pardon da bayan neden bu kadar erken geldin?” dedim. “Işık.” dedi. Anlamadım. Bir düzine iş beni bekler, kadını uzaktan izlemeye biraz da ne yaptığını anlamaya çalıştım. Dün de ördeklerin kafesine girdim. Üstüm başım leş gibi. Benlik de değil hani müdür en son su faturası çok gelince yıkama işini haftada bire indirdi. Neyse… Kadın sırayla üç beş fotoğraf çeke çeke ilerledi. Derken aslanların kafesinin önüne geldi. Gözlerindeki parıltıyı gördüm. Başladı çekmeye üç, beş, on… Derken aslanlar da sanki kadına doğru yöneldi. Kadının saçlarını benzetmiş olacaklar ki oldukça da iyi bir tavır sergilediler. Çok rastlanılmaz böylesine. Hayvanlar şımardıkça kadın sağa sola deli danalar gibi koşturmaya başladı. Biraz da beceriksizlik var galiba. Bu var ya hep çalışsa bizle sabah işleri bitmez bunun. Ama aslanların da gözünde ufak bir parıltı… Allah Allah. Hayvan anlıyor galiba isteneni. Elimde süpürgeyle kalakaldım derken kamera da bana dönmez mi. Bir anda beni de çekti. Kadına bakıyor gibi oldum utandım. Ama kadın durmadı. Başladı kafesin diğer tarafına yürümeye aslanlar da peşinden. Biri kayanın üstüne çıkıp poz verdi, diğeri de yattı yere kadını izliyor. Biri de sanki bana bakmaya başladı. Bu hayvanlar normalde böyle değil. Dertleri ne ki? “Bayan” dedim. Konuşamadım aslanlardan erkek olanı bir kükredi ki. Sesimi kesti. Nasıl yani? Bu aslan açıkça beni susturmak için kükredi. Hissettim. Kadın geldi sonra, “Burası biraz küçük değil mi aslanlar için?” dedi. “Bayan işte su var, kayaları var onların, çimen.” dedim. “Benim ev bu kadar değil.” güldüm. O gülmedi. Kaşlarını kaldırdı. Yarım ağız, “Çay,” dedi, “var mı?” Var da bu aslanlar… “Var yani de bu aslanlar.” dedim. “Nolmuş aslanlara?” Bilmiyordum. Bilmiyorum da yani. “Neyse.” Kadın aldı karton bardak çayını konuşmak da istemedi geçti köşeye bir sigara yaktı. “Bir daha gelecek misin?” dedim. “Yok” dedi. Döndüm bekçi kulübesine. Aslanlara doğru bakmaya başladım.  Öyle bir illet ki bu ne anladı bu aslanlardan. Var bir derdi aslanların ki öyle bir dert de değil. Hayvanat bahçesi açıldı falan derken benim işim bitti. Geçerken baktım aslanlara hâlâ yatıyorlar. Ama bir tanesi dikti gözlerini bana doğru, içime içime o kadar derin bakıyor ki. Allah Allah. Bu bayan bir şey mi yaptı hayvanlara? Derdi ne ki bunların. “Hoşt.” dedim. Kafasını eğdi. Bir tuhaf oldum.  Bir sigara yakıp eve geçtim ki o akşam en uzun gecemdi herhalde. Bu aslanların bir derdi vardı. Uyuyamadım sabah biraz daha erken gittim. Aslanlar geldiğim gibi gözlerini bana dikti. Normalde haftalık diyetini baytar belirler. Biz de veririz. Ama sanki aç gibilerdi. Bir tuhaf. Yemeklerini vermeye başladım. Et veriyoruz koca bir but. Bizim hayvanat bahçesinde de çok hayvan var et yiyen. Ama aslanlar bugün bir farklı açtı. Hissediyorum yani. Ayılara verdiğimiz üç buttan birini daha aslanlara verdim. Hayvancağızlar nasıl yedi. Bir de dikkatimi çekti. Bu sefer bir farklı baktı bana. Teşekkür etti.  Anlarsın ya hani aynen öyle. Bu hayvanlar sanki mutlu değillerdi. Bayanın söyledikleri de doğru hani böyle olmaz. Ufacık alan ormanın kralı. Hele ki anlıyor da beni zeki de hayvan. Bir farklılığa ihtiyaç var. Aslan dediğin avlanır. Avlanmalı da zaten. Geyik falan sokamam içeri de sanki bir tavşan avlasalar mutlu olacaklar gibi hissettim. Bilmiyorum. Yeni de doğum yaptı Pamuk. Çok da yavrusu var. Hepsinin pisliğiyle uğraşamam. Yaşlandı da zaten. Yavru tavşanlar sütten kesildiği anda gözüme kestirdim Pamuk’u. Ah Pamuk Ah, ilk seferde anlamak lazımdı işlerin nereye doğru gittiğini ve gideceğini. Ama ben anlamam. Anlayamazdım ki zaten. Pamuk’un yavruları sütten kesildiği gibi kafesten aldım. Beni de çok severdi… Havucu uzattığım anda gelirdi ama aslanlar gibi bakmadı hiç. Onlar hissediyor, görüyordu aynı insan gibi. Tabii Pamuk kaybolunca ağır bir tutanak da beraberinde geldi. Müdür,  “Hadi Pamuk kaçtı anladım. Ulan bu hayvan nasıl aslanın kafesine girebildi?” dedi. “Sizin aklınız nerede? Kaçta iş başı yapıyorsunuz eşek herifler?” “İki pislik temizleyecek, bir de hayvanları besleyeceksiniz. Bir kere daha böyle bir şey olursa, sizin yerinize şuradaki maymunları çalıştırırım. Eminim onlar daha başarılı olur.” dedi.

Müdür önünü kesti tamamen aslanları mutlu etmemin. Ama bu adam da bir tuhaf canım. Pamuk’u zaten salacaktı. Neyse. Ben ayılardan çalmaya başladığımdan beri, onların sesi de pek bir gür çıkmaya başladı. Birbirleriyle kavga etmeye başladılar. Hayvan işte ne anlar? Aslanlar bütün gün yatıyor. Öyle de bir yatmak ki sanki kilo aldılar. Her akşam gidip konuşuyorum. Her akşam ve sabah yanlarındayım. Onlar beni çok iyi anlıyor. Ben de kafesteyim aslında ama onlarınki de gerçekten çok küçük. Bu işe bir çözüm bulmak lazım. Biz dostuz. Hep de dost olmalıyız. Müdürü çağırdım. Sabah erken gelmez normalde. Bir şey oldu sandı. Ama uyandırana kadar da canım çıktı. Bir 20 kere aradım. Artık konuşmam şart. En sonunda açtı telefonumu.

“Müdürüm?”

“Efendim?”

“Nerdesiniz?”

“Ne?”

“Acil durum var.”

Bunu dediğim anda kapattı telefonu. Koştur koştur geldi ben müdürümü biliyorum. O sabah da içimde çok bir buruk, biraz da hüzünlü, endişeli, kapkaranlık delik deşik duygular… Bir şeyler olacak hissi içimde. Aslanlarla en son konuşmamızda bir karar verdik. Erkek olan sıkılmış. Suratından belli zaten. Çocuğun gözleri öyle bir bakıyor ki… Gel de bunlara kıy. O bayan ama söyledi bana zaten. Tam söylemedi de dedi yani. Böyle olmaz canım. Bu kafes çok küçük. Bunlar hayvan değil mi? Değil. Ne yapacaklar bu kadar dar kafeste? Müdür geldi. “Noldu?” dedi. Pantolonunun fermuarı bile açık. Nasıl geldiyse. Ama benim zaten durumum da acil. “Müdürüm bu aslanlar…” dedim. Hemen kesti sözümü. “Nolmuş ulan aslanlara?”

“Müdürüm aslanlar çok sıkılıyor burada. Ben düşündüm ki…”

“Ne düşündün”

“Ayıları arka tarafa alalım. Onların kafeslerini birleştirip aslanlara büyük bir ev verelim.”

“Nasıl yani? O ne demek oğlum?  Kafa mı buluyorsun sen benimle?”

“Müdürüm ama bu hayvanlar…”

“Nolmuş hayvanlara gerizekâlı? Nolmuş olabilir yani? Kameradan izliyorum kaç gündür Pamuk’u birinin çalıp buraya attığını gördüm. Gece karanlığında kestiremiyorum tam olarak kim olduğunu ama sen her gün aslanların kafesinin önündesin.”   

“Müdürüm öyle değil.” 

“Bir daha beni saçma sapan şeyler için bu saatte çağırma. O ne demek ya?  Neyin kafesi oğlum? Hayır ama ne kafesini büyütmesi falan?  Ne saçmalıyorsun sabah sabah? Artık kendine bir çeki düzen ver Hamdi.  İyice aptallaştın. Yetiştirmen gereken iki çocuk var senin. Durumlar zorlu farkındayım. Ama herkes için zorlu.” Sessiz kaldım. Çok biliyor bu müdür gerçekten. Ama sessiz kalmasaymışım keşke. Bu hayvanların canı sıkılıyor, dedim o akşam. Hayvanat bahçesinden çıkmadım. Yaktım bir sigara erkek olan aslan bana bakıyor. Bu hayvanların da gezmeye ihtiyacı var canım. Kafesin kapısına yanaştım. Anahtarlar zaten benim elimde. Baytar geldi mi beraber açıyoruz kapakları. Kafesi açtığım gibi atladı üzerime. Tek pençede sağ kolumu kopardı.  Allah’tan tokmuş. Erişim izni verilmeden kapılar açıldığı için müdürün alarmı çalmış falan derken gece bekçileri, acil durum, orman bakanlığının adamları hepsi doluştular hayvanat bahçesine. Kolu bir daha kurtaramadılar. Ama sanırım o sabah bir şeye kızdılar. Bana sabah demişlerdi çünkü ayılardan biraz daha çalmam gerektiğini biliyordum.

Editör: Aydın Kayabaşı

Latest posts by Berk Murçak (see all)
Visited 18 times, 2 visit(s) today
Close
Exit mobile version