Yazar: 21:00 Öykü

Ahşap Evin Gizemi

Merhaba, bu defa kitap ya da şiir tahlilleri ile değil, altıncı sınıf öğrencimin yazdığı öykü ile Mahal’deyim.

Genç yeteneklerin, kendilerini rahatça ifade edebilecekleri ve kavramları sorgulayabilecekleri “Çocuklar İçin Felsefe ve Yaratıcı Yazarlık” adlı dersimizde Gökçe Uygun’un kaleminin yazdıkça daha da kuvvetlenebileceğini fark ettim. Yazdığı öykülerin içeriklerinin güzel olduğunu ve mutlaka devam ettirmesi gerektiğini söyledim. Bunun üzerine kendisi de birçok metin türünde yazma çalışmalarının olduğunu belirtti. Ardından yazdığı bu öyküyü benim ile paylaştı. Ben de şimdi sizlerle paylaşıyorum.

İyi okumalar…                     

AHŞAP EVİN GİZEMİ

Merhaba benim adım Can. Altıncı sınıf öğrencisiyim. Bir de kardeşim var. Onun adı ise Perihan, ikinci sınıfta…

Okula her gün birlikte gidip geliriz. Okul yolumuzun üzerinde eski ahşap bir ev var. Bildiğimiz kadarıyla yıllardır kimse oturmuyor içerisinde. Bu ahşap evin, dört yanını sarmaşıklar, böğürtlen dikenleri sarmış. Pencerelerinde cam kalmamış. Sizin anlayacağınız biraz korkunç gözüküyor.

Yıkık dökük ve korkunç da olsa bu evi cana yakın buluyor, içini merak ediyorduk. Gerçi mahallenin diğer çocukları gibi biz de birçok kez bahçesine girmiş; eriklerinden, incirlerinden yemiştik ama şimdiye kadar nedense öteki çocuklar gibi bu evin içine girmekten hep çekinmiştik. Belki de kapıdaki ele benzer tokmağından ürküyorduk.

Bir gün yine okul sonrası bu evin önünden geçiyorduk. Günlerden pazartesiydi. Hava derseniz, kapalı mı kapalıydı. Sanki ortalık kül rengine boyanmıştı. Bahçeye girdik. Perihan, kapının yanına kadar gitti. Birden gözlerine inanamadı…

Eli kapı koluna değdiği anda kapı kolu kırılmış, kapı ardına kadar açılmıştı. İçeride bir bacağı kırılmış sandalye yerde duruyordu. İçerisi cam kırıkları ile kaplıydı. Ev eskiydi tamam ama içinin bu halde olduğu kimsenin aklına gelmezdi. Oraya girmek büyük cesaret istiyordu. Perihan tüm korkusuna rağmen içeriye bir adım attı. Tabii ki ben de arkasından…

İlk katta harap olmuş bir koltuk ve kırık bir aynadan başka pek bir şey yoktu. Ne kadar korksak da ikimiz de üst katı merak ediyorduk. Bütün ev gibi merdivenler de eskimişti. Bazı basamaklar bastığımız anda kırılacak gibiydi. Üst kata düşmeden çıkmak büyük bir yetenek istiyordu. Biz de çocukluğun verdiği çeviklikten midir bilmem ama çıkmayı başardık. Üst katta kırık ve eski mobilyaların yanı sıra ilginç bir şey vardı; bir resim, resme hiçbir şey olmamıştı. Sanki bu evin yaşadığı bütün afetler ve kötülükler özellikle o resme dokunmamıştı.

Resim, ovali andıran, üzerinde yaprak motiflerinin bulunduğu metal bir çerçevenin içindeydi. Fotoğrafta bir kadın ve bir erkek yan yana durmuş, ortalarında ailenin büyük erkek çocuğu ve küçük kızı…

Resme dikkatli bakınca o iki küçük çocuğu Perihan ile kendime benzettim. Bir an için irkildim, sakinleşmem gerekiyordu. Gözlerimi kapadım, derin bir nefes aldım. Tamam, daha iyiydim. Sonra Perihan yanıma geldi. Yüz ifadesinden onun da benim gibi tuhaf şeyler gördüğü belliydi. Bana çıkmak istediğini söyledi. Ama ben merak ediyordum. Fotoğraftakiler kimdi? Bu ev niçin terk edilmişti?

Perihan da benim merakım kadar ısrarcıydı. Bu yüzden çıkmak zorunda kaldım. Ama buraya tekrar gelecektim ve kafamdaki bütün soruların cevabını alacaktım. Macera daha yeni başlıyordu…

Tekrar gideceğimi söylemiştim, gittim de. Gözüm direkt o resmi aradı. Eski bir koltuk ve kırık bir ayna olan kattan eskimiş merdivenlerle çıktım. Bu sefer Perihan’la çıktığım zamanki kadar iyi değildim. Çoğu kez tökezledim. Acaba yukarı çıkmamam mı gerekiyordu? Ama çıkacaktım, merakıma yenik düşmüştüm bir kere. Bu yolun geri dönüşü yoktu.

O resmi niye bu kadar merak ettiğimi biliyorsunuz. Evdeki tüm eskimelere, yıpranmalara rağmen o resme hiçbir şey olmamıştı. Bir neden de resimdeki iki çocuğu Perihan ile bana benzetmemdi. Ama resme tekrar baktığımda resimde farklı çocuklar vardı. Muhtemelen o anki korkumla resimdekileri Perihan’la bana benzetmiştim.

Neyse, üst kata çıktım, resmin olduğu yer bomboştu. Şaşkındım, hem de çok. Bu olanları Perihan’a anlatmam gerekiyordu. Onu düşünürken aklıma bir şey takıldı. Perihan niye bu kadar evden çıkmak istemişti? Tamam, ev korkutucuydu ama sonuçta ilk giren de oydu.

Kesin bir şey görmüştü. Onunla gerçekten konuşmam gerekiyordu. Önce olanları anlatacak, daha sonra niye bu kadar çıkmak istediğini soracaktım. Hemen evin yolunu tuttum. Yolda içimi takip ediliyormuş gibi bir his kapladı. Defalarca dönüp arkama baktım fakat kimse yoktu. Bir ara ağacın arkasında bir insan figürü görür gibi oldum. Lakin bununla ilgilenecek zaman yoktu. Bir an önce Perihan’ı bulmam gerekiyordu. Ve eve vardım.

Hemen Perihan’ın odasına gittim. Dün olanları atlatmışa benziyordu. Tabi konuyu açar açmaz yüzü ekşidi. Bu konuyu kapatmak istediği belliydi. Ben yine de olanları anlattım. O da en az benim kadar şaşkındı. Ne kadar korksa da çok merak ettiği yüzünden anlaşılıyordu.

“Sanırım bu evin bir sırrı var, bizim çözmemiz gereken bir sır…”dedi.

Başımla onayladım. Ve sorumu sordum, anlattı:

-Evde gezerken bir an da ayağım kaydı, düştüm. Çok ses çıkmadığı için beni duymadın. Canım çok yanmıyordu, kendim kalktım. Sonra nefesim kesildi, başım döndü. Az daha bayılacaktım. Sen de biliyorsun, bu kadar macera bana fazlaydı. Ama şimdi devam etmek istiyorum.

“Tamam.” diyebildim sadece.

Bu resim olayını çözmeliydik. Perihan’la internetten evin geçmişine baktığımızda, karşımıza yaşlı bir adam çıktı. Evle yakından ilgisi olduğu belliydi. Adresini bulduk. Tabii karşımıza direkt adresi çıkmadı. Derin bir araştırma sonucu ulaşmıştık bu bilgiye.

Ne kadar istemesek de bu sır, bu ev, bu resim bir sonuca bağlanmalıydı. Bu yüzden ertesi gün adrese gittik. Kapıyı internetteki görselde bulunan adam açtı. Yaşının altmışın üzerinde olduğu belliydi. Bakışları sert ve anlamsızdı. “Buyurun” dedi.

-Biz size birkaç soru soracaktık, müsaitseniz girebilir miyiz? dedik.

Adam ilk bu fikre pek sıcak bakmadı. Ama daha sonra girmemize izin verdi. Bütün olanları anlattık. Bize o ahşap evi bilmediğini söyledi.

Tam kalkarken odada ahşap evdeki resmi gördüm. Duvara asılmıştı.

“Yalan söylüyorsunuz!” diye bağırdım. Çok kızmıştım, bu adam niye her şeyi saklıyordu?

İlk inkâr etti. Ama ben parçaları birleştirmiştim. Beni takip eden kişi de oydu. Bunu da söyleyince adamın gerçekleri söylemekten başka şansı kalmadı.

“Evet bu resmi oradan aldım, seni de ben takip ettim” dedi.

-Bak çocuk, o fotoğraftakiler benim kızım, damadım ve torunlarım. Geçmişte bir sel felaketi yaşandı. O bahsettiğiniz ev de harap oldu. Ben çocuğumu, damadımı ve torunlarımı o felakette kaybettim. Elimden hiçbir şey gelmedi. Ben o eve girince hala çocuğumun kıkırdamalarını, torunlarımın koşuşturmasını duyar gibiyim. O eve başkalarının girip çıkması beni çok rahatsız ediyor. Bu yüzden seni takip ettim. Bilmem elime ne geçecekti. Yani anlayacağın tüm gerçek bu. Baktım artık çocuklar evin içine de giriyor, ben de o resim gibi manevi değeri olan eşyalara zarar gelmesin diye hepsini topladım.

Şimdi her şey anlaşılmıştı. Demek ki o adamı internette araştırırken karşımıza sel felaketi haberlerinin çıkması bu yüzdendi.

Biz de o günden sonra bu amcayı çok ziyaret eder olduk. Böylece o bizim manevi dedemiz, biz de onların manevi torunları olarak kaldık…

Visited 37 times, 1 visit(s) today
Close
Exit mobile version