Yazar: 20:49 Röportaj • One Comment

Ahmet Büke’yle Söyleşi | “İyi bir yazar oldum mu emin değilim. Bir de yazarlık yazılacak her metinde, her yeni kitapta yeniden yeniden kazanılması gereken bir uğraş.”

Merhabalar Ahmet Bey! Mahal Edebiyat ve Sanat ekibi olarak söyleşimize katıldığınız için teşekkür ederiz. 

Ahmet Büke kimdir? Bize kısaca kendinizi anlatır mısınız? Hangi yönünüzü daha çok bilmek sizi bize anlatır?

Taşrada doğdum, büyüdüm. Şehirlerde yaşadım. Bu benim hayatımı ve aklımı bir bıçak gibi kesmiştir. Köklerimi seviyorum ama onlara dönemiyorum da çünkü çoğu çocukluğumla birlikte göçüp gitti. Yine de bana bahşedilen zamandan memnun birisiyim.

Ahmet Bey, kimi insanlar -özellikle şair ve yazarlar- bir takım zor süreçlerden daha çok etkileniyorlar. Özellikle bu sanatçılar ya da sanatseverler bu süreci üretkenliğiyle fırsata çevirmiş durumda oluyorlar. Herkesin kendi içiyle hesaplaşmaya başladığı böyle bir dönemde böyle bir durumu siz de fırsata çevirebiliyor musunuz? Sizin de böyle bir zamanda oluşturduğunuz bir eser var mıdır? 

Salgın zamanını böyle bir krizi fırsata çevirip Deli İbram‘ı yazdım örneğin. İş yüküm azaldığı için kendime ayıracağım zamanın arttı. Herkes hastalık, ölüm-kalım vs. dertleriyle doluyken (ki ben de bu hastalığı arada geçerdim), denizciliğe merak salıp araştırdım ve oturup romanı yazdım. Bir daha böyle bir fırsatım olmayabilir.

Bir süre ODTÜ Jeoloji Mühendisliği’nde okuduğunuzu, 1997 yılında da Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisat Bölümü’nden mezun olduğunuzu biliyoruz. Görüyoruz ki mezun olduktan sonra yazarlık serüvenine başlıyorsunuz. Size soracağım soru şu olacak: Yazarlığa asıl başlama, onunla ilgilenme serüveniniz ne zaman ve nasıl oldu; mühendisliğe ve iktisada gitmeniz yazarlığınızı olumlu ya da olumsuz manada etkiledi mi? Bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?

Biraz geç yazmaya başladım. Kendimi bildim bileli çalışarak yaşayan birisiyim. Yazmaya başladıktan sonra da edebiyatla ilgisiz alanlar çalışmaya devam ettim. Yani yazmak hayatıma çok sonradan dahil oldu. Ekonomik bir getirisi olmadığı için de çalışmaya hep devam ettim. Dolayısıyla yazarlığımın çalıştığım işlere etkisi olmuştur. Oralara dayanmamı, aklımı ve ruhumu korumamı epey sağladı, evet. Çoğu zaman bir acil çıkış kapısı olarak işlev gördü yazarlık bana. O nedenle edebiyata müteşekkirim. Hayatta kalmamı sağladı.

Sizi gerek Türk edebiyatında gerekse dünya edebiyatında etkileyen bir sanatçı var mıdır? Varsa bu sanatçılar kimlerdir ve günümüz edebiyat dünyasında sizi etkileyen yazar ve şairler kimlerdir?

Bizim edebiyatımızdaki Üç Kemaller beni çok etkilemiştir. Dünya edebiyatında da ilk aklıma gelen Platonov mesela.

Aynı zamanda sizinle hemşeri olmak bana hem mutluluk hem de gurur veriyor Ahmet Bey. Sorum da buradan olacak. Paylaşımlarınızdan görüyorum ki memleketiniz olan Gördes’e sürekli gidip geliyorsunuz. Küçük şehirler, taşralar buraları; bu gibi yerler sadece merkezden değil, aynı zamanda gelişime de uzak yerlerdir. Böyle bir yerden yazarlığa evrilme süreciniz nasıl gerçekleşti? Yerler, mekânlar böyle bir evrimleşme sürecinde kişiyi, sizi nasıl etkiliyor? Taşrada doğan, yetişen genç yazarlar böyle bir noktada sizce ne yapmalı da Ahmet Büke gibi olup iyi bir yazar olmalı? Gençlere, genç yazarlara tavsiyeleriniz var mı bu konuda?

İyi bir yazar oldum mu emin değilim. Bir de yazarlık yazılacak her metinde, her yeni kitapta yeniden yeniden kazanılması gereken bir uğraş. Bunu başarsanız bile unutulmanız çok olası. Genç arkadaşlara tavsiye değil ama bir bilgi olarak bunu aktarmak isterim. Ben ilk kitabımı neredeyse dört yılda birilerine beğendirip yayınlatabilmiştim mesela. Eğer etkili networklere, dost-arkadaş grubuna sahip değilseniz adı sayılır bir yayınevinden kitap çıkarmak için çok uğraşmanız gerekecektir. Çok çalıştınız, çok iyi kitaplar yazdınız; okurun sizi keşfetmesi daha yıllar alabilir. Hepsi oldu ve artık bilinen bir yazarsınız. Daha yaşam süreniz tamamlanmadan önce unutulmanız çok olasıdır. Peki, bütün bu olası sancılı sürece değer mi yazmak? Bence kesinlikle değer. Gerçekten hayatımı kurtardı, şu dünyada kendimi anlamlı birisi olarak hisssetmemi sağladı. Az ama iyi arkadaşlarım oldu. Bütün bunlar kalan sıkıntıları silip gider benim için.

Ekmek, emek, zeytin, Ege, istasyon, Salihli, deniz (Sizi siz yapan unsurlar gibi geliyor)… Bu kavramları sizle bağlıyorum, sizinle bağdaştırıyorum kendimce ve bana sizin kitaplarınızı açan bir anahtarmış gibi geliyor. Bu kavramların sizde çağrıştırdığı anlamları sorsam, bu ne olur? Ya da sizi anlatan kavramlar ne olur?

Bunların hepsi bana annemi ve kokusunu hatırlatıyor.

Birçok dalda kıymetli ödüller aldınız. Bunlar size ne hissettiriyor?

Mutluluk duyuyorum elbette. Ama aldığınız ödülü ertesi gün unutup işinizi yapmaya geri dönmelisiniz. 

Oldukça da dikkat çeken ve ses getiren Deli İbram Divanı yoksul bir balıkçı ailenin öyküsünü konu alıyor ve aynı zamanda da insan ilişkilerini de bu çerçevede gözler önüne seriyor. Romanınız, Ege insanının doğasıyla, tarihiyle, efsanesiyle beslenen hayatı anlatmakta ve adaletsizlik, gelir eşitsizliği gibi sorunları da dile getirmektedir. Böyle bir konu sizin tahayyülünüzden beslenmiş bir konuyu mu içeriyor, yoksa -arka planda- çoğunlukla yaşadığınız ve çocukluğunuzun geçtiği Gördes ve çevresini, insanını mı anlatıyor?

Bir adada yaşayan balıkçı bir ailenin hikâyesini anlatmak istedim. Ama ada, deniz, denizcilik, balıkçılık bunlar bildiğim konular değildi. İyi bildiğim memleketimin insanı ve coğrafyasıyla benzerlikleri yoktu. Benim için tamamen yeni bir konuydu. Bu nedenle oturup uzun uzun çalıştım kitaba. Aşağı yukarı bir buçuk yıl boyunca deniz, denizcilik ve 1950’li yıllar İzmir’i ve Ege havzası üzerine çalıştım.

Yanılmıyorsam deniz, sizde çok şey demek. Ancak bunu daha da anlamlandırırsak asıl deniz sizin için ne ifade ediyor?

Ben korkarım denizden. En baskın his bu. Korktuğum şeyleri yapmaya da bayılırım hep.

En üretken olduğunuz yer, hatta kendinizi orayla eş tuttuğunuz, manalandırdığınız yer sizin için neresidir? Deniz mi, köy evinizdeki annenizin yemekleri ya da başka bir yer mi?

Doğduğum evin bahçesi. Hâlâ o günkü haliyle duruyor. Evde yaşayan insanların çoğu artık hayatta değil ama bahçe yaşıyor. Biraz hüzünlü ama çok da gerçek. Hayat gibi.

Alnı Mavi’de “Evler insanların kalesidir. Sanılanın aksine demir ve çimentodan yapılmazlar. Her evin kendine özgü kokusundan dokunmuş zırhı vardır,” cümleleriyle karşılaştım. Sizi koruyan sizin için sığınak olan bir tür olsa bu hangi tür olur? Şiir mi, hikâye mi yoksa roman mı? Zor zamanlarınızda sığınağınız neresi oluyor?

Zor zamanlarda sevdiklerime sığınmak isterim. Edebiyat ve kitaplar insan sıcaklığının ve gerçekliğinin yerini hiçbir zaman tutmazlar.

Bazı eserler kişinin hayatından izler taşır. Kitaplarınızın oluşumunda yaşadığınız bir anının tesiri oldu mu? 

Kimi zaman olur, evet.

Bizler sizi biraz daha yakından tanımak istesek, siz kendinizi hangi romandaki ya da öyküdeki bir karakterle eş görürsünüz?

Hiçbir karakterime benzediğimi düşünmüyorum. Biraz da hayatımız ve kendimiz bize fazlasıyla sıkıcı geldiği için yazıyoruz aslında. Kendimi veya benzerlerimi çoğaltmak istemem. 

Son olarak size şunu sormak istiyorum. Yaşanılan şu günlerde ve çağda özellikle gençlere ve kitleye tavsiye edeceğiniz bir kitap, film ya da müzik önerisi var mıdır? Onlar için tavsiye niteliğinde söyleyeceğiniz bir mottonuz var mıdır?

Annemin çok sevdiği bir sözünü söyleyeyim. Gençken çok işime yarardı. “Kara gün kararıp durmaz…”

Her daim sağlıcakla kalmanızı temenni eder, güzel eserlerinizi bizlerden esirgememenizi dilerim. Sevgilerle…

Visited 86 times, 1 visit(s) today
Close
Exit mobile version