“Uçurtması yetim kalan çocuklara…”  

Bu köyde yaşayan insanların sahip oldukları tek şey aileleridir. Başlarını soktukları evi ve avlusu dışında bir dünyaları yoktur. O evlerden biri de Hasan Amcaların eviydi. Geniş avlulu, ağaçlı bir evdi. O gün avluya ilk girdiğimde bir ağacın yapraklarının daha gür ve yeşil olduğu anında gözüme çarpmıştı. Avluda ilerlerken ağaca uzunca bakıp selamlayıp içeriye girdim… 

Babası Hasan Amca askere gitmeden önce görüp sevmişti Elif’i. İlk başlarda kavuşmayı hayal edemiyordu ama ne zaman çok kazansa, işleri rast gitse içine hep kavuşma umudu doluyordu. Hasan Amca kendi işini yapana kadar, askerden önce babasına tarlalarda yardım ediyordu. Çok çalışıp para biriktiriyordu. Güneşin en tepede olduğu zamanlarda, gecenin en karanlık olduğu anlarda da gökyüzüne bakıp yaz kış demeden “keşke yağmur yağsa, ekinlerimiz çoğalsa” diye Allah’a dua ederdi. Biliyordu çünkü Elif’ine kavuşacaktı, biliyordu gökyüzünün sahibi dualarını kabul ederdi. O göğün sahibiydi ancak, yağmur onundu. Ona bereket, güç ve inanç aşılıyordu. 

Hasan Amca, zamanla işleri yoluna koyup daha çok kazanmaya başlayınca köyün dışına başka şehirlere gidip tarladaki mahsullerini satmaya başladı. Çalışmasının karşılığını alıyor, duaları kabul oluyor, işleri büyüyordu. Köyünden sınırın öte yakasına gidip gelmeye, yaptığı ticareti genişletmeye başlamıştı. Artık geriye yalnızca Elif’ine kavuşmak kalıyordu. Namusunla kazanırsan bu coğrafyada, topraklar sana ihanet etmezdi. Duaların kabul görürdü. İşlerin rast giderdi.  

 Beklediği o gün gelmişti. Artık bir işe sahip, iyi bir eş, iyi bir baba olacağına inancı tam bir şekilde Elif’in ailesinin karşısına çıktı. O evden gelin olarak çıkmıştı sevdiği. Elif’ine kavuşunca, bir de üstüne yiğit bir oğlu olunca bereket getirsin diye kulağına ezandan sonra üç defa ağız dolusu Baran dedi. Gökyüzüne döndü şükretti Hasan Amca. Elini yüzüne sürdü. Sigarasını sardı. Baran doğduktan sonra kendisinden çok oğlunu ve karısını seviyordu. Sevdiği birken iki olmuştu. Yağmur bereketti onun için, bu bereket sevdiğini, canını çoğaltmıştı.  

  Baran doğdu, ağladı… Önce annesinin memesinden akan sütü içti, sonra kahverengi topraktan çıkan nimetleri yedi, gökyüzüyle tanıştı. Maviydi tanıdığı gökyüzü. Yaz aylarında açık mavi ovayı görüyor imreniyordu. Uçan kuşları hayranlıkla seyrediyordu. Kışları ise bulutlar kapatıyordu gökyüzünü, üzülüyordu. Kapatıyordu maviyi, ama bulutlar yağmur olup toprağa inince adını görüyordu. Penceresindeki ıslaklığı görünce seviniyordu birden. Şimşek çakınca korkmuyordu. Allah Elif ‘e ve Hasan Amca’ya yiğit bir oğlan vermişti. Yiğitti Baran. 

Yıllar sonra evlerindeki bahçede koşmaya başladı. Ağaca tırmanmayı öğrendi. Düşe kalka anladı acının zamanla geçtiğini ama iz bıraktığını. Renkler hafızasına yeşili ekledi. Hasan Amca ne zaman sınırın karşı tarafına ekmeğinin peşine gitse ailesinden ayrılmadan önce Baranla bu bahçede ağaçları sulayarak zaman geçirir öyle giderdi. Babasını, anasıyla beraber dualarla gönderirdi. Boşuna Baran değildi adı. Dualarla beraber bereket getirsin diye doğmuştu: kazansınlar ki yoksulluk görmesinler. 

Elif, bahçede evin gerekli işlerini görürken uzaktan Hasan Amca’yı görmüş ve sevinçle Baran’a seslenmişti. Baran anlamıştı babası evine dönecekti. Yalnız Hasan Amca’da uzaktan da olsa net bir şekilde yüzüne yansıyan mutluluğu vardı. Hem işleri rast gitmiş, hem sağ salim dönmüş hem de Baran’ı mutlu edecek bir hediye almıştı. Sırtındaki çuvalın ağzından sarkan uzunca bir kurdele vardı. Hasan Amca Baran’a uçurtsun diye gittiği yerden uçurtma almıştı. Görüyordu hep zengin ailelerin çocuklarında. Baran da oynasın istiyordu. Almıştı yiğit oğluna; gökyüzüne salsın, koşsun istiyordu. Özellikle koşsun. Gökyüzünün mavi, ağaçların yeşil ve toprağın kahverengi olduğu bu coğrafyada kırmızı uçurtmasını uçursun istiyordu. Bu topraklarda çocukların koşmasını engelleyen ne varsa yırtıp atmak istiyordu.

Baran korkmuştu. Bir şeyi anlamamıştı: Neden kırmızıydı rengi? Bilmiyordu. Renk hafızasında kırmızının karşılığı kandı. Nasıl kahverengi toprak, gökyüzü maviydi, kırmızı ise kandı. Düştüğünde kanayan yerlerinde görmüştü kırmızıyı. Korkuyordu kırmızıdan. Ama çok sevimliydi uçurtması ilk aşk gibi güzel gelmişti. Babası öğretmişti nasıl kullanıldığını. Hasan Amca rüzgarın en çok olduğu, gökyüzünün en açık olduğu yerin sınırın hemen yanı başı olan ova olduğunu biliyordu. 

Gitmişlerdi bir gün sınırın hemen yanında bulunan az ağaçlı, toprağı düz ve güneş sarısı olan ovaya. Annesi bir ağacın dibine sermişti kilimi. Baba oğul koşarak, gökyüzüne bakarak, bazen gülerek bazen kızarak uçuruyorlardı uçurtmayı. Elif ise izliyordu onları. Şükrediyordu Allah’a. Sahip olduğu, olmak istediği ve hatta olamadığı ne varsa her şey için şükrediyordu. Bizim köyde dualar hep mütevazi olurdu. 

Baran bahçedeki ağacı babasıyla beraber sulamıştı. Çok fazla zaman geçirdiler bahçede. Sabah ezanından ikindi ezanına kadar bahçedelerdi. Annesi izliyor, yemekler hazırlıyordu. Çok yoruldular. Hasan Amca aldı omzuna yiğidini, sevdi. “Baran kurban olduğum gel kuyruğunu uzatalım şunun daha çok kırmızı yapalım gökyüzünde uçarken daha fazla büyük gözüksün he ne dersin?”.  Baran korkuyordu bu kırmızı renkten ama babasına kıyamıyor aksine mutlu oluyordu.  Baranla beraber onardılar ve yeniden yapılmış gibi oldu.  Hasan Amca’nın tekrar gitmesi gerekiyordu, vedalaşıp gitmişti. Beş gün sonra dönecekti. 

Bahçe yetmiyordu Baran’a. Ağaçların yeşili yetmiyor en önemlisi gökyüzünün mavisi yetmiyordu. Avlu yetmiyordu. Babasına kavuşmasına bir gün kalmıştı. Annesi ona her defasında azalan günleri söylüyordu. Baran babasıyla uçurtmayı beraber uçuracağı için mutlu bir şekilde uyuyordu.

Gün kavuşma günüydü. Tıpkı diğer günlerdeki gibi babası gelecekti. Ovaya gidecek, uçurtmasını uçuracaktı. Baran rahat duramıyordu ve annesine; “babamı karşılamaya biz gidelim anne” dedi. Elif önceki gibi kilimi hazırlayıp toparlandı. Kıyamıyordu oğluna. Tam beş gündür uçurtma sığmıyordu bu bahçeye ve gökyüzüne. Koyuldular yola ellerinde uçurtmayla.

Geldiler ovaya. Az ağaçlı güneş sarısı ovaya. Baran “bak anne koşuyorum ve uçuruyorum!” dedi. Annesi sevdi oğlunu, öptü. 

Hasan Amca göründü uzaktan, gördü kırmızı uçurtmayı anladı oğlu burada. Sevinçle omzundaki çuvala aldırmadan hızla yürüdü. Baran da babasını gördü ama o yürümedi koştu…

Baran elindeki uçurtmayla babasına doğru koştu. Öğrenmişti Baran küçükken; gökyüzü maviydi, toprak kahverengi, ağaç yeşil ve uçurtması kırmızıydı. Kırmızı uçurtma süslüyordu gökyüzünü bunu Baran yapıyordu.

Toprak ve gökyüzü hepimizindi demişti babası Baran doğmadan önce, doğdu Baran ona da öğretti. Bu coğrafyada namuslu bir insan olmanın yetmediğini, toprağın sahipleri olduğunu bilmiyordu Baran.

Koştu Baran babasına. Babası gördü Baran’ı…Sonra bir ses… Toprak yükseldi topraktan…Donakaldı Hasan Amca… Elif yetişemedi… Toprak yetişemedi Baran’ın uçurtmasına. Düştü kırmızı uçurtma yere. Başucuna. 

Ağıtlar yaktı Elif, Hasan Amca olduğu yere çöktü. Bu topraklarda kaderin belli olduğunu ancak görünmediğini herkes biliyordu. Ancak kader şimdi bu uçurtmayla birlikte karşılarına çıktı. Görünüyordu kader. Yerde yatıyordu o uçurtmayla birlikte.

Köyün muhtarı ve en yaşlısı olan Ali Osman, Hasan Amca’ya; “bu ilk değildir evladım, gelsin imam efendi kılalım cenaze namazını gömelim bizim köyün mezarlığına” dedi. Kabul etmedi Hasan Amca. Karşı çıktı. Gözüne baktı muhtarın; “mezarlık çok uzaktır Ali Osman Amca mezarlık çok uzaktır…” 

Gömdü evladını bahçesindeki yeşil ağacın altına. Elif Ana kapkara bir taş buldu. Dikti başına. Sardı taşın etrafına yetim kalan uçurtmayı. 

Latest posts by Hasan Aydın Gül (see all)
Visited 8 times, 1 visit(s) today
Close
Exit mobile version