Yazar: 18:06 İnceleme, Kitap İncelemesi, Roman • One Comment

Yarım Kalan Yürüyüş Roman İncelemesi

Mehmet Eroğlu’nun ’86 senesinde basılan üçüncü yapıtı, Yarım Kalan Yürüyüş, sinema perdesindeki adıyla, 80. Adım, ’96 senesinde, Uluslararası İstanbul Film Festivali En İyi Türk Filmi Ödülü’nü kazanır.

Yarım Kalan Yürüyüş’ü okumak için romanı elime aldım. Fakat Eroğlu’nun yazar kimliğine uzaktım. Her zaman izlediğim yoldan farksız, bu romanı da okumadan evvel, eserin ödüllü yazarını tanımalıydım. Öyle ki, romanın basıldığı sene, ODTÜ’de bir öğrenciyim, romanın senaryolaştırılıp da uluslararası bir festivalde ödül aldığı sene, ideallerim uğruna global bir fabrikada varoluşunu anlamlı kılmak için çalışıp çabalayan bir mühendisim. Eroğlu’nun ana karakterini tanımlarken kullandığı satırlarla da örtüşen bir yaşamım vardı. Memleketinizden uzaklaşıp da seneler sonra geri döndüğünüzde herkes size yabancı. Sadece anılarınızda onları bulabilirsiniz. Kitabın arkasındaki bilgi yazarın romanla meselesini açıklamaya yeterdi. Ardından kitabın içindeki Mehmet Eroğlu başlığıyla başlayan yarım sayfayı da okudum. Eroğlu’yla aramdaki nesil farkımıza rağmen oradaki satırlara da yabancı değildim. Kendimi o satırlarda konumlandırıp, gidebildiğim kadar o yıllara gittim…

Benim için, Darbe, demek Ankara, Ankara demek başkent, Başkent demek TBMM’dir. Ankara’da, Kızılay-Bakanlıklar semtinde oturuyorduk. Evimiz o kadar yakındı meclise. Darbeler, muhtıralar esnasında bulvarda ve TBMM’de yaşanan hareketli anlar sanki bizim evde yaşanırdı. Ve küçük amcam bir 68 kuşağı, Dev-Genç sempatizanıydı. Tanış olduğum değerlerle, Eroğlu’nun üçüncü romanını okumaya başladım.

Söylemek isterim ki, kitap inceleme başlığı altında, okuduğum romanın özetini vermektense, sizleri, Eroğlu’nun, özellikle Yarım Kalan Yürüyüş romanını okumanızı sağlamak, ardından da diğer eserlerine yönlendirmektir gayem.

Romanın üçüncü bölümüne geldiğimde, sahneleri bir üst katmandaymış gibi dışarıdan anlatan ana karakterin başka bir boyutta konumladığını anladım. Bu Eroğlu’nun kurgusal becerisiydi. Oysa başlangıçta, ana karakterin iç dünyasında bir yolculuğa çıktığını, kusursuz ilerleyen bir iç kurguda okudum. Karakterin birden zaman ve mekân değiştirmesi, kendisinden bahsederken kendisini dışarıdan anlatması okuyucuya verilen bir ipucuydu. Sizlerin, roman okuma zevkinizi elinizden almak istemediğimden, ana karakterin adını vermekten kaçınıp, sadece ana karakter diyerek ilerleyeceğim. 

Christopher Columbus Amerika’yı keşfetmişken ben de tekrar eden kâşiflerden olmak istemem. Fakat sıklıkla kullanılan bu söylemin arkasına sığınıp, ’68 kuşağına kısaca değinmek isterim. Hepimiz biliyoruz ki ’68 youthquake/gençlik depremi sonuçta, Devrimci Gençlik Hareketi, halkasının tüm dünyada hissedilir bir etkisiydi. Zamanın gençliği, Sosyalist Fikir Kulüpleri’nden, Dev Genç, devrimci militanlara devrildi. Ve de o gençlerin, kendilerince geçerli bir görüşü, bir ideolojisi vardı. Onların görüşüne ve ideolojilerine karşı olanlar o kadar güçlüydü ki gençlerin geleceğini çaldı. Varoluşunu tamamlamadan yiten canların adları hepimizin belleğine kazındı. Günümüze ait global senaryolarda da ’68 kuşağının o zamanın komplo teorilerinde birer piyon oldukları gerçeği bugün de aşikâr. Dünya gençliği, kendi ülkelerinin egemen güçlerince boğulmuş. Bu boğulmayı kimse tarihten silemez, zira edebi eserlerde yerleri geçerli. Günümüz filmlerinde de kullanılan siyasi entrikalar, ’68 gençlik depreminden görüntülerle zihnimizde yer etti. Mehmet Eroğlu da romanında, “Hepimiz insanız,” mesajıyla farklı görüşteki gençleri, sürüklendikleri kavgalarda uyarır…

Romanın siyasi boyutundan sıyrılmakla, esere edebi değeri katan ana konudan uzaklaştırdığımı düşündürmek istemem, fakat yazarın bir bireyin varoluşunu anlamlı kılmak için genç yaşta ölen, öldürülen gençlerin yaşamına farklı kurgularla ışık tutması, aynı olayı farklı açılardan, hatta bir polise roman mantığıyla kaleme alması, yazarın altyapısıyla örtüşse de bunu kullanabilmesi taktire şayan. Mehmet Eroğlu’nun eserlerinin devrimci eylemcilerin dünyasını anlattığı yazılsa da yapıtın ödüllü filmindeki görseller, ’80 ihtilaline göndermeler içerse de okuduğum roman benim için rutin bir hayatın içinde aktı. Ve çok katmanlı bir karakterin çevresinde dönen farklı yaşamların hikayelerini de verdi. Ustaca yazılmış cümleler okunurken karışıkmış gibi dursa da yerli yerindeki noktalama işaretleriyle sadeleşti. Romanda seçilen mekânlar, özellikle ana karakter için, olağanüstüydü. 

Bir aykırılık daha yapıp, Eroğlu’nun Yarım Kalan Yürüyüş romanını okuduktan sonra, vizyondaki “The Batman filmini seyredin,” dersem, benim saçmaladığımı mı düşünürsünüz?

Eroğlu’nun romanlarındaki çok katmanlı içeriklerin, okuyucuda farklı anlamlar bulduğu da bir gerçektir. ’86’da yazılan eseri okuyun, ardından ’22’de vizyona giren The Batman filmini seyredin. Ve Mehmet Eroğlu’nun bir röportajda edebiyatçı kişiliğinin dışında satranç ve trigonometri sorularının çözümlerini okumasının ne anlama geldiğini ve bunun kalemine nasıl yansıdığını sizler de fark edin. 

Yazarını okuyarak okuduğum romanlardan hep zevk aldım. Bir mezunu olmaktan her zaman onur duyduğum, etiketini gururla taşıdığım okulumda, kuşak farkımıza rağmen, aynı yollarda yürüdüğüm yazarlar kervanına bir değer daha Mehmet Eroğlu. İletişim Yayıncılık A.Ş. baskısıyla kütüphanemin raflarında yerini bulan Eroğlu romanları, bende okunma sırasına girdi. Bendeki heyecanın sizlere de bulaşması dileğiyle, okuma şevkinizi tetikleme çabam işe yaradıysa, ne mutlu bana!

Kendine has üslubun ve çoklu düşüncelerinle yazdığın romanlar için, beni ekstra düşündürdüğün için, teşekkürler Mehmet Eroğlu.

Mehmet Eroğlu’nun tüm eserlerini aynı yelpazede, bizlerle buluşturduğun için, teşekkürler İletişim Yayıncılık A.Ş.

Visited 40 times, 1 visit(s) today
Close
Exit mobile version