Yazar: 18:45 Anlatı

Van Gölü Uğruna Dönen Tekerlekler

  1. Gün

Önümde koskoca Van Gölü, namıdiğer Van Denizi var. Tam bir hafta boyunca, iki yüz elli kişi ile birlikte Van Denizi’nin etrafını turlamak, benim için bir ilk olacak. Pedalımı evimden Van Kalesi’ne doğru çeviriyorum. 

Kale’nin içinden akan “Horhor” denilen su, şadırvana geliyor misafirlerimiz de oradan bol bol paylarını alıyordu. Davul zurna eşliğinde, herkesin tek tip giyindiği, arkasında “Van Gölü Kirlenmesin, Mavi Kalsın” yazılı formalarla, kasklarını takmış önlemleri almış bisiklet üzerindeki insanlar Van Kalesi’nin heybetinden güç alarak, onun uğuruyla yola koyuldu. Sağımızda Van Gölü bize eşlik ederken pedalımıza kuvvet verdik. Dinlene dinlene gittiğimiz yolun solunda bu sefer de Artos Dağı bizimle geliyordu. Eteklerinden akan suyun dibinde yemyeşil doğasıyla küçük bir köy kurulmuştu. Adını sıcaklığından alan “Yuva Köy” gerçekliğini sorgulatacak güzellikteydi. Artos Dağı’nın ise bulutların arasından çıkagelmiş bir hüznü, öfkesi vardı. Dağların en hüzünlüsü, en hırçını oydu, çağlayan suları çığlık gibi akıyordu. Bütün kırgınlığı Van Gölü’ne uzakta oluşuydu.

2. Gün

Çadırın fermuarı Van Gölü’ne açılınca bir kez daha teşekkür ettim. Elimi yüzümü yıkayıp doğrudan geceden hayalini kurduğum, sahilde kitap okuma etkinliğimi gerçekleştirmek için hazırlıklara koyuldum. Uyuyanları uyandırmamaya çalışarak, sakin ama içimdeki telaşla tam da göle nazır bir sandalye bulup üzerine çöktüm. Nasıl geçtiğini anlamadığım saatlerde, su gibi akıp giden satırlarla, Van Gölü’nün yuttuğu sükûnet içinde dolanıp durdum. 

Akdamar Adası’nda, tarihin içindeki kayalardan birinde oturuyorum. İrili ufaklı kayalar güneşin kavrukluğuyla rengini soldurup nostaljik bir hava vermiş. Van Gölü ise yüzyıllara inat maviliğini koruyor. Yılların ona bir şey yaptığı yok, insanoğlu izin verdiği sürece o tüm maviliğini gelecek nesillere gösterecek. Gitme vakti geldi, Tarihi arkamızda bıraka bıraka vapur içinde seyrediyoruz.

Kuzkunkıran Tüneli’nde: “Van Gölü Kirlenmesin, Mavi Kalsın” sloganı duvarlardan sekip Van Gölü’nün kulağına gidiyor. Tünel’in sonu düzlük, Tünel’in sonu rampa aşağı, kısacası Tünel’in sonu ödül oluyor bizlere. Görsu Tesisleri’ne ulaşma heyecanı sararken bizi, karşımıza bir kıvrım daha çıkıyor. Nihayet sola doğru giden bisikletler, arkada kalanlara derin bir “Oh” çektiriyor. İhtiyaçlar bir bir karşılandıktan sonra ay ve yıldız beraberinde yola koyuluyoruz. Reşadiye’ye giden yeni yuvamız bizi toz bulutuyla karşılıyor. Rengârenk yuvalar kuruluyor, yemekler yeniliyor, semaver başında çaylar içilip halaylar çekildikten sonra, yarına güzel bir enerji toplamak için, herkes derin bir uykunun kollarına bırakıyor kendini.

3. Gün

Tertemiz suyun maviliğine kendimi bırakırken, dünden kalan yorgunluğumun bir anda gittiğini fark ediyorum. Beyinlerimizi delip geçen soğuk su, midelerimize de açlık hissi uyandırmış olmalı ki toplanıp sıkı bir kahvaltı yapıyoruz. Tatvan’a yolculuk başlıyor. Tozlu yolların ardından çıktığımız düzlükten alıyoruz ödülümüzü. 

Tatvan sahiline kurulu çimlerin üzerinde birleşiyor bisikletlerimiz. Ardından dünyanın ikinci, Türkiye’nin en büyük krater gölü olan Nemrut Krater Göl’üne gitmek üzere arabalara doluşuyoruz. Adını, MÖ 2100 yılında yaşamış olan Babil Hükümdarı Nemrut’tan alan göl, daha varmadan bize harikalarını sunuyor. Mola verdiğimiz tepenin aşağısı Van ve Bitlis’in minyatürü gibi, bizler de bu manzarayı görmek için büyüyen devler gibiyiz. Tepede, bizimle birlikte büyüyen, tüyleri griye boyanmış, hüzün dolu, güzel gözlü bir eşek, manzaranın sadece tepe aşağısı olmadığını gösteriyor. Dağı, taşı, hüznü heybesinde biriktirmiş bu eşekle göz göze gelmek güç… 

Kayaların tepesinden Nemrut, yüzyılların biriktirdiği gözyaşı gibi. Kim bilir ne ahlar biriktirip akıttı gözyaşlarını, hangi dertler ona fırtına koparttı, sorsak anlatır mıydı taşlar? Bu gözyaşına atlayıp biz de içimizdeki kederi akıtıyoruz, bir ana gibi alıyor derdi kendine. Garip bir fısıltı var bu kayaların arasında, bin bir ağıt duyuyor insan, üstüne bastıkça güçleniyor.

4. Gün

Van Gölü tüm ışıltısıyla telaş içinde oradan oraya koşan insanları selamlıyor. “Bugün de midemiz doydu” diyerek,  ufaktan ufaktan yol alıyoruz bizi bekleyenlere. Bu gece misafiri olacağımız Ahlat’a doğru telaşsız sürüyoruz. Mavisiyle bize eşlik edecek olan Van Gölü, dalgalarını savurarak büyük bir coşkuyla uğurluyor. Kuru dağların beraberliğinde bulutlar altında düzlük yolun keyfini çıkartarak Tatvan-Ahlat yoluna pedal çeviriyoruz. İleriye doğru gittikçe dağların kıvrımlarının bata çıka şekil aldığını görebiliyoruz. Onları uzun süre seyre dalmanın hipnoz etkisi yaratacağını bildiğimden çok fazla göz göze gelmeden önüme bakıyorum. 

Ahlat’ın tarihinde yolculuk yapıyoruz, ilk durağımız “Harabe Şehir”. Burada bizi yüzyıllar içinde yaşamış insanların evleri karşılıyor. Neolitik çağa ait olduğu söylenilen bu harabe şehir, mağara kümelerinden oluşuyor. Elinizle dokunduğunuz taşlar sizi kısa bir yolculuğa çıkartıyor, o evlerde yaşayıp geliyorsunuz. Sırada Akkoyunlular dönemine ait, Uzun Hasan’ın torunu Rüstem Bey’in oğlu Emir Bayındır adına, eşi Şah Selime Hatun tarafından yapılan kümbet ve İslam dünyasının en büyük abide mezarlığı olan Ahlat Selçuklu Meydan Mezarlığı’nı görmek var. Meydan, yüzyıllar öncesinde yaşayan insanların kimlikleri gibi duran mezar taşlarıyla dolu. Koca meydanın içinde Ahlat’a özgü taşlarla yapılan kümbet ve mezar taşları, gideceğimiz yerin huzuruna eriştiriyor. 

Günün sonunda, gökyüzünü bizim için aydınlatan ay ve yıldızların büyüsüne kendimi kaptırınca, dünyada olup bitenler o anda duruyor, başka dünyanın yollarında koşuyormuşum gibi bir hisse kapılıyorum.

5. Gün

Sabah güneşi, geceden üşüyenleri ısıtmak için ufaktan başını gösteriyor. Ahlat’tan Erciş’e yolculuk yavaştan başlıyor. Yollar asfalt, yollar güzel. Karpuz ve ekmek molası kahvatlıya kadar bizi tutacak. Yol üzerinde gördüğümüz; kedi, köpek, kuş ölüleri, doğanın tüm çıplaklığını hiç de çekinmeden bize sunuyor. Ne kadar ağız burun eğsek de bu gerçekten kaçamıyoruz, bu gerçeğin sahibinin insanoğlu olduğunu bilerek. Üzülmek yerine doğa için pedal çevirmek, bedenime ve ruhuma güç veriyor. Hep birlikte Van Gölü’nün etrafına pedal çevirirken doğayı kirletenlerin de arkasını topluyoruz. Bunları yaptıkça daha güçlü dönüyor tekerleklerimiz. Bunca çabalara, yollarından geçtiğimiz köylülerle de ortak. “Van Gölü Kirlenmesin, Mavi Kalsın” sloganımız yine bir ilçenin çarşısında yankıyla son buluyor.

6. Gün 

Yollar bizi edebiyat dünyasına da ışınlıyor, her bir yol yeni bir dünya. Yaşar Kemal’in doğduğu, Ünseli Köyü’nün toprağında tekerleklerim dönerken, Yaşar Kemal’i, Yaşar Kemal’in yazılarını yazdığı kayayı anlatıyorum dostlarıma. Gözlerimiz dolu, onun doğduğu topraklara değen tekerleklerimizin gururuyla büyük ustayı yâd ediyoruz 

Van’ın misafirperver ailelerinin sıcaklığı hiç eksilmeden devam ediyor. Kısa bir molanın ardından Tuzla rampasına yaklaşıyoruz. Rampayı serbest çıkış uyarısıyla yavaş yavaş çıkıyoruz, kimini rampa kesmiyor geri çekilip tekrar çıkıyor. Ben ise bu ilk deneyimi acele etmeden sakince çıkıyorum yol arkadaşlarımla. Nefes nefese çıktığım yolda arkadaşımın: “Sonunda anneni kurtaracakmışsın gibi sür!” düşüncesiyle, kendimi teselli ederek pes etmiyorum. Sağımdaki Van Gölü her zamanki gibi desteğini eksik etmiyor. Ve sonunda annemi kurtarıyorum. Zafer çığlıkları eşliğinde rampa aşağı, başarmanın verdiği sevinç ve rüzgârın öpücükleri ile iniyorum. Rüzgâr suratımı yalarken ben bu rampayı Yaşar Kemal’e adıyorum. Son kez hep birlikte renk renk yuvalarımızı Van Gölü’ne karşı kuruyoruz. Son gecenin hüznü eşliğinde tüten semaver başında şarkılar, türküler söyleniyor.

7. Gün

Vedanın büyük parçası olan Van Gölü, minnetkar. Dalgaları, ardımızdan edilen dualar gibi dökülüyor kıyıya. Güneş, hüznüne ortaklık edip mavisini ışıldatıyor. Bu matem havasıyla yavaştan uğurlanıyoruz kürkçü dükkânlarımıza. Yüzüncü Yıl Üniversitesi’ne giden yolda Van Kedi Evi’ne de uğruyoruz. Bir gözü sarı, bir gözü mavi olan Van kedileri, dünyanın içindeki mucizeyi bize gösteriyor. Yetişkin kediler ile yavru kedilerin olduğu bu evde mutluluk hormonlarımızı depoluyoruz. İskele sahilinden nasiplenerek Kale’ye doğru sürüyoruz. Bu sırada doğduğum Yalı Mahallesi’nin içinden geçmek bana sürpriz oluyor. 

450 km’yi başarı ile bitirenler birbirini tebrik edip halayla birleşiyor, son kez yemekler yenip karınlar doyuruluyor. Herkesin içinde buruk bir mutluluk var. Yavaştan vedalar ediliyor… Ben ise bu satırları yazarken karşımdaki Van Gölü’ne bakıp dostlarımdan selam gönderiyor, tekrar dolaşıp gittiğim bu satırlara gözyaşı bırakıyorum.

Editör: Melike Kara

Latest posts by Şevin Semiz (see all)
Visited 98 times, 1 visit(s) today
Close
Exit mobile version