Yazar: 19:06 Şiir, Şiir Eki 11

Tırnağıyla Yazılan

(İkinci Yeni Tonunda, Dört Parçalı Bir Sessizlik)

PROLOG

Bir çizik iner kaburgama—
tırnak, kelimeleri kazar.
Suskunluğun izini sürer
“yaşıyorum.”

I. BÖLÜM – SÖZCÜKLERİN KIRILGAN KEMİKLERİ

Bir atomu böldük—
haklı kim?
Zaman kendini reddetti,
her saat, bir başka evrene kırıldı.
Gölgelerin göğsünde
üşüyen bir isim,
alfabenin artık hatırlamadığı.

Ölümün çenesinde sakız,
dilimiz:
yanan bir cümle,
düşen bir uçak gibi,
kokpite hapsolmuş kelimelerle.
Ne zaman konuşsak
bir diş daha düşüyor rüyamızdan,
sözlerimiz kırılıyor
çene kemiğimizden önce.

Harita gibi katlanmış bir suskunluk bu—
ne zaman açsak
kıvrımlarında kan.
Cümlelerin diz kapağı çatlamış,
yürümüyor artık anlatılar.

Bir defterin içinde kırık parmak izleri:
her biri bir düşünceye bastı.
Biri sustu,
biri çığlık attı,
biri ise sadece
bir boşluğu oymaya çalıştı
tırnağıyla.

II. BÖLÜM – GÖÇÜK ALTINDA MELODİ

Taşların arasından—
nefes,
tırnakla kazınmış
“yaşıyorum”.
Harfin kemiği çatlamış,
ama hâlâ ses veriyor
bir molozun göbeğinde.

Zaman: kırık saat.
Tik tak değil artık,
bir kalbin çatlarken çıkardığı uğultu.
Ama dudaklar hâlâ kavgada,
dudaklar—
dilini yutmuş bir marşın yankısı.

Bir radyo susuyor orada,
tam 16. kanal:
düğün melodisiyle yıkım anonsu karışmış.
Sesin kendisi
toprağın altında büyüyen bir çiçek artık.
Kökü çığlık,
sapı dua,
taç yaprakları:
bizden kalan ne varsa.

Ölsek bile
gölgemiz ses çıkarır,
çünkü yankılar unutmaz.
Enkazın üstünde çiçek değil,
bir çığlık tomurcuklanır bazen.
Ve rüzgâr,
enkazla konuşur—
kırık bir flütün sesiyle,
dilini kaybetmiş çocuklar gibi.

III. BÖLÜM – AYNADAKİ ZITLIKLAR

Ateş. Buz.
Kendimizle çarpışmak:
gölgemizi yumruklarken
avuçlarımızda kan,
ama iz bırakmıyor duvara.

Holiganlık—
duygunun serseri hali.
Ve bir çocuk:
oyuncağını gömüyor
bir saksıya,
büyüsün diye.
Belki biz,
çizilmiş bir sözlüğün kenar notuyuz,
kelimesini yitirmiş bir harf.

Ölmek?
Yaşamak?
Bir tren bileti belki,
saatini unutmuş bir yolculuk.
Tren gelir ama istasyon yok,
biz içindeyiz—
penceresiz bir vagonda,
zamanın karanlık tünelinde.

Bir avazın içinden geçen,
boğazı düğümlü küfür.
Söyleyemediğimiz dualar kadar sert.
Bir mendilin ucunda
sallanan kalabalıklar—
gidenin yüzü görünmez artık.
Bir yağmurun öncesi suskunluğu
havadaki her zerreyi ağırlatır.

Kendi kendimize
düşürdüğümüz yumruklar,
içimize çöken aynalar.
Bir çatlakta yaşayan yankı,
her seferinde biraz daha
bizi başka bir biz yapan.

IV. BÖLÜM – OT BİLE BİTERKEN

Holiganlık kökünden koparsa,
toprak
ışık sızdırır.
Yarılmış bir duvarın içinden
sızan sabah gibi,
çatlaklarda yürür umut
ama önce
bir kertenkele susar.

Bir apartmanın çatısı
göğe küser—
birkaç yıl öncesinin
uçurtma sesleri hâlâ kiremitlerde.
Ve biz,
betondan yapılmış tereddütleriz,
sustukça
tavan arasına saklanan
bir dua gibi
çatırdarız içimizde.

Perdeler arkasında bir ışık ararız,
ama ışık değil,
karanlığın eğilmiş biçimi girer içeri.
Koltuk altlarında unuttuğumuz şarkılar,
artık yalnızca
bir çekmecede sıkışmış göç anılarıdır.
Ve bir ses,
hiç başlamamış bir tartışmanın
boşluğunda sallanır.

Suskunluğu içimizde,
çınlatırken
boğazımızdan aşağı inen
bir harf kadar yavaşça
düşeriz içimize.
Bir tohum gibi—
içimizde filizlenen
ama adını bilmediğimiz
o kırılgan dirençle.
Suskunluğu içimizde,
çınlatırken…

(Fısıltı)

Suskunluğu 
içimizde,
çınlatırken…

Çankırı / 24-04-2025

Editör: Melike Kara

Latest posts by Nuri Sel (see all)
Visited 7 times, 1 visit(s) today
Close
Exit mobile version