Yazar: 13:42 Öykü

Taziye Evinin Bin Turna Kuşu

Taziye evinin kapıları kapandı. Sonra pencereleri kapattı ablam. Ahşap pencerelerde ellerini gezdirdi. Bilmem, belki ölüm geri dönmesin diyedir. Dudaklarının kıpırdadığını net bir şekilde görebildim oturduğum yerden. Henüz kulağımdaki uğultular gitmediğinden anlaşılmadı söyledikleri. “Dua etse,” dedim. “Dua etse ne güzel olur.”

Ahşap parkelerin oyukları biraz hüzne benzeyebilir, diye düşündüm. Ellerimi gezdirdim oturduğum parkenin etrafında. Babasız bir parke gibi hissettim kendimi. Uğultular gitti kulağımdan. Ablam okkalı bir küfür etti. “Kahpeler!” dedi. “Taziye evinde şeker mi istenir?”

Gözüm yorgun düştü, bir boşlukta dinlenmeyi bekledi. Ablam salonun tam ortasındaki dokuz yüz turna kuşunu ayağıyla dağıttı. Kiminin kanadı kırık, kimisi gözüm gibi yorgun. Hiçbiri uçmadı. “Yapma,” dedim. “Belki gidecek yerleri yoktur.”

“Bırak,” dedi. “Olmayacak dünyaları da mı başına yıkacaksın?”

Ablam böyleydi, kızgın değildim. Ellerimle kendimi turna kuşlarının yanına doğru çektim. Salonun tam ortasındaydım zigon bir sehpa gibi. Şimdi bana bir dantel bir de çerçeve gerekti. Babasız zigon sehpalarının çerçevesi boş olurdu. Ağlamadım. Turna kuşları ıslanırsa kaybolabilir, dedim.

Ablam benim dışımdaki zigon sehpalardan çay bardaklarını ve tabakları topladı. “Kahpeler!” dedi. “Yiyip içmeye gelmişler. Birinin gözünden bir damla yaş düşmedi.”

Bizim parkeler acı geçirmez olacak ki bir altı numara Melahat abla ağladı bir de ben. “İçinde tutup da kurutma yüreğini,” dedi Melahat abla. “Bir de vazgeçme şu turna kuşlarından. Nemrut ablanın işi belli olmaz. Pencereden bırakıverir turnaları.” Nemrut ablam hiç ağlamadı.

Savaş meydanı çok sessizdi artık onun için. Bir taraf çekilmişti ve kazanmıştı sonunda. Derin bir nefes gibiydi bu ölüm. Altı numara Melahat ablayı bile ağlatabilirdi ama ablamı asla. Babamı sevmezdi, benimle anlaşamazdı, turnalardan da pek haz etmezdi. Ama ablam böyleydi, kızgın değildim.

Elime bir kâğıt aldım yavaşça. Ablam, “Bırak,” dedi. Bırakmadım. Babam da zaten bir çengelli iğne dışında hiçbir şey bırakmadı bize. Bir inancı vardı, göğsüne bir çengelli iğne ile iğnelemişti. Hiç dokunmadım göğsüne. Böylece bir çengelli iğnem oldu. Turna kuşu yaptım onunla. Beyaz kâğıttan. Bir iki derken sonsuz turna katarı evin içine doldu. Ne kadar anım varsa bundan ibaretti. Babam öldü. Bir çengelli iğne kaldı elimde. Göğsüme iğneledim. Dokuz yüz doksan dokuzuncu turna kuşunu koydum salonun ortasına. Ölümün babası ölen çocuklardan henüz haberi yok.

Ablam karşıma oturup hesap defterini açtı. Hırsı gözünden döküldü turnaların üzerine. Gözyaşından kabaran geçmiş zaman sayfalarından bir turna kuşu yapmaya başladı. Babam geri dönemesin diye. Elimde son turna kuşu ile onu izledim. Saman kâğıt acı saklamazmış bunu öğrendim. Ablam, “Bininci turna,” dedi sessizce. Bembeyaz turna katarına bir zehir karıştırır gibi attı saman kâğıdı. Babamdan kalan çengelli iğne düştü göğsümden.

“Hani dünya bir masa da her gelen yerini bulup oturmuş, sen uzaktan bakıyorsun ya… Bakma,” dedi ablam. “Bu masada bize yer yok.”

Taziye evinin kapıları kapandı. Ablam yaktı bir kibritle tüm turna katarını. “Sonsuz ömrü olsa…” dedi. “Sonsuz ömrü olsa son dünya uykumuzu gözümüzden söker.”

Melahat abla görse çok ağlardı. Nemrut ablam hiç ağlamadı. Yandı kocaman ev, ahşaptandı. Ellerimi gezdirdim ahşap parkelerin külleri üzerinde. Tutuşan hiçbir turna kuşu uçmak için çabalamadı. Elimdeki son turna kuşu sol gözümün ardına saklandı. Gömdüm ben de turnayı. Uçsa nereye gidecek?

Visited 68 times, 1 visit(s) today
Close
Exit mobile version