Şüpheciliğin kavramsal temellerini Antik Çağ Yunan filozoflarına dayanırsak da bunu insanın yaratılış evresine kadar götürmemiz de elbette mümkündür. İnsan zihni doğası gereği hiçbir şeyi düşünmeden duramaz. Bu da beraberinde somut ya da soyut olan her şeyi irdeleme ihtiyacımızı körüklemiştir. Hatta bazen gördüklerimizin ardında, görmediğimiz safhaları da merak eder, bilmek isteriz. Ne kadar düşünmemeye çalışıp, kurtulmak istesek de aksine daha güçlü bir şekilde kendimizi bu düşüncelerin merkezinde buluruz. Psikologların, Tolstoy’un kardeşiyle yaptığı diyalogdan yola çıkarak “beyaz ayı sendromu” olarak adlandırdıkları bu durum aslında asırlardır zihnimizde kendimizle savaştığımızın bir göstergesidir.   

Peki bu şüphecilik ve bilme arzusu ekseninde günlük hayatımızı nasıl şekillendiriyoruz? Şu bir gerçektir ki, herkesin ilgi alanı farklıdır ve herkes ilgi alanına giren şeyleri sorgulayıp araştırmaya meyillidir. Kimimiz edebiyata merak sararken kimimiz bilime, felsefeye, spora ve daha birçok farklı alana ilgi duyarız. Peki, kendimize bu alanlardan birini veya birkaçını nasıl seçiyoruz da o alanlara aşırı merak duyuyoruz? Zihnimizin rastgele bir kategori seçebilme özelliği olmadığına göre bizi bu alanlara çeken gücün ne olduğunu tam manasıyla anlamlandıramıyoruz. Elbetteki doğduğumuz coğrafya, yetiştirilme tarzımız, eğitim seviyemiz gibi birçok toplumsal, sosyal etken zihnimizin şekillenmesine etki ediyor ama biz yine de bazı özelliklere doğuştan sahip olunduğunu düşünmeyi tercih ediyoruz. Örneğin, herkesin ressam, müzisyen,şair olamayacağını bunun kişinin doğasında bir yetenek olduğunu düşünüyoruz. İşte nasıl yaptığımızı bilmediğimiz bu seçimlerimiz bütün ömrümüz boyunca bizi yönetmeye, şekillendirmeye adeta bir yaşam felsefemiz haline getirmeye devam ediyor.   

Benim de şüphesiz en güzel seçimim, edebiyat ve bilime olan merakım üzerindeki tercihimdir. Bir şairin zihnindeki dünyasına şiirleri aracılığıyla ulaşabilmek, bir romanın başkahramanından yola çıkarak hayal gücümde yeni bir senaryo yaratmak veya ünlü düşünür Descartes’in “iyi kitaplar okumak, geçmiş yüzyıların en iyi insanlarıyla sohbet etmek gibidir” sözünden hareketle daha fazla okuyarak geçmişe yolculuk yapmak en büyük tutkularımdan bazılarıdır. Ve tabi yazmak…Sınırsız bir hayal gücüyle, uçsuz bir dünyanın perdelerini aralamak ve yeni bir “ben yaratmak”. 

İşte bu yüzden nasılını bilmediğimiz, karakterimizi belirleyen, ömrümüzce peşimizden gelen seçimlerimizin bizi kendi varlığımıza götürecek noktalarını belirleyip mutlu bir hayata sahip olabiliriz. Bunun için ihtiyacımız olan tek şey “şüphe etmektir “. Bildiklerimiz ardındaki bilmediklerimizi öğrenebilmek için zihnimizin derinliklerine yolculuk yapmamız gerekmektedir. Unutulmamalıdır ki, kendini keşfetmeyi başarmış insanın mutluluğu da  yanı başında olacaktır. 

“Şüphe ettiğimden bile şüphe ederim” diyen filozofa sevgilerle.

Latest posts by Didem Bayram (see all)
Visited 4 times, 1 visit(s) today
Close
Exit mobile version