Ölmeden önce bütün sırlarını söyleyip sonra dünyaya veda edeni hiç duymadım. Bu şekilde birçok gerçek sonsuza kadar hep gizli ve gizemli kalmıştır.
Ziya Paşa’nın:
Her gördüğün ata sakın deme binektir,
Sırrını verme dostuna, bazıları gevşektir,
Eşeğe altın semer de vursan:
Eşek yine eşektir.
Dörtlüğü başkaca öğütler verse de iki kişinin bildiği sır değildir gerçeğini bir kez daha bize fısıldar ve bu gerçek ister istemez beynimizin tüm hücrelerinde yerleşir. Hatta bu örtme ve saklama isteği usumuzu ele geçirir ve beyin sulkuslarımızda doğruları hapseden bir tür kırılmaz ve geçilmez hapishane oluşturur.
Bazı olay veya durumları saklamanın bir diğer gerekçesi de korku olsa gerek. Korkmasak neden saklayalım ki. Ölümümüze veya ölümden beter olma ihtimaline sebep olacak bir suçu işlediğimizde elbette bunu saklarız. Fakat birşeyleri saklama işi patlamaya hazır bir volkan gibidir. Fokurdayan ve sıcaklığı sürekli artan bir ateş gibi içimizi, beynimizi ve tüm bedenimizi yırtıp dışarı fışkırmak ister. Bu yakıcı sıcaklığa, bu kora karşı korku bazen yetersiz kalır ve en ölümcül gerçekler ortaya saçılır. Bir çeşit intihar gerçekleşir. Gizin ifşası ile ortaya bir iç huzuru, bir ilkbahar esintisi, bir rahatlama ve ağırlıklardan kurtulma hissi yayılır. Bununla birlikte kendine zarar veren bu yeni durumun yarattığı pişmanlık çıkagelir. Pişmanlığa yeni korkular eklenir. Sırdan kurtulmuş olmanın rahatlığı saman alevi gibi sönüverir ve yeni alevler etrafımızı sarar.
Bilinmezlik ve gizem ise pek ilgisini çekmiştir insanların. Her şeyin ortaya döküldüğü banal burumlar ve hiçbir sırrı ve gizemi olmayan kadın ve erkekler pek sıradan pek tekdüze ve pek sıkıcı olurlar. Fakat sırlar sizi daha derin ve gizemli kılar aynı zamanda:
Bırak bütün insanlar seni tanısın.
Ama;
Hiç kimse seni tam olarak tanımasın.
İnsanlar sığ yerini gördüklerinde,
Dereyi rahatça geçerler.
Benjamin Franklin
Saydam bir bardağın içindekileri zaten herkes görürken merak ve ilginin beklenmesi akla ve mantığa hiç uygunun düşmez. O nedenledir ki belki de sağlamlığı ve kırılganlığı kontrolünüzde olan duvarlarınız olmalı. Görünmek istemediğinizde bir sığınak olurken bu duvar size, istediğiniz vakitte seçici bir geçirgenlik sağlayacaktır içinize. Hem tüm sırlarınız ortada iken siz artık siz olarak nasıl kalabilirsiniz ki!
Sakladıklarımız ise her zaman kendimize ait değildir. Kendimizle ilgili sırlar yalanlarımızdan, başkası ile ilgili sırlarımız ise fazla açık kulaklarımızdan ve fazlaca açık gözlerimizden kaynaklanır. Gövdenize akıttığınız her damla gizem ve sır testinizi daha fazla dolduracak ve en sonunda da testiniz taşacaktır. Taşan bu sudan ilk ıslanan ise yine siz olacaksınız. Onun içindir ki sır edinmemek en akıllıca yol olsa gerek. Bu durumda karşımıza hemen “Açık kapıyı kapat” emri çıkıverir. Bu kapıyı kapatan emir; gözünü ve kulağını gereksiz ses ve görüntülere kapat direktifidir. Sessizlik mutluluktur. Görmezsen ve duymazsan sıkıntılar kapısı aralanıp seni içine çekmez. Kendini ateşe atmazsın. Görme ve duyma işte sırların daha oluşmadan önceki panzehiri. Zehir oluşmazsa panzehire ise hiç gerek kalmaz.
Ben ise seçimimi görmek ve duymaktan yana kullanmayı yeğlerim. Gözünüz ve kulaklarınızı tüm gerçeklere kapattığınızda sonuç kör ve sağır olmaktır. Sırrım yok diyorsanız sizin hayatınız budur.
Aksi ise şudur; yaşamak…
Lâkin unutulmaması gereken bir şey vardır ki; bizatihi yaşamın kendisi sırdır.
- Sırlar Üzerine - 10 Ekim 2020