Yazar: 20:22 Genel, Öykü

Ruhumun Rengi

Hayatta yollar, aşılması zor engeller vardır. Belki de başarıya ulaşmak için hayata dört elle, inatçı bir şekilde sarılmak lazımdı. Ferit, erkek kıyafetinin içinde tatlı ama biraz da deli fişek bir kız çocuğuydu. Ona bakınca gençliğimi hatırlıyordum. İleride bir gün benim gibi yalnızlığa mahkûm olmasını istemiyordum. Hayatımın sayfalarını temize çekmekti niyetim belki de. Onun hayatı düzeldikçe kendi hayatımdaki arızalar yok olup gidecekti. Annelerin evlatlarına yaptığı şey de biraz böyle değil midir? Kendi hayatındaki hataları bir başkasının hayatında rehber edinmek! Elimden geleni yapmak istiyordum.  Onun renklere olan düşkünlüğü beni de çok etkiliyordu. Ruhunun renkleri ortaya çıksın istiyordum. Bir gün sadece ona özel bir elbise diktim. İstediği gibi boncuklu. Tüm renklerin onun ruhundan yansıdığını görüyordum. Küflenmiş hatıralarla dolu sessiz terzi dükkânıma ışık ve renk getiriyordu. Onun gençliğinin enerjisi beni mutlu ediyordu. Ona bakınca kendimde yaşama devam edebilme gücünü, isteğini buluyordum. İnsan bazen birilerine bakınca onun her şeyi kendinden daha iyi başaracağına inanır. İşte ben de ona inanıyordum. Benim yapmadığım,yapamadığım ne varsa o yapabilirdi. Bütün gece uyumayıp içimdeki umutlara onun umutlarını ekledim, elbiseyi diktim ve dükkâna gelir gelmez önüne koydum. O gün yaşanacakları nereden bilebilirdim ki! Kul planlar yapar kader gülermiş. Olanlar oldu. Ferit’in “Çalıkuşu” romanındaki Feride olmasını istiyordum. Feride gibi mağrur ve çalışkandı.  Çalıkuşu gibi onun hikâyesinin de mutlu sonla bitmesini istiyordum. Feride olsun umuduyla yaşarken onun başına gelenlerin yaşanabileceği hiç aklıma gelmezdi.

***

Boya fırçalarının darbelerini vuruyorum asla sahip olamayacağım villanın duvarlarına… Babam diğer odadan sesleniyor.

Ferit, kızım gel.”

Evet ismim Ferit hani Tarık Akan’ın filmindeki gibi.

Ben dört kızın en sonuncusuyum. Babam ne olursa olsun, kız da olsa adını Ferit koyacağım demiş. Annem ne yapsın ki! Zaten erkek doğuramıyorum diye suçlanmış. Kendini suçlu hisseden annem susmuş ama hep susmuş. Erkek gibi büyüdüm ben, haşarı oğlan çocuğu gibiydim. Sokakta maç yaparken eve hep kirli elbiselerle dönerdim. Kimse bana bir şey diyemezdi. Babamın eli üzerimdeydi. Bu da benim işime geliyordu tabiiki. Ayrıcalıklı, oğlanımsı bir kız çocuğuydum. Evde yaptığım her yaramazlığı ablamların üstüne atardım. Onlar azar yerken ben keyfime bakardım. Okulda da oğlan çocuğu gibi davrandığım için arkadaşlarım hep erkekti. İlkokulu bitirene kadar her şey çok güzeldi. Hayallerle dolu dünyam vardı. Ortaokulun ilk yıllarında henüz bende bir değişiklik yoktu. Ne zamanki ergenliğe girmeye başladım, işte o zaman her şey alt üst oldu. Bu arada orta son sınıfa gelmiştim. Oğlan kıyafetleri içinde bile alımlı bir kız olmuştum. Mahalledeki erkek çocuklar bana bakarlardı, bilirdim. İşte o zaman mağaza vitrinlerinin karşı konulmaz ışıkları beni kendine doğru çekmeye başladı. Pul, payet, boncuk, swarovski taşlar pırıl pırıl göz kamaştırıcı, tüm dünyamı onlar kaplamıştı.  Bir de Terzi Mediha vardı. Hiç evlenmemiş, annesi öldükten sonra bir başına kalan, tek başına yaşayan güzeller güzeli Mediha. Kimse bilmez onun ne güzel olduğunu. Bir ben bilirdim bir de Hatice işte. Bu sebeple onun dükkânına gitmeye başladım. Sürekli onunla sohbet ederdik. Hatice de lisede okuyordu o zamanlar. Onunla da sahafa gide gele tanıştık. Terzi dükkânının karşısındaki sahaftan da ilgimi çeken romanlar alır, okul kitaplarımın arasına saklardım. Okurken hep heyecanlanırdım. Geceleri herkes uyurken odamın lambasının loş ışığında okurdum. Ailem ders çalışıyorum sanırdı oysa ben her gece hayalden hayale koşardım. Belki de okurken yüreğimin coşkusunu dindirmeye çalışıyordum. Her gece aynı hayallerle uykuya dalıyordum.

İlkokuldan beri mahalleden arkadaşım olan Yusuf’a aşıktım. Her sabaha onu gördüğüm zaman heyecandan ellerim terler, kalbim yerinden fırlayacakmış da tutamayacakmışım gibi hissederdim. Bazen boğazım kurur, yüzüm kızarırdı. Bana doğru eğilir, yüzüme “Sana yine ne oldu oğlum?” derdi. O hâlâ bana oğlum diyordu ama ben ona sevgilim demek istiyordum. Onun yüzünden içli içli şarkılar dinliyordum. Müslüm Baba “Böyle bir aşk görülmemiş dünyada…” dedikçe gücümün yettiği kadar bağırmak istiyordum. İçime içime çığlıklar atıyordum. Aşıktım ve bunu anlatacağım tek arkadaşım ise Mediha ablamdı. Hatice’ye de anlatıyordum ama o üniversite sınavlarına hazırlanıyordu. Gece gündüz ders çalışıyordu. Tek derdi geleceğiydi. Haklıydı. Eskisi kadar yanımıza uğrayamıyordu. Babam beni işe götürüyordu. İyiden iyiye usta olmaya başlamıştım. Renkler işte o zaman beni çok daha fazla etkilemeye başladı. Renklerin dünyasında kaybolurdum; gökyüzünün mavisi, bahçemizdeki söğüt ağacının yeşili, narın kırmızısı…Hepsi benim dünyamı kaplamıştı.

Bir gün Mediha abla bana çok güzel bir elbise dikti.  Her şeyin güzel olacağına o kadar inanıyordum ki… Terzi dükkânından çıktım. Okulun köşesinde Yusuf’u bekledim. Kaç zaman geçti, Yusuf   gelmedi. Benimle sözleşmişti, gelecekti. Söz vermişti oysaki! Söz tutulan bir şey değil mi? Değil miydi? Yoksa ben mi yanlış öğrenmiştim? O gün hayatımın en kötü günü olabilirdi. Günlerce üzüntüden ve meraktan ne yapacağımı bilemedim. Çünkü annesi Yusuf’u da alıp memleketine gitmişti. O güne kadar babasının yaptıklarını bilmiyordum. Mediha abla anlattı sonraları. Babası, annesini dövüyormuş. Kumarda da bir sürü para kaybetmiş. “Bunca sıkıntıya, şiddete dayanamayan kadın, sonunda adamı terk etti.” dedi. Acı, içimde alev almış, beni birdenbire daha şiddetli yakmaya başlamıştı. Daha başlamayan aşkım o gün bitmişti. Dünya başıma yıkılmıştı ve ben o enkazdan Ferit olarak çıkmıştım. Artık kadın olarak yaşamak istemiyordum. Erkek gibi yaşamaya devam ettim sonraları. Alıştım, öğrendim, büyüdüm. Kendimi boyacılıkta usta olmaya adadım. Renklerin dünyasında kayboldum. Ruhumun taşkınlıklarını gizlemeyi öğrendim. Babamın kız doğan fakat oğlan olarak yaşayan çocuğuydum. Herkes evlendi, el ayak çekildi, annem öldü. Mediha ablamı da toprağa verdim. Hatice iletişim fakültesini bitirdi. Memur oldu, evlendi, bir oğlu oldu. Belki de gençlik zamanlarında sürekli kitap okuduğu için sonunda yazmaya başladı. Ben babamın bana kurduğu, bedenimdeki hapishanede yaşamaya devam ettim. Hatice ablamın sözleri zihnimde hep yankılandı. 

“Yarım kalmasın…”

Editör: Ekin Köklü

Latest posts by Züleyha Yılmaz (see all)
Visited 24 times, 11 visit(s) today
Close
Exit mobile version