Yazar: 18:05 Röportaj

Polisiye Sesler: Tuna Kiremitçi

Tuna Kiremitçi, Mezun Cinayetleri kitabı ile polisiye yazarları arasında hızlıca yerini aldı. Peki, Tuna Kiremitçi edebiyatın “öteki”si polisiyeye nasıl başladı?

Zekâya âşık bir insanım. Gençken yazdığım romanlarda da arada ufak tefek polisiye unsurlar vardı. Bir gün doğrudan suç romanı yazmaya karar verdim. Bu türe duyduğum sevgi ve saygının yanı sıra, günümüz dünyasını en samimi şekilde polisiyenin anlatabileceğini düşündüm. Ayrıca polisiye, XXI. Yüzyıl’da kendi sınırlarını genişleterek diğer türlerle etkileşime geçti. Mezun Cinayetleri‘nin konusu epeydir hazırdı. Pandemiden dolayı müzik işleri durunca artık oturup yazayım dedim. 

Sanat siyasetin üstünde ve hatta iç içeler. Polisiye ile siyaset gündemi arasında nasıl bir bağ var?

Petros Markaris’in dediği gibi, XX. Yüzyıl’daki toplumsal romanın misyonunu günümüzde polisiye devraldı. Yani “katil uşak mı?” diye sormanın ötesinde bir polisiye evreni var bugün. Ama gizeme dayalı, okurla yazarı eğlenceli bir oyuna davet eden yanı da tabii ki değişmiş değil. Haliyle psikoloji, kriminoloji, sosyoloji gibi bilimlere uzanmak zorundasınız. Suç kavramının bizzat kendisini tartışan romanlar bile var. Benim romanlarda da gündemin yansımaları mevcut. Tabii kurgunun gerektirdiği şekilde.

Yazmak için özel bir ritüeliniz var mı?  Özellikle polisiye yazarken en fazla hangi aşamada çok vakit harcıyorsunuz?

Orijinal bir öykü fikri bulmak ve romanın yapısını kurabilmek en kritik aşama. En çok onlara zaman harcadığımı söyleyebilirim. Herhalde çoğu polisiye yazarı da böyledir. Bu ikisini başardıktan sonra mesainin zevkli kısmı başlıyor. Genellikle sabah saatlerinde, romana özel oluşturduğum şarkı listesini dinleyerek yazıyorum.

Polisiyede komiserlerin birçoğu erkek, her ne kadar son dönemlerde bu kırılmış olsa da hâlâ egemen bir erkek sesi var türün içinde. Bu erkek ses ile kadın polisiye yazarlarına ne söylersiniz?

Edebiyatta kadın dedektiflerin öncüsü, Thomas Harris’in 1988 tarihli Kuzuların Sessizliği romanındaki FBI ajanı Starling… Düşünün, Sharlock’tan yüz yıl sonra! Neyse ki özellikle XXI. Yüzyıl’da arayı kapatmaya kararlı pek çok iyi kadın karakter yazıldı. Stieg Larsson’un Ejderha Dövmeli Kız romanıyla feminist diyebileceğimiz bir polisiye ortaya çıktı. Bu anlamda ben de feminist polisiye yazıyorum diyebilirim. Kadın polislerin maço erkek dünyasında yaşadıkları zorluklarsa romana ayrı bir derinlik katıyor. 

Güçlü kadın karakterler erkek karakterleri rahatsız ediyor mu? Hikâye içerinde kahraman ya da karakterleri yazarken özellikle kadın karakterleri yazarken nasıl bir içsel motivasyon ile yazıyorsunuz?

Dediğim gibi, yazarken bakış açım feminist. Kadın karakterler yaratmak içimdeki kadını keşfetmemi sağlıyor ki sevdiğim bir şey bu. Mesela Başkomiser Perihan gibi anaç görünümlü bir insanı karanlık ve kanlı bir suç dünyasının karşısında hayal etmek, beni yazmaya motive eden fikir. Yardımcısı Komiser Ayla ise onun tam tersi. Başına buyruk ve nevrotik bir kadın. İkisini yan yana düşününce içimden hemen heyecanlı sahneler yazmak geliyor.

Peki hem polisiye yazarı, hem polisiye okuru bir yazar olarak favorilerinizi öğrenmek isteriz.

En çok Amerikan Kara Roman geleneğini seviyorum. Raymond Chandler, Dashiel Hammet ve James Ellroy… Ayrıca Mankell gibi İskandinav, Camilleri gibi Akdenizli ustaları da severim. Bizimkilerden de Elçin Poyrazlar, Ahmet Ümit ve Celil Oker en beğendiğim isimler. Ayrıca Sevil Atasoy’un kriminoloji ve adli tıp çalışmalarından yararlanıyorum.

Tuna Kiremitçi’nin heybesinde neler var?

Dördüncü Başkomiser Perihan Uygur romanı yavaş yavaş demleniyor.  Bu sefer kendisini bir yurtdışı görevinde göreceğiz. Haydi hayırlısı.

Editör: Elif Türkoğlu

Visited 111 times, 1 visit(s) today
Close
Exit mobile version