Biliyorum, şimdi okuyacaklarınıza siz de inanmayacaksınız sevgili okuyucular. Çünkü bugüne kadar kimse inanmadı. Ama ben anlatmaktan vazgeçmedim ve vazgeçmeyeceğim. Bu deneyimi benden başkaları da yaşamış olmalı, yoksa deli damgası yiyeceğim. Damga umurumda değil de ya ben de inanırsam deli olduğuma?
5 Nisan Salı günü, her zamanki gibi saat dokuz civarında uyandım. Gece geç yatmış, yazmaya başladığım öyküyü tamamlamaya çalışmış, ama sonunu yine istediğim gibi bağlayamamıştım. Uykum gelmişti, “Sabah tekrar düşünür, içime sinen bir sona bağlarım,” dedim.
Yıllardır alışkanlığımdır, gözlerimden uyku aksa bile birkaç sayfa okumadan uyuyamam. Virginia Woolf’un Orlando kitabını okuyordum bir süredir.
“Kadın ya da erkek olmak ne kadar da aldatıcı bir şey, belki de gerçekte ne biri ne de diğeriyizdir.” diyordu kraliçem Virginia Woolf.
Etkilenmiştim yazdıklarından, kalem aradım altını çizmeye. Komodinin üzerinde yoktu, sayfayı neredeyse ortasına gelecek şekilde kıvırdım. Yarın tekrar okumalı, altını çizmeli, kenarına kendi fikirlerimi ve sorularımı not etmeliydim. “Benden ödünç kitap istemeyin,” derim arkadaşlarıma, “Ne kıymetli malın var,” derler. Malın kıymetinden değil tabii ki benim verdiğim kitabı okuyanın kafası karışır da ondan.
Nerede kalmıştık, evet dokuzda uyandım, Alfa ayaklarıma pati vuruyor, parmaklarımı ısırıyor, “Hadi kalk, acıktım,” diyordu. Ah benim güzel yumoş kızım acıkmış diyerek yataktan kalktım. Alfa’nın gözleri fal taşı gibi açılmış, bütün tüyleri dikilmiş olarak ok gibi fırladı odadan dışarı. Anlamadım, ben kalkmadan o banyodaki mama kabının başında beklerdi her zaman. Önce oyun oynamak istiyor, hanımefendinin bugünkü ruh hali de bu demek ki diye düşündüm.
Banyoya yöneldim, ışık açıktı. Gece tuvalete kalktım, açık bıraktım herhalde diye düşünürken lavabonun musluğunun da aktığını fark ettim. Yok artık bunu da mı yaptım derken aynadaki görüntüme takıldı gözüm. Çığlık çığlığa yatak odasına koştum, yatağa girip yorganı başıma çektim hem ağlıyor hem de korkudan titriyordum.
Orada o şekilde ne kadar kaldım bilmiyorum. Yorganı açtım, “Alfa!” diye seslendim. Sesim kulağıma yabancıydı, Alfa odanın kapısına kadar gelmiş, içeri girmiyordu. Avcı pozisyonunu almıştı, sinek avlarken de böyle pozisyon alırdı.
Hadi diyelim ki ben kafayı yedim, kedi de mi yedi? Cesaretimi toplayıp banyoya girdim, aynaya baktım, bir adam da aynadan bana bakıyordu. Elimi kaldırdım o da kaldırdı, başımı kaşıdım o da kaşıdı, gözlerinden korku akıyordu. Demek ki benim de gözlerimden korku akıyordu, ağlamaya başladım o da ağlıyordu. Gözlerimi ovuşturdum, yüzüme soğuk su çarptım. Aynanın arkasını, aynalı dolabın içini, banyonun duvarlarını kontrol ettim, her şey normaldi. Tekrar aynaya bakıp incelemeye başladım görüntümü. Benim bildiğim benden, epeyce uzundu. Kumral, beyaz tenli, gür saçlı ve kaşlı, hafif sakallı, kalın dudaklı, ela gözlü bir adamdı. Dişlerini merak ettim, ağzımı açtım. O da açtı, dişleri düzgün ama kirliydi, acele acele dişlerimi fırçaladım, baktım onun dişleri de şimdi daha iyi görünüyordu. Bayağı yakışıklıymışım derken buldum kendimi şaşırdım, kabul etmiş miydim bu durumu ne oluyordu bana?
Dizlerimin bağı çözüldü, yere oturdum hüngür hüngür ağladım. Sonra ayağa kalktım tabii canım rüyadaydım, gene o karmaşık ipe sapa gelmez rüyalarımdan birini görüyordum. Yatağa girip tekrar uyuyacağım, uyanınca her şey normale dönecekti.
Odaya girdiğimde Alfa en saldırgan pozisyonunu almış, genlerinden gelen aslan kükremesini taklit eden sesler çıkarıyor, adeta beni parçalamak için bekliyordu. Ürperdim. Benim yumoş kedime ne olmuştu böyle? “Bravo valla kızım sana,” dedim kendi kendime, tebrik ederim kediyi bile bu kadar ayrıntılı görmek herkesin harcı değil. Yatağa yöneldim, o sırada Alfa bacağıma öyle bir saldırdı ki acıdan yere yuvarlandım.
Hem tırmalamış hem de ısırmıştı, bacağım çok fena kanıyordu. Mutfağa gittim, ilaç kutusu oradaydı. Yarayı önce batikonladım, sonra bir yara kremi buldum onu sürdüm, üzerini gazlı bezle kapattım ama canımın acısı geçmemişti. Birden karnımın çok acıktığını hissettim, topallayarak çaydanlığa azıcık su koydum. Su kaynarken nescafe kavanozunu çıkardım, ne yapıyorum ben? Aç karnına kahve içersem midem bulanır benim, önce çay içip bir şeyler yemem lazım. Bu arada su kaynadı fincana kahveyi ve sıcak suyu koyup karıştırdım. Neden bunu yapıyorum? Hiçbir fikrim yok, “Ne bitmez rüyaymış,” diye düşündüm. Yavaş yavaş eğlenmeye başlamıştım, bakalım nereye kadar sürecek bu iş. Kahveyi alıp topallaya topallaya salona geçtim, bir sigara yakıp, Halk TV’yi açtım izlemeye başladım. Günün haberleri canımı sıkmıştı ama aç karnına kahve ve sigara da fena değilmiş diye düşündüm. Bayağı keyifli, hem iştah keser, kahvaltıda fazla ekmek yemem.
Tam aksine öyle bir kahvaltı hazırladım ki mübarek Van’ın serpme kahvaltısı. Üstelik ne varsa silip süpürdüm, hayatımda ilk defa bu kadar yedim, öyle doydum ki uyanınca artık üç gün hiçbir şey yiyemem, diye güldüm. Keyfim yerindeydi, hava da çok güzeldi, dışarı çıksam mı? Çıkayım tabii, rüyamda defalarca Floransa’ya gitmiştim, belki gene oraya giderim.
Üstüme ne giyeceğim? Benim kıyafetlerim, yeni benin üstüne olmaz ki. O sırada depoya kaldırdığım eski kocamın birkaç parça giysisi geldi aklıma. Allah’ın cezası herifin bir kot pantolonu, pijama altı, iki üç tane de donu vardı. Aklına eser de ister diye atmamıştım. Kot işimi görürdü, üzerime de benim büyük t-shirtlerden birini giydim mi tamam.
Hay ben böyle rüyanın da içine edeyim, böyle rüya mı olur? Gideceksen gidersin, kıyafet mi ayarlarsın üstüne, çıplak bile gidersin, neyse bilinçaltımla, bilinçüstümün çatışması bu sanırım. Bilinçaltıma teslim olmayacağım, her şeyi mantık çerçevesinde yapacağım, bakalım ne olacak.
Asansöre bindim, aynadaki görüntüme bakınca kahkahamı tutamadım. Altımda eski kocamın eski kotu, üstünde kocaman “Don’t worry, be happy.” yazan kanarya sarısı dapdar bir t-shirt; o kadar dardı ki hem göbeğim çıkmış hem de pazularımı sıktığı için kolları yukarı doğru kıvrılmıştı. Ayaklarımda, şimdiki kocaman ayaklarımı içine sokamadığım için arkasına bastığım spor ayakkabılarım, çapraz astığım kırmızı renkli Kipling marka çanta. Dağınık saçlarım, hafif kirli sakalım, gözümde kedi gözü gibi uçları yukarı doğru çekik gözlüğümle ne garip bir şey olmuştum. Aynadan gözümü alamadım.
Asansör iki kat aşağıda durdu, Nesrin bindi. On senelik komşum, çok severim, biraz da safçadır, dur şuna bir laf atayım bakalım ne yapacak.
“Ne haber kız gene kuaföre mi?” Afalladı, etrafına baktı,
“Bana mı dediniz?” diye sordu.
Koca sesimle kocaman bir kahkaha attım,
“İkimizden başka kimse var mı yavrum?” dedim.
Panikledi, kızardı, cırtlak bir sesle,
“Siz beni nerden tanıyorsunuz? Terbiyesiz adam, şimdi bütün apartmanı başımıza toplarım, uzak durun benden!”
O sırada zemin kata gelmiştik, başım belaya girmesin diye hızla uzaklaştım oradan ama Nesrin’e de öpücük atmayı ihmal etmedim.
Epeyce dolaştım, kıştan sonra bu hava resmen çarpmıştı beni. Üstelik bacağımın acısı devam ediyor, ayakkabının arkasına basmaktan da topuklarım ağrıyordu. Baktım rüyanın Floransa’ya falan götüreceği yok, bizim mahallede gezinip duruyorum, eve geri döndüm.
“Alfa!” diye seslendim, çıt yok. Halbuki beni kapıda karşılamaya bayılır. Yolluğun üzerine sırt üstü uzanır, göbeğini kaşıtır, böylece hoş geldin, diyerek uyukladığı koltuğa geri dönerdi. Bir daha seslendim, ı-ıh saklandı demek ki, çıkar birazdan, suçlandı tabii annesinin bacağını parçalayınca.
Üstümdekileri çıkardım, çırılçıplak yatağa uzandım, Virginia Woolf’un Orlando’sunu okumaya başladım, işte bu rüyanın sebebi Orlando, diye düşündüm. Okursan Orlando’yu görürsün böyle rüyayı.
Birisi hem kapının ziline basıyor hem de kapıya vuruyordu. Alfa benden önce kapıya koşmuş miyavlıyordu, çırılçıplak olduğumu fark ettim, bir yandan “Geliyorum!” diye bağırıyor, bir yandan da üzerime bir elbise geçirmeye çalışıyordum. Telaşla kapıyı açtım, Nesrin’di kapıyı deli gibi çalan.
“Aklım çıktı, hayrola, nasıl kapı çalmak böyle?”
Hızla salona yöneldi, “Akıl çıkması neymiş, anlatayım da gör,” diyerek.
“Aaaa bacağına ne oldu senin?” Bacağıma baktım, halen sızlıyordu, “Alfa yaptı,” dedim ve durdum. Alfa rüyamda yaptı diyecektim az daha, doğrusu buydu ama kafam karıştı, rüyamda ısırıp, tırmalamışsa Nesrin nasıl görebiliyordu yara izini? Neden halen canım yanıyordu benim? Yok anlatamayacağım sanırım, bu konuda biraz düşünmem gerekiyor.
“Dinle bak ne geldi başıma, hem de apartmanda, çok dikkatli olmalıyız, üstelik yalnızsın, göz deliğinden bakmadan kapıyı açma sakın, etraf sapık dolu.”
Ve başladı rüyamın asansörlü ve Nesrin’li kısmını anlatmaya. Deli olacağım, günlerdir düşünüyorum, bu nasıl olabilir? Rüya olmadığına eminim artık, iki şahidim var aslında biri Alfa, diğeri Nesrin. Nesrin’e anlattım, “Benim anlattıklarımı süsleyip püsleyip geri bana anlatıyorsun, yazıyorsun yine maşallah,” dedi, inanmadı.
Alfa’ya soruyorum, suratıma kızgın kızgın bakıyor. Uzmanlık alanı kedi psikolojisi olan bir veteriner var mıdır acaba? Alfa’nın dilinden anlayacak, duygularını tercüme edecek, bana da yaşadığımın ne olduğunu açıklayacak.
Editör: Aydın Kayabaşı