Kaldırım taşlarının biçimini bilmek yeterli tüm hataların bedelini düşünmeye. İnsan aklının haritasından şaşar, dalıp gittiği yerde gereksiz kalır. Böylece boş bulunur tüm fikirlerinden. Söyleyecekleri çığırken belirsizlikleri sebep bilip susmayla o çığırların altında kalır. Yerle bir olmuşluğun tarifini böyle verir hisler. Tüm dolambaçlı yollarda bildiğin yerden sapma olarak verir lügat, kaybolmanın manasını. Bense eğri fikrin doğru yolda ilerlemesinin kaybolma olduğunu iddia ederdim.

Tüm yazılmışların bana anlamsız gelmesi içimdeki ben ile dışımdakinin arasındaki nefes kesici, pürüzsüz, çocuk hisli uçurumdan gediğini bilirdim. Ben on uçuruma düşmeyi ölüm kabul eder, defalarca kez o çocuğu silmek isterdim hayatımdan. Benim hayatım kelebeklerin yaşadığı ömrün vaktini değil, vakitte yaşadıklarını türlü ömre sığdırmayı, en azından düşlemeyi, amaç bilirdi kendine. Benim hayatım böyle kısa bir nefese evren yasalarını sığdırmakla geçerdi. Belki o kısa nefes zulme kadar fırsat verebilirdi benim canıma. Canım canımdan geçtiğinden beri o vakit dokunamadı hiç bana. Yaşadıklarım bir akışı anlamlı hale getirmeye yetti. Bir akış yıllanabilir bir dere yatağının ortasında, çağlayabilir de. Akışın verdiği şehvet kayalara iz bırakabilir. Bu akışta durulmayanı ağlatırlar bunu da bilirim. Hayatım hep ağlamayı bilerek sefere hazırlandı. Seferde o kayalara çarptı, izi yakaladı ve son buldu. Bir vakte kaç akış izin verir de ömür özgür kalır? Benim engelim de buydu. Akışa hep yön vermek sonra o yoldan dönmek. Engele engel koymak bir akıllının yapabileceği türden bir eylem değildi. Zihnimdeki tüm sessizlik bu akışta durulmayı öğütledi. Benimse durulmalarım hep geç kaldı. Eğer o belirsiz aklı dinleyebilseydim böyle saplanmazdı taşlar yüreğime. Aklımı sıyıran kurşun da benim hatamdı. Benim vakitsizliğim, tüm ölümlere ağırdı. Bir ömrü düşlemek yatağımda sol taraftan umuda ağlamak, coşmak, sonra o coşkunlukta yaralanmak değildi. Ölüme hazırlanmaktı, yaşamanın acımasızlığını ipe dizmekti. Sonra hayatımdaki akışın coşkunluğu durulurdu. Ben sanki suya inat yaşamış gibi öldüğümle kalırdım. Akış kırıldığım yerde tamamlardı görevini. Engellerim, yaşanmışlıklarım hatta yaşanmamışlıklarım bile kaybedilmiş bir anlamı doldurmaya yetmezdi. Ansiklopediler sözcük vermek istemezdi cümlenin tamamlanmasına. Yüklem hep sahipsiz kalırdı. Özne yoklukla özdeşleşmiş, duygular kalıbını kaybetmiş olur; hayat tüm zulme rağmen devam ederdi. Tüm gerçeklik soğuk ve sert topraklarda çiçek olur büyürdü. Ben gülümserdim. Yaşadıklarımın büyüttüğü yerde olmak güven verirdi. Tüm hayatım kelimelerle şekil bulup oluşan bir vazoyu anlamlandıran çiçek olurdu. Ben kendimi mutluluğa hediye ederdim. Tüm geç kalmışlıklara rağmen ben yeniden deneyebilirdim. Umuda ağlamayı güç alıp kendime, yeni bir ben oluştururdum. Her şeye inat ben yeşerirdim. 

Latest posts by İrem Gül Yılmaz (see all)
Visited 14 times, 1 visit(s) today
Close
Exit mobile version