Yazar: 16:30 Röportaj

Neslihan Önderoğlu ile Söyleşi

Eserlerini yalın bir dille yazan, üretken bir yazarla Mahal Edebiyat’a “Merhaba!” diyorum. Hepimizin yakından tanıdığı Neslihan Önderoğlu ile Mahal Edebiyat’ta süregelecek olan söyleşilerimize başlamak, benim için de heyecan verici.

Söyleşimize geçmeden yazarımızdan bahsetmek isterim. Boğaziçi Üniversitesi İşletme mezunu. 2012 yılında hayatının akışını yazmaya çeviriyor. Başlangıçta senaryo ile ilgileniyor ama orada mutlu olmayınca yönünü öyküye çeviriyor. Neslihan Önderoğlu, “anlatma telaşına” düşmeden olayı ve karakterleri okura işaret ederek “gösteriyor”. Böylelikle okur, yazarın sinemaya olan yakınlığını öykülerinde ağırlıklı olarak görebiliyor.

İlk kitabı 2012 yılında yazdığı İçeri Girmez miydiniz? ile 2013 Haldun Taner Öykü Ödülü’nü alıyor. Yeryüzü Yorgunları 2019 Melih Cevdet Anday Edebiyat Ödülü’ne değer bulunuyor. Sarnıç, Notos, Sözcükler, Kitap-Lık, Türk Dili, Ada, Özgür Edebiyat, İzafi, Öykü Teknesi gibi dergilerde ve birçok seçkide öyküleriyle yer alıyor.

Neslihan Önderoğlu için “küçük olaylardan büyük öyküler yazan kalem” diyebilirim. Güçlü ve titiz gözlem yeteneğine sahip. Bunun doğuştan mı yoksa sinemaya olan tutkusundan mı kaynaklandığını elbette merak ediyorum.  Merak ettiğim bir şey daha var: Neslihan Önderoğlu yazar olmak için edebiyat eğitimi almanın çok da gerekli olmadığını düşünenlerden. Bunu da konuşalım istiyorum ve sorularımı Mahal Edebiyat için soruyorum.

Sevgili Neslihan, öncelikle Mahal Dergi adına söyleşi teklifimi kabul ettiğin için teşekkür ederim. Hemen merak ettiğim konudan giriş yapalım: “Yazar olmak için edebiyat eğitimine gerek yok,” diyenlerdensin. Bu söylemini okurlarına ve edebiyata ilgi duyan herkese yön vermek adına biraz açabilir misin?

Öncelikle ben teşekkür ederim Nilgün. Soruna gelince, gerek ülkemizde gerek yurtdışında önemli sayılan edebiyatçıların özgeçmişine baktığınızda bunların değişik meslek gruplarından olabildiğini, farklı yaşam deneyimlerinden geldiğini görebilirsiniz. Elbette iyi bir okur olarak başlamış ve kendilerini bu kulvara hazırlamışlardır ama bir yazar olmak için illaki üniversitede edebiyat eğitimi almak gibi bir zorunluluk yoktur. Dahası belli normlarda verilen, başkalarınca belirlenmiş bir edebiyat eğitimine sıkışıp kalmamak bana daha doğru geliyor. Her iyi okurun kendi bulması gereken bir yolu var.

“Ben gerçek okurun öykü okuru olduğunu düşünüyorum,” diyorsun. Öyküye önem veriyorsun. O halde bir öyküyü unutulmaz kılan nedir?

Öykü bana göre yazması da okuması da daha zor bir tür. Bir kere hareket alanınız kısıtlı ve o kısıtlı alan içinde anlatmak istediğiniz meseleyi öyle bir tasarrufla anlatmak zorundasınız ki ne bir eksiği ne de fazlayı kabul etmez öykü. Tıpkı çok narin bir kumaştan giysi dikmeye benzer. En ufak bir pot, yanlış bir dikiş sırıtacaktır.

Her öykünün bir ritmi ve matematiği olduğunun altını çiziyorsun. Evet, benim de çok yabancı olmadığım bir tanımlama “öykünün matematiği”. Bunu okurlarına ve hatta yeni yazmaya başlayanlara anlatmak istesen neler söylersin?

Öykünün matematiği değil metnin matematiği diyelim biz ona çünkü bütün edebi metinler bir matematik içerir. Öykü özelinde bakacak olursak elimde anlatmak istediğim bir meseleyle yola çıkıyorum. Bunu en iyi nasıl anlatırım? Hangi anlatıcı, hangi zaman kipi, hangi mekân, kaç karakter, nasıl bir anlatım biçimi seçeceğim ki ben bu meseleyi en iyi şekilde ortaya koyabileyim? İşte bu bir matematik işi değildir de nedir?

Neslihan Önderoğlu, hayatın içinde aslında sıradan olaylar diye nitelediğimiz ama bizi acıtıp geçen, belki de unutmak istemediğimiz olayları kurguluyor. Kısaca küçük olaylardan büyük öykülere diye özetliyorum. Bunu başarmak için öğüt maddelerin olsa, sıralama nasıl olur?

Edebi metinlerde büyük olayların, büyük büyük şeylerin, türlü ilginçliklerin peşinde koşmaktan kaçınırım. Hiç yazılmamış bir şey bulayım ya da okuru şaşırtayım gibi bir derdi olmamalı bir yazarın. Hayatın kendisi zaten en büyük mesele. Günlük hayatımızda gerek kendi başımızdan geçen gerek tanığı olduğumuz ve gözlemlediğimiz şeyler bizim için en önemli ilham kaynağı. En önemli şey, ayrıntılardır. İyi bir yazarın her zaman sıradan olan şeylerin içindeki ayrıntıları görebildiğine inanırım.

Eserlerin büyük çoğunluğu ucu açık öyküler. Bu “Neslihan Önderoğlu stili” diyebileceğimiz kadar çoğunlukta. Bunu bilinçli şekilde yapıyorsun sanırım. Burada okurun katkısını mı beklemektesin? Hayal kurmasını, devamını kendi isteğine göre getirmesini mi sağlamak istiyorsun?

Evet, tam olarak öyle Nilgün. Benim öykülerim de romanlarım da “açık uçlu” dur. Çoğu okur bundan fazla hoşlanmaz. Çünkü biz hep kesinlik aramaya alışmışızdır. Ancak bana göre edebiyat okurun da katılımını gerektirir. Bana bazen söyleşilerde bir öykü ya da roman için “Ondan sonra ne oldu?” diye soranlar olur ve ben de “Siz nasıl hayal ettiyseniz öyle oldu.” diye cevap veririm. Gerçekten de böyledir.

Evet, girişte de söylediğim gibi güçlü bir gözlem yeteneğin var. Öykülerini film izler gibi okudum. Kahramanlarınızın olaya verdiği bedensel tepkiler, öykünün ta kendisiydi bence. Gözlem yeteneğinin bu kadar ustaca kalemine düşmesini nasıl açıklarsın? İyi bir okur olmak ve sinema hayranlığı bunun için yeterli mi?

Benim bir sinefil olmamın yanı sıra yazmaya senaryoyla başlamamın da bunda etkisi büyük. İki yıl gibi bir süre senaryo atölyesine devam ettim. Biliyorsun senaryoda “anlatma, göster” ilkesi işler. Bu nedenle benim için görsellik çok önemli. Ayrıca elbette düzenli olarak yönetmen ve ülke bazında takip ettiğim bir alan sinema. Beni beslediği yadsınamaz bir gerçek.

Son kitabın Yakınlık Korkusu’na gelmek istiyorum. Gerçekten art arda okumaktan zevk aldığım öykülerdi. Kitabın içeriğine geçmeden önce birçok kitabında yaptığın bir tercihten de bahsedelim. Genelde kitabın adı bir öykünün adıdır ama senin tercihin, kitabın toplam duygusunu isim olarak kitaba vermek.  Yakınlık Duygusu, Filler ve Balıklar, Mevsim Normalleri gibi. Önce bundan biraz bahsedelim istiyorum. Ortak duygusu olan öyküleri yazmak sonra farklı bir isim koymak edebiyatta yeni bir tarz diyebilir miyiz? Böylelikle kitaplarda konu ve duygu bütünlüğü sağlamak zorlamıyor mu?

İlk kitabım İçeri Girmez miydiniz, kitaptaki öykülerden birinden adını almıştı ve aynı zamanda bir ilk kitap olarak okuru kendi yazı dünyama davet etmek anlamına geliyordu. Mevsim Normalleri’nde de bir konu bütünlüğünden söz edemeyiz. Ama Filler ve Balıklar’ın özellikle hatırlamak ve unutmak gibi ortak bir teması var. Yakınlık Korkusu da öyle oldu. Ama ortak bir tema bulmak gibi bir dert içinde değilim açıkçası.

Eserlerin çoğunluğunda, ama Yakınlık Korkusu, Filler ve Balıklar için altını çizerek belirtmeliyim, birçok öyküde tek bir öykü konusu seçilmiş olsa da zemininde birkaç öykü barındıracak kadar derinlikli ve diğer konulara da ağırlıklı olarak işaret ediyor. Mesela Filler ve Balıklar’da ilk öykü “Çok Fazla Hava”da yalnızlık temel konu gibi düşünülürken işçi ölümlerine dikkat çekiyor. Yakınlık Korkusu’nda ise “Mahrem”. Bir ölümü konu etmiş olsa da aynı acıyı paylaşan ortak acıları olan insanların acıyı yaşama şekillerinin farklı olduğunu işaret ederken herkesin acıya aslında tek başına direndiğinin altını çiziyor. Öyküleriniz katmanlı öyküler. Bundan bahsedebilir miyiz? Öykünün matematiğinin içine bu ayrıntı da dâhil mi?

Bence her edebi metin çok katmanlı olmalı. Bu, metni zenginleştiren ve aynı zamanda da okura keşfetme keyfini veren bir şey. Yalnız burada dikkat edilmesi gereken şey, çok katmanlılıktan birden fazla konuyu aynı iddia ve mesaj kaygısı güderek yazmamaktır. Genel olarak anlatmak istediğiniz “mesele” tektir. Bu mesele değişik katmanlara kendiliğinden yol buluyorsa ne âlâ. Aksi halde zorlama olur ki bu okuru da rahatsız eder.

Yine Yakınlık Korkusu adlı kitabında “Başka Şeylere Dönüşen Şeyler” adlı öykün beni en çok etkileyen öykülerinden. Bu öyküde sadece kadının penceresi yok, sadece çocuğun penceresi yok. Derinlikli öykülerden biri. En çok da çocuğun hayal kurduğu an beni etkileyen. Sanki öykünün kurgusunu baştan yazıyor. Ya da yazarın iç dünyasında saklı olan öykü, aslında bu. Bunun üzerinden sorum şu: Zaman zaman karakterlerin seni dinlemediği ve kurguyu baştan sona değiştirdiği anlar oluyor mu? Tepkin ne oluyor?

Evet, karakterlerin yazardan bağımsız hareket etme, zaman zaman ona itaat etmeme gücü vardır. Bir metinde karakterler gücünü yazardan değil kurgunun bizatihi kendisinden almalıdır. Dolayısıyla kurgunun ilerleyişi neyi gerektiriyorsa o şekilde hareket etmeliler. Bu anlamda hiç istemediğim halde öldürdüğüm veya bir öyküde kısa bir rolü olup da başka bir romanda yeniden ortaya çıkan karakterlerim var benim.

Karakterlerini özgür bırakıyorsun yani?

Evet, öyle de diyebiliriz Nilgün.

Eserlerinde dikkatimi çeken diğer bir konu, insana dair konuların ağırlıklı oluşu. Aile içi ilişkileri daha sık işlediğini görüyorum. Bunun sebebi nedir?

Bildiğin gibi aile en çekirdek sosyal gruptur ve içine yazgılı doğduğumuz, değiştiremediğimiz, karakterimizin oluşmasında önemli rolü olan bir topluluk. Ben örneğin, faşizmin de aile içindeki ilişkilerde kendini gösterdiğini düşünürüm. Biz birey olarak neredeyse bütün sosyal deneylerden geçiyoruz aile içinde. Hal böyleyken eğer bir yazar olarak derdiniz insan ilişkileriyse aileyi es geçmeniz düşünülemez.

Neslihan şöyle bir cümlen var, okumak istiyorum: “Sıradan bir insanın sıradan hayatı içinde yaşadığı ağrılı, samimiyetsiz, sevgisiz, duyarsız anları, ilişkileri yazmayı seviyorum. Ama bunu olabildiğince dışarda kalarak ve ince ayrıntıların peşinde koşarak anlatmayı. Bu anlamda çocuk sahibi olamamış bir lağım işçisinin bilenmiş suskunluğu da estetik operasyonla kalçasını büyüten bir kadının çaresizliği de ilgimi çekiyor. Aynı zamanda en korkunç acı ve çaresizliklerin, en büyük zavallılıkların içinde barındırdığı bir ironi var, onu çok önemsiyorum.” Bütün kitaplarınızın özeti niteliğinde bu cümleler.  Mevsim Normalleri kitabınızda insan ilişkileri, yalnızlıklar, çatışmalar ön planda, çok sevdiğim, psikolojik ağırlığı olduğunu düşündüğüm, sizin tabirinizle “hafıza ve unutma” ağırlıklı Filler ve Balıklar’da da bu aynı. Yakınlık Korkusu kitabınızda: “Külotlu Çorap”taki anne kız kahramanlarınız, “Zambaklar”da da soya öne vermeyen bir evlatla annenin diyaloğu ve “Hoşça Kal Lili”deki aidiyet duygusunun yokluğu gibi. Bütün öykülerinizde insan ilişkileri gözümüze sokulmadan bizi düşündürterek yazılmış, yalın bir dille. Samimiyetle okurun olarak itiraf edeyim, okumadığım diğer kitaplarına yöneleceğim. Bu noktada sorum şu: Yazar her kitabında kendini yenilemeli midir? Aynı konuları başka dille anlatmak mı yoksa başka başka konular üzerine mi gitmektir doğru olan? Ve senin planın nedir?

Nilgün, daha önce de söylediğim gibi yazar olarak ilginizi çeken, size ilginç gelen ya da o dönemde kafanıza taktığınız bir mesele mutlaka vardır ve yazdığınız metinlerde bu kendini gösterir. Bunu değişkenlik gösterebilecek bir konu olarak bir tarafa koyacak olursak bunun yanında bir anlatım biçimidir kendinizi aşacağınız ve sizi bir adım öne taşıyacak olan şey. Sonuçta bir öykü ya da roman yazarken naklettiğimiz bu meseleyi en iyi ne şekilde karşı tarafa hikâye edebileceğimiz bizim yazarlık yeteneğimizin ölçüsüdür.  

Gençlik kitaplarından da bahsetmek isterim. Gençlerin yaşadığı sorunları ağırlıklı olarak yazdığın Küçük Bir Mesele adlı kitabında kitaba adını veren öykün ve içinde bulunan birçok öykü aslında uzun bir süreci kapsayan ama okunup bittiğinde bir kesiti hafızamıza imleyen öyküler. Bunu “Önderoğlu’nun tekniği” olarak adlandırabiliriz sanırım. Çok zor bulduğum bu durumu nasıl başardığını sormak istiyorum.

Gençler için yazdığım şeylerle yetişkinler için yazdıklarım arasında tek bir fark var: Seçtiğim konular. Onların ilgisini çeken, yaşadıkları ortamlarda geçen ve genç olarak mücadele alanlarına giren konuları seçerek yazıyorum. Ve en önemlisi de değişik sosyal sınıflardan hikâyeler seçerek dünyanın kendi küçük çevrelerinden ibaret olmadığını anlatmaya çalışıyorum.

Neslihan, gençler için soruyorum bu soruyu “İyi bir okur olmadan iyi bir yazar olunmaz”ın altını çizen bir yazarsın. Bunu biraz konuşalım istiyorum. İyi bir okur nasıl olunur? Genç arkadaşlarımız neler yapmalı?

İyi okur olmak sadece yazar olmanın değil bence hayatta varoluşumuzu anlamlı kılan ve hayatımızı çok boyutlu hale getiren bir şey. Ancak okumak da bütün alışkanlıklar gibi erken yaşlarda ve tekrarlanarak yerleşir düşüncesiyle gençlik edebiyatına önem veriyorum. Gençler bence kendilerine okul tarafından dayatılan okuma listelerinden ziyade kendi ilgi ve merak alanlarına göre kitap seçmeliler Nilgün. Bu bir çizgi roman da olabilir, hiçbir edebi değeri olmayan vampir romanı da. Ancak dediğim gibi bir alışkanlığın yerleşmesi açısından başlangıçta ne okuduklarının önemi yok. Sonunda mutlaka gerçek edebiyatı keşfedeceklerdir.

Gençlik Edebiyatı için ülkemizde neler yapılması gerek? Eksik olan bir şeyler var mı?

Türk çocuk ve gençlik edebiyatımız 1980 sonrasında giderek artan bir ivmeyle çok gelişti. Artık daha çok yayınevi daha çok çocuk kitabı üretiyor. Ancak çocuk ve gençlik edebiyatı, halen gelişimini tamamlayamamıştır. Bu türün öneminin farkına varamayanlar, kolay bir iş olduğu sanısına kapılarak özensiz kitap yazmaya ve basmaya kalkışmaktadır. İdeolojik-politik ve çağ dışı görüşlerini aktarma aracı olarak görenleri de azımsamayalım. Bu konuda etkin bir kontrol mekanizması yok ne yazık ki. Bence en önemli sorun, evrensel değerlere dayalı ve ulusal içerikli bir yayın politikamızın eksikliğidir. Kendi dilimizin ve kültürümüzün zenginliğini, güzelliğini çocuk ve gençlerimize aktarmanın yolu budur.

Mahal Edebiyat adına bizimle birlikte olduğunuz ve cevaplarınız için teşekkür ederim.

Ben teşekkür ederim Nilgün.

Röportaj: Nilgün Çelik

Editör: Buse Karabulut

Visited 26 times, 1 visit(s) today
Close
Exit mobile version