Yazar: 10:46 Deneme

Ne Kadar Rezil Olursak O Kadar İyi!

Dalında çürümüş ve yere düşmüş bir meyvenin toprağa verdiği zenginliği hayal edebilir misiniz? Tüm ihtişamıyla dalında durup tüm gözleri üzerine çeken bir elmanın toprağa ne faydası olabilir? Kabuğu solmuş, içi kurtlarla dolmuş ve kokmuş görünüşüyle toprağa tüm bereketini tohumuyla birlikte vermeye hazır olan bu meyvenin yorgunluğu hep dikkatimi çeker. Toplumun dayattığı her türlü kokuşmuş kimlik örüntülerini reddedip aklının zincirini kıran bir delinin gömleği de dikkatimi çeker. O bez parçası, sindirilmeye çalışılan her türlü samimiyetsiz duruşun ortaya çıkardığı ürünün ütülü temsilidir. Aklımın deltasında duran tüm çekiciliğini  kaybeden çürük bir elma ve aklını yitiren gömleksiz bir deli, benim için vicdan dışı kabul görülen tüm kuralları bozan figürlerdir. Bir bozulmuş yemişi ve kırışıksız bir kumaş parçasını son yüzyılın en sıra dışı ve asi şairine teslim etsem nasıl bir şiir yazar bana? Aklıma bu konuda Can Yücel’den başka biri gelmiyor.

Üzerine yapıştırılan tüm etiketleri söken, önünde bir engel olarak duran her türlü tutumu deviren ve kişinin salt özgürlüğünün ortaya çıkmasına engel olan her şeyi yıkan Can Yücel, tütün ve şarap kokulu bir şairdi. Şairin tüm şiirlerini barikatları yıka yıka deştiğim anlarda, beni devirdiği duvarın altında bırakan bir şiirini fark ettim. Sevgi Duvarı adlı şiirinde geçen ‘’Ne kadar rezil olursak, o kadar iyi.’’ sözü, bilincimin oturmuş tüm taşlarına bir balyoz gibi indi. Sanki o ana kadar binlerce yıldır duran kaya gibi sessiz olan düşünce dünyama bir çığlık oldu.

Rezil olmak, neden bu kadar iyi olabilirdi? Mum yanınca insanın hangi yüzü ortaya çıkıyor? Orası tam olarak neresidir? Yaşamın içinde kabul görmek ve kendini bir kimlik örüntüsüyle inşa edip sunmak, yaşamın akışında olması gereken bir tutum olarak belirlenmiştir. Bir iyilik yapmanın saflıkla, bir kötülük yapmanın uyanıklıkla eş görüldüğü tutumlar, bu kimlik inşasında bir tuğla gibi görev görebilir. Sevmediğin halde selam vermek zorunda olunan zayıf ve güçlü arasındaki itaatkâr duruş,  bu inşaatı birbirine bağlayan çimento olabilir. Sırf otorite bunu emrediyor, karşı çıkarsam depremlere yenik düşerim korkusuyla her sabah takılan yüz maskesi, bu inşaatın kolonu olabilir. Fakat, “Ne kadar rezil olursak, o kadar iyi.” cümlesiyle ortaya tuğlasıyla, çimentosuyla ve kolonuyla özgür bir ev yapar Can Yücel.

Rüsva  olunca doğrusuyla ve yanlışıyla apaçık ortaya çıkan insan, artık anneden üryan ortalıkta dolaşan bir çocuk gibidir. Sakladığı ve başkasının görmesini istemediği ne varsa, ortaya saçılan bilyeler gibi dağılır. Artık insanın özgür olduğu ender anlardan biridir. O an, ne her sabah yüzüne taktığı maskeler ne de sığındığı yalanlar onun imdadına koşar. Kişinin zincirlerini kırdığı en mahzun halidir. Suçun ortaya çıkması, onun kimliğini binbir tutumla sakladığı gerçekten daha suçlu değildir.

Özgür olmak, düşünceleri yıkmakla olmaz. Kendin olmak, üstüne yapışan kokuşmuş tüm leşleri gerçek özgürlüğün ateşinde yakmaktır. O durumda ortaya çıkan dayanılmaz hafiflik, boşluklarımıza zorla yerleştirilen biçimsiz taşları kendi değirmeninde toza dönüştürür. Her şeyin ortaya dökülmesini, korkusuyla olana boyun eğen bir karakter oluşumu, başkaları ne der endişesiyle atılan her adım, insanı köklerinden uzaklaştırılan art niyetlerden başka bir şey değildir. Bir ağaç kökünden sökülürse, içine tahta kurularına bir yuva hazırlar. Bu bir intihardır.

Bir madalyon gibi Türk şiir tarihine en uçta duran  şiirini, yani tüm duvarlarını yıkan şiirini bize armağan eden şair, şiirini “Ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi.” sözüyle de bitirir. Bir madalyon düşünün, bir yüzünde rezil olmak, bir yüzünde yalansız yaşamak. Yalansız olan her şey, gerçek özünü bize bahşeder, rezil olma pahasına karşılık.

İnsan özünde ne varsa onu yaşamalı. Sadece derede akan suyu içmemeli, o dereye yatak olan yeraltı sularına da ulaşıp içmeli. Su derede akarken kirlenebilir, fakat yataktan içilen suyun kirlenme ihtimali çok düşüktür. Carl Gustav Jung, Dışa Bakan Rüya Görür, İçe Bakan Uyanır adlı kitabında, vejetaryen olan bir kaplan hakkında ne düşündüğümüzü sorar. Elbette onun kötü bir kaplan olduğunu düşünürsünüz. Dolayısıyla herkes doğasını yaşamalı. Bilinç düzeyinde farkında olduklarıyla, bilinçaltında bastırdıklarıyla ve en önemlisi atalarının şimdiye kadar getirdiği kolektif bilincinin tüm sesleriyle yaşama şarkısını sunmalı.  Anlasınlar  veya anlamasınlarbiz onu haykıralım kendimiz için. Bizi hor görmelerine, bizi ayıplamalarına ve rüsva  olma kaygısına karşın içimizden kopan harflerle öykümüzü yazmalıyız. Kendi bireysel ihtiyaçlarımıza ancak o sese kulak vererek ulaşabiliriz. Ulaştığımız anda tek rehber yine biz kendimiz oluruz.

Kendini en mutlu hisseden çocuk, etrafını kirleten ve ağlarken salyaları dudaklarının arasından boşluğa akandır. Kaygısız bir şekilde o an içinden geldiği gibi davranır, kendi kuyusuna daha yakındır. Kendi idealine daha yakın olduğu için dışarıdaki gözlere aldırış etmez, perdenin ardındaki ışıkta anını yaşamaktadır. Büyüdükçe asıl o zaman kirlenir. Onun dışında, yapımında herkesin rol aldığı bir çamur yüzünü kapatır. O çamuru sonradan fark eden, onu temizlemek için ömür harcar; bazen yetmeyebilir. Temizlenmek için bedeller öder, bazen yalnız kalır, bazen yanlış sularda yıkanmaya çalışır. Fakat ne olursa olsun, o çamurda yatan bir inciden değer kaybolmaz. İncisine sahip çıkan erdemlerin en büyüğüne kucak açmıştır. Bir mercanın içindeki kokan et parçalarının arasında saklı duran inci gibidir, insanın el değememiş öyküsü. Can Yücel o incilerin farkındaydı. Perdeleri yırtmaktan korkmamamız gerektiğini bize de miras bırakır.

Bir elma çürürse gerçek özüyle toprağa faydalı olabilir. Bir insan, akıl duvarlarını yıkıp deliliğin sansürsüz duruşunda tüm çıplaklığıyla kendini ortaya döker. Bir delinin avucunda duran bozuk bir elma olmak isterdim. Muhtemelen beni çok uzağa fırlatırdı. Uçarken özgürlüğün tadına varır, toprakla buluştuğumda akan yaşam döngüsünde yerini alan bir gübre olurdum. Belki bunları yaşayacak ihtimalim olmayacak ama, bunu düşlemek bile üstümde duran kabuklara bir çekiç darbesi olur. Bir düş bir çekiç darbesiyse, bir gerçek bir balyoz darbesidir. Kırılan kabukların sesi özü görmenin sesidir. O sese sağır olmamalı insan.

Tarih ister Sevgi Duvarı’yla Can Yücel’i, ister atalardan kalma kolektif evrimleşmiş insan zihni düşüncesiyle Carl Gustav Jung’ı armağan etsin, rezil olmanın ardından gösterdiği davranış biçimiyle durumu yanlış anladı. İfşa olunca yaşadığımız öze sahip çıkmak yerine insan, bir daha böyle bir duruma düşmemek  için dayatılan kurallara zihinsel bekaretini teslim etmiştir. Modern çağda özü kirletilmeye çalışılan insan gerçeği can çekişmektedir. Son nefesini verirken yine de insanın tutunacağı dalı, içinden gelen bozulmamış özle sonsuzluğa olan inancıdır.

Editör: Nisa Demirtaş

Latest posts by Hüseyin Boğurcu (see all)
Visited 22 times, 1 visit(s) today
Close
Exit mobile version