Yazar: 16:00 İnceleme, Kitap İncelemesi

Natsume Soseki’nin “On Gecelik Düşleri”

Eserlerinde gerçek ve gerçeküstü öğelerle Japon bireyin ülkesinin Batılılaşma yolculuğu arasında sıkışıp kalmışlığını sıkça kullanan Natsume Soseki’nin İthaki Yayınları’ndan Zeynep Gençer Baloğlu çevirisiyle yayımlanan On Gece Düşleri tam da bu noktaya denk düşen bir kitap.

Natsume Soseki 9 Şubat 1867’de Japonya’nın Tokyo kentinde doğmuş. On beş yaşından itibaren yazar olmayı kafasına koyan Soseki, ailesinin ısrarı sonucu mimar olmak için Tokyo İmparatorluk Üniversitesi’ne kaydolmuş. Ancak bu süreç içinde esas olarak İngiliz edebiyatı üzerine çalışmaya başlamış. 1905 yılında yayımlanan ilk romanı Ben Bir Kediyim ile ülke çapında hatırı sayılır bir kitlenin dikkatini çeken Soseki, devamında yazdığı romanlar, öykülerle bu kitleyi genişletmiş. Japonya’nın geleneksel yazınını Batı’nınkiyle bir araya getirerek kendine has bir üslup yaratan Soseki, Kavabata, Mişima, Kenzoburo Oe gibi kendinden sonra gelen birçok yazarı etkiledi. 

Eserlerinde gerçek ve gerçeküstü öğelerle Japon bireyin ülkesinin Batılılaşma yolculuğu arasında sıkışıp kalmışlığını sıkça kullanan Natsume Soseki’nin İthaki Yayınları’ndan Zeynep Gençer Baloğlu çevirisiyle yayımlanan On Gece Düşleri tam da bu noktaya denk düşen bir kitap. Soseki’nin on gecelik düşlerini sürrealist bir biçimle ifade ettiği metinlerden oluşan kitap, hem yazarın hayal dünyasına hem de onun gerçekle kurduğu bağlantıya farklı bir perspektiften bakmayı sağlıyor. 

İlk olarak 25 Temmuz 1908’de “Birinci Gece” başlığıyla tefrika edilmeye başlanan On Gece Düşleri, 5 Ağustos 1908’de “Onuncu Gece” başlığıyla sona ermiş, bu haliyle de kitaplaştırılmış. Kitaptaki metinlerin, genel olarak Soseki’nin “normal” eserlerindeki temalardan izler taşısa da yazarın bilinçaltını biraz daha kurcaladığını söylesek yanılmış sayılmayız. Onun Batı’yla, dolayısıyla da modernleşmeyle arasında kurduğu ilişki, tabiri caizse yazarın içine işlediği için, On Gece Düşleri’ndeki metinlerin de böyle bir zeminden yükseldiğini söylersek yanılmış sayılmayız. Zira kendini ölüme hazırlayan bir samuray, kendini tanrı sayan bir adam, hayaletlerle içli dışlı bir mezarcı dibini deşelediğimizde Soseki’nin içinden gelen dürtülerin birer yansımasıdır. Fantastik olmasa da absürt olarak niteleyebileceğimiz metinlerde derdini bu yolla anlatmak istemesini de bilinçaltını dışa vurmak şeklinde özetleyebiliriz. 

Burada kitabın çevirmeni Zeynep Gençer Baloğlu’nun, kitabın girişinde yazdığı yazıya kulak vermekte fayda var. Şöyle diyor Baloğlu: “Japonya’nın asil geçmişinin gelenek ve göreneklerini, kültürel mirasını, kendi çağında bulamayan Soseki, geçmişe duyduğu özlemi de düşlerin diline yüklemiştir. Geçmişin ruhunu, kadim mirasın estetiğini içinde bulunduğu modern çağda yakalamanın imkânsızlığından yakınır anlatıcı Altıncı Gece’de. Bu, sadece sanat için mi böyledir? Hayır! İnsanları bile farklıdır modern zamanların. Aylaklığa, boş laflara, merakına yenik düşmeye meyillidir çağın insanı. Geçmişi şimdide aramak ve bulmaya çalışmanın boşa kürek çekmek olduğu sergilenir Altıncı Gece düşünde.” Bu anlatıdaki anahtar öbek, “geçmişin ruhunu, kadim mirasın estetiğini içinde bulunduğu modern çağda yakalamanın imkânsızlığından yakınır anlatıcı”dır. İşte, On Gece Düşleri de, bu imkânsızlıktan dolayı belki de, Soseki’nin düşlerinden dökülen sekansların bir toplamıdır. Kim bilir? 

Editör: Melike Kara

Visited 5 times, 1 visit(s) today
Close
Exit mobile version