Yazar: 18:00 Deneme

Mutluluğun Resmi

Birleşmiş Milletlerin her yıl yayınladığı geleneksel en mutlu ülkeler raporunda bu yıl, dört yıl üst üste birinci sırada yer alan Finlandiya’nın listenin başına yerleştiğini görüyoruz. Yüz kırk dokuz ülke arasında yapılan sıralama da geçen yıl doksan üçüncü sırada yer alan  Türkiye, bu yıl yüz dördüncü sıraya gerilemiş durumda. Raporda bu yılda diğer yılların aksine başarılı pandemi stratejilerindeki kritik faktörün güven olduğuna işaret ediliyor. Gelir dağılımı, güç dengesi, kamu ve otoriteye güven gibi makro değişkenler yer alıyor. 

Belirlenen ekonomik, politik v.b. kriterlere bakarak ülkeleri bu şekilde sıralamanın çok da bize mutlu muyuz sorusunun gerçekçi  cevabını verebileceğini düşünmüyorum ben. Tüm dünyaca bir yılı aşkın bir süredir yaşanan pandemi nedeniyle ekonomik, sosyolojik, psikolojik, etkiler, çöküntüler, dalgalanmalar yarattığı da yadsınamaz bir gerçek. Şimdi Birleşmiş Milletlerin raporuna yeniden dönecek olursak bahsi geçen sıralamada başı çekenlerin İskandinav ülkeleri olduğunu görüyoruz. Ancak her yıl yayınlanan bu raporda değişmeyen bir sıralama var ki o da İskandinav ülkelerinin genel olarak mutlu ve refaha erişmiş toplumlar arasında yer aldıkları. İşte bu durum üzerine düşünülecek önemli bir husustur. Nasıl oluyor da hiç değişmeksizin bu ülkelerde yaşayan insanlar kendilerini mutlu olarak nitelendirebiliyorlar? 

Listenin başını çeken ülke Finlandiya’da yaşayan insanları biraz daha mercek altına alarak incelediğimizde görünen o ki, kulağa absürt gelebilir, burada yaşayıp mutsuz olmak için özel bir çaba sarf etmek gerekiyor. Finlandiya’da yaşayan insanların, bizlerin pandemide anormal yaşam olarak nitelendirip normalden daha fazla evlerde vakit geçirmekten şikayetçi olduğumuz evde yaşam anlayışını çoktandır normalleştirmiş olduklarına şahit oluyoruz. Orada sıradan bir gün dışarıda yeme, içme, alışveriş mağazası gezmekten ibaret olmayan bir sosyallikle can buluyor. Dolayısıyla evde keyifli anlar geçirebilmeye fazlaca alışkın olduklarını görüyoruz. Kuşkusuz bunun böyle olması, elverişsiz ve soğuk iklim etkisi altındaki coğrafyasından da kaynaklanıyor. Bir de değinilmesini önemli bulduğum  diğer kavram,  “personel space”, kişisel mesafe, dediğimiz olgunun günlük hayatın her alanında uygulama buluyor olması. Hayatın küçük rutinlerinde bile bu kavrama oldukça dikkat eden Finliler, kişisel saygıya, sınırlara, kibar olmaya fazlaca ehemmiyet gösteriyorlar. Öyle görünüyor ki bizim pandemi ile hayatımıza geçen sosyal mesafe algısını Finliler zaten kültür olarak çoktandır benimsemiş durumdalar. Örneğin bir otobüs ya da market sırasında bekliyorsanız önünüzdeki ile aranızda uygun bir mesafe bırakmanız karşınızdakine alan tanıyarak, saygıda bulunmak anlamına geliyor. Pek tabi  sınırlı iletişimde bulunduğumuz bu ortamlardaki insanlarla merhaba ile başlayıp teşekkür ederim ile biten bir sohbeti  de yine bir  ritüel haline getirmiş durumdalar. O kadar ki bu kelimeleri kullanmamak saygısızlık olarak nitelendirip meye başlanmış. Bakınız nasıl güzel, empatik bir yaklaşımdır bu. Normalde olması gereken bu değil midir? Saygının vücut bulmuş hali. 

Diğer yandan Finlandiya eğitim sisteminin dünyaca önemli olduğunu da görmekteyiz. Eğitimin sadece öğretmek olmadığı, saygının sınıflarda öğretmen gelince sadece ayağa kalkarak gösterilmediği, öğrencilerin pek çok şeyi okullarda deneyerek ve görerek öğrenmesine olanak tanıyan, öğrenci odaklı bir eğitim sistemleri var. Okulun en üst kademe yöneticisi ile öğrenciler paltolarını aynı askıya asıyor, hepsi okul içerisinde çorapla geziyor, ve eksi 20 derecede dışarıda bahçede vakit geçirmelerini müsaade ediliyor. Şimdi bu sistemin artı ve eksileri vardır elbet ancak burada dikkat cezbedici olmasını istediğim husus şu ki özgür ve rahat bir yaşam sunmanın adımları veriliyor öğrencilere. Ki bu mutluluk ve özgüven için bence önemi yadsınamaz bir etken. 

Maslow ihtiyaçlar hiyerarşisinde insanların ihtiyaçlarının basamaksal olduğunu alt basamak ihtiyacı giderilemeden üst basamağa geçilemediğini belirtmektedir. Zorunlu ihtiyaçları karşılama peşine düşen bizler nasıl ne ara mutlu olacağız zaten değil mi, gibi bir soru zihinlerde canlanıyor olabilir. Evet ihtiyaçlar karşılanmaz ise karşılamayan ihtiyaca odaklanır zihin. Önceliği bu olacaktır. Normali bu. Ancak bu sorunun soruma amacının ne yazık ki cevap bulma umudundan yoksun olduğunu görüyorum. Basite kaçış, soruna odaklanma doğuran bir yaklaşım olur bu. Şimdi burada Türkiye madem Birleşmiş Milletler raporunda yer alan verilere göre mutsuz ülkeler arasında yer alıyor öyleyse mutsuzuz, mutsuz olmaya mahkumuz diyerek mutluluğu kaçırma lüksümüz olmadığına inananlardanım. Biraz özümüze, benliğimize, kendi gerçek kültürel değerlerimize bakmamız manzarayı biraz bulutlu havadan sıyırıp yönümüzü güneşe dönmemize vesile olabilir. Charles Dickens “Mutluluk bir armağandır ve işin sırrı onu beklemekte değil, geldiğinde memnun olmaktadır, der. “ yani bir arayış ve beklenti içine girdiğimiz bir durum ile elde edebileceğimizi sandığımız şey mutluluk değil hayal kırıklığı olacaktır. Oysa içimizde aradığımızda kendiliğinden gelecektir. Edith Warton, “Kafanı mutlu olmaya takmadığın sürece iyi vakit geçirmenin hiçbir engel göremiyorum,” der. Mutluluk bir eylem planı değildir. Hesaplar ve formüllerle görülebilecek bir koşula bağlı gerçekleşecek bir durum da değildir. Yaşam amaçları başkadır insanı diri ve zinde tutar, ancak başlı başına mutluluğun anahtarı ya da iksiri değildir. Mutluluk aslında basittir. Karmaşık olarak görmek isteyen zihin bu basitliğe odaklanmadığından görmez çoğu zaman. Kör noktalarında arar mutluluğu. Oysa kimi zaman çat kapı gelir. Mühim olan nazarımızı doğru yöne yönlendirerek ruhun zenginliği ile karşılayabilmek, kapıyı açabilmektir ona. Bazen iyi dilek ve tebessümlerimize sığınarak, bazen teşekkür ederek, okuyarak, benim gibiler için yazarak, küçük iyilikler peşinde koşarak, vermenin ve verici olmanın lezzetinin farkına vararak buyur ederiz mutluluğu. Fakültede amfide iletişim dersinde hocamız tahtaya kocaman bir daire çizdi. Ve bizden  dairenin içine mutluluğun resmini yapmamızı istedi. Beş dakika süremiz vardı. Herkes şaşkın bakışlar içinde bir şeyler çizmeye başladı. Kimi kocaman bir lüks araba, kimi içi para dolu çelik bir kasa, kimi de hayalindeki şirketi çizdi. O gün anladım ki mutluluk somut şeylerle anlaşılabilir resmi yapılabilen bir alegori değildi. Hissederek en önemlisi yaşayarak elde edilebilirdi. 

Mutlulukla kalın. 

Latest posts by Aslı Şahin (see all)
Visited 14 times, 1 visit(s) today
Close
Exit mobile version