26 Temmuz 1928’de dünyaya gelen Kubrick, eminim ki dünya tarihini değiştirecek bir yönetmen olacağını bilmiyordu. 13 yaşında babasının hediye ettiği bir kamera ile fotoğrafçılığa başlayan Kubrick, yirmili yaşlarında aradığının bu olmadığını fark etti ve belgeseller ile sinemaya ilk adımını attı. Aynı zamanda üniversite eğitimi almak isteyen Kubrick, kötü notları yüzünden hiçbir üniversiteye kabul edilmedi. Ancak yine de kaçak şekilde uzun bir süre Colombia Üniversitesi’nde derslere girdi.
1953’te ise ilk uzun metrajlı filmi “Fear and Desire”ı çekti. Daha sonrasında ise bu filmin en kötü eseri olduğunu söyleyip piyasadaki tüm kayıtlarını satın almaya çalıştı. Kusursuz film sevdası yüzünden deli mi dahi mi bilinmeyen yönetmen olarak tanındı çoğu yerde. Oysaki o gerçek bir dahiydi. Onun filmlerini tekrar tekrar izlerseniz, her izleyişinizde emin olun ki yeni bir şey fark edeceksiniz. 1968’de çektiği “2001: A Space Odyssey” bilimkurgu türünde o zamanlar gerçek bir devrim yaratmış, şuan ise hâlâ bilimkurgu türünün babası olarak kabul edilir. 1975’te çektiği “A Clockwork Orange” gerçekten insanı rahatsız edecek bir etkiye sahiptir. Ancak aynı zamanda doğru-yanlış gibi kavramların insan üzerindeki etkisini sorgulatıyor. Bireyi suça yönelten toplum mudur, yoksa birey doğasından mı böyledir? Kafamızı kurcalatacak, gerçekten etkisinde kalınılacak türde bir Kubrick baş yapıtıdır. Her türde mükemmeliyeti bulan Kubrick, tabii ki korku türünde de “The Shining” ile kült filmler arasına girmeyi başarmıştır. Başrol oyuncu olan Jack Nicholson’ın meşhur, baltayla kapıyı kırma sahnesi tam 127 kez tekrarlanmış. Ayna tekniği, raylı kameralar gibi farklı tekniklerle adını sinema tarihine yazdırmıştır. Hatta filmlerinde oyuncularının genellikle kafasının eğik, gözlerinin ise yukarı doğru baktığını görebiliriz. Bu çekim tekniği ise “The Kubrick Stare” adını almıştır. Kubrick bizi filmlerinde gerek çekim, gerek müzik, gerek arkada verilen mesajlar ile etkisi altına almayı başarmış bir yönetmendir. Her izlediğimiz film bizde bir tür duygu çağrıştırır. Ama Kubrick, filmleri bize hissettirir. İşin aslı, ne hissettiğimizi de pek anlayamayız.
Filmlerinin belli bir sonuca ulaşmaması, izleyiciyi etkin kılar ve kendi zihni ile bir savaşa düşürür. Son filmi olan 1999’da çektiği “Eyes Wide Shut” filmini en iyi filmi olarak varsayan Kubrick, bu filmi tamamlamasından kısa bir süre sonra ölmüştür. Kalp krizi sonucu öldüğü söylenen ve evinde bulunan Kubrick hakkında ölümünün bir suikast olduğu gibi çeşitli iddialar da mevcuttur. Eyes Wide Shut’ta Masonluğu konu edinmesi ve bir çok kötü yanlarını ekrana taşıyor olması da bu teorileri bir hayli güçlü kılıyor. Doğrusu nedir bilemeyiz ancak Kubrick ölmeden önce de bizi yine derin şüphelere daldırmayı başarmıştır. Bir röportajında garip bir itirafta bulunmuş; Ay’a hiç gidilmediğini, hepsinin kurmaca olduğunu, bizzat kendinin yönettiğini söylemiş. Ay’a 1969’dan beri başka hiç kimsenin gitmediğini de varsayarsak kafamı kurcalamadı diyemem.
Uzun lafın kısası, iyi ki Stanley Kubrick diye bir adam dünyaya gelmiş ve biz de kalıplaşmış film kültürleri haricinde başka bir bakış açısıyla filmler izleyebilmişiz. Kubrick şüphesiz sinema tarihinin önde gelen isimlerinden olmuş, hepimizi düşündüren düşündükçe kafayı yedirten yapıtlar sunmuştur.
“Hayatın anlamsızlığı, insanı kendi anlamlarını yaratmaya zorlar.”
Stanley Kubrick.
- Başlangıç - 9 Mayıs 2020
- Karantina Günlerinde İçinizi Isıtacak 10 Film Önerisi - 30 Nisan 2020
- Mükemmeli Arayan Yönetmen: Stanley Kubrick - 6 Nisan 2020