Yazar: 19:00 İnceleme, Kitap İncelemesi, Roman

Mişima ve Satılık Hayat

Düşmenin bir önemi yok. Her şeyden önce. Herkesten önce.

Asil bir şekilde düşen kiraz çiçeğidir fırtınalı gecede.

Yukio Mişima

Japonya edebiyatı, Tokugawa döneminde içine kapalı, dünya edebiyatından kopuk bir dönem geçirdi. 250 yıl süren bu dönemde yaratıcı kaynaklardan uzaklaşıldı, geyşaların hayatlarını, aristokratların çapkınlıklarını anlatan hikâyeler ön plana çıktı. 1968 yılında Meiji Restorasyonu’yla birlikte modernleşme süreci başladı. Batılılaşmanın etkisiyle edebiyattaki Çin egemenliği son buldu, Batının güçlü kurumları ve edebiyatı okurla buluştu.

Japonya’nın Aykırı Çocuğu

Çağdaş Japon edebiyatının hem eserleri hem de yaşamıyla en aykırı yazarı Yukio Mişima’dır. Asıl ismi Hiraoka Kimitake’dir. Samuray soyundan gelen, imparatorluk ve monarşi geleneklerine sıkı bir şekilde bağlı büyükannesi tarafından toplumdan izole edilerek büyütüldü. Bu yaşlı kadının yanında karanlık ve hastalıklı bir çocukluk geçirdi. Bu dönem, siyasi düşüncelerinin gelişmesinde, cinsel tercihleri ve eserleri üzerinde son derece etkili oldu. Japonya’nın Batının değerlerini, geleneklerini kabul etmesine hep şiddetle karşı çıktı ve Samuray geleneklerini savundu. Aşırı denecek derecede milliyetçiydi, emperyalizm ve moderniteye hep mesafeli durdu. Ancak onun milliyetçiliği kendinden farklı olanı yok etmeye dayalı değil kendi geleneklerinin yitirilmemesi üzerine kuruluydu. Mişima, her şeyden önce çok iyi bir entelektüeldi. Sanatın her dalıyla ilgilendi, eserler verdi. Seksene yakın öykü, yirmi roman ve otuzdan fazla tiyatro oyunu yazdı. Oyunculuk yaptı, resim yaptı, iyi bir kılıç ve karate ustasıydı.

Mişima, 1949 yılında Japonya’nın edebiyat sahnesine, onu yirmili yaşlarının başında üne kavuşturan otobiyografik ögeler taşıyan Bir Maskenin İtirafları ile girdi. Bu kitap, büyükannesi tarafından neredeyse esir tutulan narin ve hassas bir çocuğun hikâyesini anlatıyordu. Yasak Renkler’de (1951), artık yaşlanan bir yazar, rahatlık ve para için nişanlanan genç eşcinsel bir erkeğin hayatını anlatır. Altın Köşk Tapınağı’nda (1956), tapınaktaki bir keşiş adayı, güzelliğiyle büyülendiği tapınağın bombalamalarla yok edileceğine inanır ve tapınak savaştan sağ kurtulduğunda, onu yok etmeyi kendine bir görev edinir. Kyoko’nun Evi’nde (1959) bir boksör ve sağcı siyaseti savunan bir oyuncu ile sonunda çifte intiharla sonuçlanan sado-mazoşist bir cinsel ilişki anlatılır. Bereket Denizi (1975) dört kitap olarak yayınlandı ve emsali az görülen bu seri tüm dünyada ilgiyle karşılandı. 1912 yılında, Rus-Japon Savaşı’ndan kısa bir süre sonra başlayan ve 1975 yılında sona eren olağanüstü bir değişim dönemini, yani İmparatorluk Japonya’sının yükselişinden İkinci Dünya Savaşı’nın her şeyi yok edişine ve kapitalist, tüketimci bir Japonya’nın ortaya çıkışına kadar geçen dönemi ele alıyordu. Kitaptaki karakterlerden biri –belki de Mişima’nın kendi tasviri– olan Honda ile değişim ve çöküşün ele geçirdiği bir ruh olan çocukluk arkadaşının tekrarlanan reenkarnasyonu bir aradaydı.

Dünya edebiyatına önemli klasikler kazandırmış olan Mişima, “pulp noir” denilen, bugün “yeraltı edebiyatı” diye tabir ettiğimiz romanlar da yazdı. Satılık Hayat da 1968 yılında, haftalık çıkan Playboy dergisinde tefrika olarak yayınlandı. Yer yer ticari kaygılar güdüldüğü için Mişima bu tür yayınlarını hiç önemsemedi. Satılık Hayat’ta belki bu sebeplerden göz ardı edilmiş, tam elli bir yıl sonra 2019 yılında İngilizceye çevrilmiştir. Kuşkusuz Satılık Hayat Mişima’nın iyi eserlerinden biri değildir. Hatta aynı dönem yazılan ve külliyatının zirvesinde yer alan Bereket Denizi Dörtlemesi ile kıyaslanamaz bile. Ancak hiç de küçümsenecek bir eser değildir. Yazarın diğer eserlerinin temaları burada da işlenmiş, ironik, aksiyon dolu ve yer yer komiktir. Kafka’ya ve dünya edebiyatına yaptığı göndermelerle son derece etkileyicidir.

Romanın kahramanı Hanio bir reklam şirketinde metin yazarı olarak çalışmaktadır. Son derece başarılı ve iyi kazanıyordur. Herhangi bir aşk acısı da yoktur ki olsa da asla üzülecek biri değildir. Bir gün sıradan gazete haberlerini okurken intihar etmeye karar verir. Görünürde hiçbir sorunu yoktur. İntiharını planlarken bu kararı neden aldığını bilmiyordur. Aklına yere düşürdüğü gazete sayfalarını almaya çalışırken üzerinde gördüğü hamamböceği gelir. Gazetedeki her matbu kelimenin hamamböceklerine dönüştüğü anlamsız bir hayatta yaşayamayacağına düşünür. İntiharın gerekçesini bulduktan sonra uygulamaya geçer. Ancak bu girişim başarısız olur. İşinden istifa eder ve bu sefer de hayatını satmaya karar verir. Gazeteye şu ilanı verir:

“Satılık Hayat

Hayatımı satıyorum. Benden dilediğiniz amaç için gönlünüzce istifade edebilirsiniz. 27 yaşında bir erkeğim. Mahremiyetiniz ve kişisel bilgilerinizin korunması teminatım altındadır.”[1]

İlana istekleri ve hikâyeleri sıra dışı insanlar başvurur. Yaşlı bir adam, onu terk edip başkasına kaçan genç eşiyle yatmasını, aşığıyla yakalatarak kadının ölümüne sebep olmasını ister. Kütüphaneci orta yaşlı bir kadın, ilginç bir kitapta bulunan zehir formülünü üzerinde dener. Küçük bir çocuk vampir annesini mutlu etmesi karşılığında hayatını satın alır. Bir başkası elçilik yazışmalarındaki gizli şifreleri çözmesini ister. Hanio, tüm bu ölüm davetlerini büyük bir istekle ve korkusuzca yerine getirir. Ölmeyi isterken bir anda aksiyon dolu, heyecanlı, erotik ama bir o kadar da bomboş bir hayatın kapıları açılır. Hayatını satın alan her insana ölümü bulaştırır. Deneyimlediği her ölümde kendi varoluşunu sorgular, hayattaki anlam arayışı devam eder.

“Dünya anlamlı bir şeye dönüşürse pişmanlık duymadan, rahatlıkla ölebilirim ile nasıl olsa dünya anlamsız olduğundan ölsem de fark etmez şeklindeki iki farklı ruh hali hangi noktada uzlaşır acaba?”[2]

Satılık hayat işine bir müddet ara vermeye karar verir. Herkes gibi sıradan bir hayat sürmek ister. Parasını son kuruşuna kadar harcayıp sonra da tekrar intihar etme planları kurar. Ancak bu fikir onda ruhsal bir mide bulantısı yaşatır. Hanio ölmekten yorulur, zihnini ve bedeni dinlendirmek ister. Soylu bir aileye ait lüks mobilyalarla dolu gizemli bir eve taşınır. Ev sahibi olan kızla birlikte yaşamaya başlar. Kız aileden gelen hastalıklı mirasla sürekli öleceğini düşünüyor, bunun en kısa zaman da gerçekleşmesini arzuluyordur. Hanio bu fikirlerden son derece rahatsız olur. Çünkü o yaşamak istemektedir. Bir taraftan da kızın evli ve çocuklu bir hayata dair hayallerini küçümsemektedir. Birlikte ölme isteği ve kendisini öldüreceği korkusuyla Hanio kızdan uzaklaşır, yolunu bulduğu ilk fırsatta da kızı terk eder.

“Reiko’nun kelimeleriyle resmettiği bu hayali yaşam çiziktirmelerini gitgide artan bir tiksintiyle dinliyordu Hanio. Hamamböceği yaşamı buydu işte! Gazete kâğıdının üzerinde kaynaşan milyonlarca hamamböceğinin gerçek hayatları böyleydi. İşte böyle bir hayattan kaçmak için intiharı seçmemiş miydi?”[3]

Reiko’dan kaçarken birileri tarafından takip edildiğini anlar ve buna anlam veremez. Bir takip kovalamacası sırasında bacağına bir iğne saplanır. Bir süre sonra bunun kendisine takılmış bir çip olduğunu anlar. Yemek bıçağıyla çipi çıkarır ve hastaneye giderek dikiş attırır. Bacağındaki ufacık yaradan dolayı aşırı kaygı duyan Hanio, duygu değişimlerini hayretle izlemektedir. Vampir kadın tarafından kanı emilirken en ufak endişe duymamıştır. Yaşamın kendisinden endişe duymaktadır. Bu endişeyle Hanio farkına varmadan yaşamı geri kazanmıştır.

Ölmeyi ne kendi eliyle başarabilmiştir ne de başkaları tarafından. Bu yılgınlıkla içindeki değişime de engel olamıyordur. Hayatını satmaktan vazgeçmiştir. Artık toplumun içine karışıp yaşamak istiyordur. Ancak satılık hayat ilanı daha yayınlandığı ilk anda gizli bir örgütün dikkatini çekmiş, onu emniyete çalışan bir istihbaratçı sanmışlardır. Gönderdikleri müşterilerle bunu test etmişlerdir. İşi bırakıp başka bir yere taşındığında işte ilk baştan beri peşinde olanlar onu öldürmek istiyordur. Hanio yaşamak ister, ancak içine girdiği karmaşadan çıkamıyordur.

…Evet, yaşamak istiyordu, artık kesin emindi bundan. Ne var ki bir kez o topumdan firar etmeyi başarmış biri, bir kez daha o kesif iğrenç kokunun içine dönecek cesareti bulabilir miydi ki yüreğinde? Toplum tam da insanlar kendi kokularının farkında olmadıkları için tıkır tıkır işliyordu.[4]

Modern Dünyanın Hamamböcekleştirdiği Hayatta Anlam Arayışı

Hamamböceğinin, içi boşalmış, makineleşmiş hayatta farkındalığa dönüşmesi dünya edebiyatında ilk değildir. Kafka’nın hayattan umudunu kesmiş karakteri Gragor Samsa’nın, bir sabah hamamböceği olarak uyanması, edebiyat dünyasına bomba gibi düşmüştü. Clarice Lispector’un G.H’ye göre Çile romanında kahramanın hamamböceğini görmesi ve ezmesi üzerine hayat karşısında yaşadığı farkındalık muhteşemdir. Mişima’nın kahramanı Hanio’nun da hayatla bağ kurduğu tüm kelimeler hamamböcekleri misali aldırmaz şekilde çekilip gitmiştir. Kafka’nın donuk, eylemsiz hamamböcekleri Clarice tarafından ezilip yeni bir hayat isteğine dönüşürken Mişima da ise ölüm arzusunun öznesi olmuştur.

“… hamamböceği gibi matbu karakterle kaplı bir gazete kadar sıkıcı ve bayağı olan dünyanın, tüm kuvvetini seferber ederek kendisini şahane bir şeye dönüştürmek için çaba harcadığı hissine kapıldı. Tamam da bu iyileştirme çabaların çok fazla göze batıyor be, diye eleştirdi dünyayı Hanio’nun yüreği. Anlamsızlığın kendisinin bir şeyler için çaba göstermesi ne kadar da aşağılık ne kadar da bayağı bir şey!”[5]

Mişima’nın karakterleri II. Dünya Savaşı sonrasında modernite ile geleneksellik arasında buhran yaşayan insanlardır. Hanio da hayatın anlamını yitirmiş, yaşadığı topluma yabancılaşmış ve yalnızlaşmıştır. Modern dünyanın hamamböcekleştirdiği hayatta anlam arayışı içerisindedir.

Mişima’nın konu seçimi hep kendisine özgüydü. Ancak üslup olarak Nobel ödüllü Yasunari Kawabata’nın izinden giderek edebiyatın işlevini propagandacı değil sanatsal olarak gördü. Eserlerinin çoğu, yoğun bir şekilde duyusal betimlemeye odaklı resmi ve neredeyse geleneksel üslubuyla bu inancına hep bağlı kaldı. Bedenlere, giysilere ve kokuya dönüşen bu seçici tasvirleri neredeyse fetişisttir.

Tüm eserlerinin ana teması ölüm arzusu, intihar, vahşet ve cinsellik olmuştur. Satılık Hayat’ın da arka metinlerinde bu temalar vardır. Mişima aslında yazdığı tüm eserlerde adım adım ölüme yürümüş, adeta ölümünü prova etmiştir. Bir Maskenin İtirafları’ndan, Bereket Denizi Dörtlemesi’ne oradan da Çürüyen Melek’e kadar adım adım ölüme yürümüştür. Mişima’nın bitmez tükenmez ölüm arzusu, ölüm biçimleri Satılık Hayat’ta da kendini gösterir. Tüm eserleri gibi keyif verici ve etkileyicidir.

Yukio Mişima ölüme aşık bir yazardı. Japonya’nın yozlaşan değerlerine ve kaybolan kültürüne tepki olarak intiharı içselleştirdi ve hep kutsadı. Hayatını ve eserlerini kaybolduğunu düşündüğü Japon ruhuna adadı. Ölümünü de hayatının sonuna kadar bağlı olduğu samuray geleneklerine göre görkemli bir şekilde planladı ve kırk beş yaşında seppuku ile hayatını sonlandırdı. Mişima’nın intiharı edebiyatın düşünsel ve siyasi bir bakışla, en klinik birleşimi olmuştur. Eserleri kadar ölme biçimiyle de dünya edebiyatında birçok yazarı kendine hayran bırakıp etkilemiştir. Amerikalı müzisyen rock şarkıcı Patti Smith, Arjantinli romancı Roberto Bolano, Amerikan tabu karşıtı yazarı Henri Miller ve Japon yazar Oe Kenzuburo’ya ilham vermiştir. Hakkındaki en etkileyici biyografiyi Fransız yazar Marguerite Yourcenar yazmıştır. Mişima ya da Boşluk Algısı adlı kitaptır.

Kaynakça

Baykara, Oğuz, Modern Japonya Edebiyatının Doğuşu ve Shiga Naoya, Boğaziçi Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2014.

Çakıl, Ata Egemen, Yukio Mişima Çürüyen Melek, Japon Yayınları, 2021.

Graham, Thomas, “Yukio Mişima: Japonya’nın Kötü Şöhretli Roman Yazarının Tuhaf Hikayesi” Düşünbil Dergisi, 2022.

Mişima, Yukio, Satılık Hayat, Can Yayınları, İstanbul 2023.


[1] Mişima, Yukio, a.g.e, s. 15.

[2] Mişima, Yukio, a.g.e, s. 72.

[3] Mişima, Yukio, a.g.e, s. 183.

[4] Mişima, Yukio, a.g.e, s. 204.

[5] Mişima, Yukio, a.g.e, s. 72.

Editör: Buse Karabulut

Visited 132 times, 1 visit(s) today
Close
Exit mobile version