Yazar: 20:52 Kitap İncelemesi

Misakın Aynaları: Anadolu’nun Belleğinde Bir Yolculuk

Misakın Aynaları, M. Fatih Kutlubay’ın kaleminden çıkan ve Anadolu’nun hem gerçek hem de mitolojik yüzünü gösteren bir öykü kitabı olarak öne çıkıyor. Kitabın ismi bile başlı başına güçlü bir imge barındırıyor: Aynalar. Yani yansımalar, kırılmalar, çoğalmalar, geçmişle şimdi arasındaki geçişler…

Bu öyküleri okurken sanki geçmişle gelecek arasında, rüyayla uyanıklık arasında bir yerlerde yürüyormuşsunuz hissine kapılıyorsunuz. Kutlubay, anlatı dilinde masalsı bir atmosfer yaratırken, bu masalın içine Anadolu’nun acılarını, sevinçlerini, sessiz çırpınışlarını ustalıkla yerleştiriyor. Her cümlede bir başka çağrışım, her karakterde bir başka yüz saklı.

Kitaptaki öyküler, sadece bir bölgeyi anlatmıyor aslında; toprağa kök salmış, kaderini toprakla birlikte yazan insanların hikâyesini dillendiriyor. Anlatıların içine sinmiş o mahzunluk, insanın içine işliyor. Karakterler doğayla, mekânla, mevsimle öyle bir bütünleşiyor ki, bir noktadan sonra onları değil, yaşadıkları coğrafyanın kendisini okuyormuşsunuz gibi hissediyorsunuz.

Özellikle kadın karakterlerde dikkat çeken bir şey var: sessizlik. Ama bu sessizlik bir edilgenlikten değil, içsel bir güçten besleniyor. Bir annenin gözyaşında bir yüzyılın hüznü, bir çocuğun bakışında yitirilmiş bir köyün sesi gizli. Kutlubay, bunu büyük laflar etmeden, göz alıcı tasvirler kullanmadan, sessizce ama etkileyici bir biçimde yapıyor.

Kitabın ilerleyen sayfalarında ise bambaşka bir pencere açıyor okura. Gerçekliğin sınırlarından usulca çıkıp efsanelerle bezeli, mitoslarla örülmüş bir evrene adım atıyoruz. Burada her şey hem daha hayali hem de daha derin. Olaylar kadar simgeler konuşuyor artık; düşler, yarım kalmış dualar, suskunlukla aktarılan travmalar…

Bu bölümde yazar, masalı bir anlatı biçimi olarak değil, bir düşünme yöntemi gibi kullanıyor. Gerçeklikten kopmayan ama onun sınırlarını genişleten bir yazın dünyası kuruyor. Bu, belki de kitabın en etkileyici başarısı: Efsanevi anlatılarla bugünün ruh halini aynı potada eritmek.

Ancak Misakın Aynaları‘nı özel kılan sadece anlatı tekniği değil, aynı zamanda yazarın kendini karakterlerin ardına gizleyerek kurduğu içsel söylem. Kutlubay, öyküler boyunca kendi hikâyesini doğrudan anlatmıyor; ama seçtiği kelimelerden, mekânlardan, temalardan bir iç ses yükseliyor. Dingin, yer yer sitemkâr ama hiçbir zaman umutsuz değil bu ses.  

Sanki kırılmış ama dağılmamış, kabullenmiş ama vazgeçmemiş bir ruh haliyle sesleniyor okura. Kitaptaki öyküler arasında bazıları, hem anlatı gücü hem de bıraktığı iz açısından benim için çok daha derin bir yere oturdu. Özellikle Hüsran dağ, Memleket Turizm ve Siyah İplik anlatının yoğunluğu ve katmanlı yapısıyla kitaptaki genel temaların adeta birer odak noktası gibiydi.

Hüsran dağ, yalnızlıkla birlikte taşıdığımız sessiz acıların bir temsili gibi. Bu öyküde coğrafya ve insan birbirine öylesine karışıyor ki, sanki dağın kendisi içimizde büyüyen bir boşluğu tarif ediyor. İçsel kırılmalar, görünmeyen yükler ve suskun bir varoluş hali, yazarın dingin ama çarpıcı anlatımıyla can buluyor.

Memleket Turizm, ironik diliyle hafızada yer eden bir öykü. Yazar burada bireysel ve toplumsal belleği bir araya getirirken, “gösterilen” ile “gizlenen” arasındaki gerilimi ustalıkla kullanıyor.

Siyah İplik ise kitabın en karanlık ama belki de en içsel anlatılarından biri. Yazarın “dil” ile “duygu” yu örme biçimi, bu öyküde adeta somutlaşıyor. İpliğin ucunda sadece bir hikâye değil, aynı zamanda okuyucunun içsel bir çözülüşle karşı karşıya kalışı var.

Bunların yanı sıra Direniş Çiftliği, Misakın Aynaları, Kanlı Ağaç Tutulmasının Oğlak Burcu Üzerindeki Negatif Etkisi ve Atmaca’nın Gör dediği gibi öyküler de biçimsel çeşitliliği ve tematik derinliğiyle dikkat çekiyor. Her biri ayrı ayrı incelenebilecek nitelikte metinler olsa da hepsi birlikte kitabın genel ruhunu besliyor.

Bu öykülerde hüznün bile içten bir sıcaklığı var. Belki de bu yüzden anlatılar, okuyucuda “Ben bunu bir yerden biliyorum,” hissi uyandırıyor. Çünkü öyküler, bireyin hafızası kadar kolektif belleğe de dokunuyor. Bu yönüyle kitap, sadece bireysel bir okuma deneyimi değil, aynı zamanda toplumsal bir hatırlayış sunuyor.

Misakın Aynaları, insanın iç dünyasına açılan kırık camlar gibi. Bazen kendimizi, bazen geçmişimizi, bazen hiç tanımadığımız birini görüyoruz o camlarda. Her öykü, hem bir ses hem bir sessizlik barındırıyor içinde. Sadece anlatmıyor, düşündürüyor da.

Belki de bu yüzden bu kitap, sadece okunacak değil, bir köşeye çekilip tekrar tekrar bakılacak bir “ayna” gibi duruyor elimizde.

Visited 19 times, 6 visit(s) today
Close
Exit mobile version