Hafif yağmur yağıyor düzensiz çakılan tahtalarımın arasından su sızıyordu. Her çarpan damla ufak bir yankılanma sesi çıkarıp huzur veren bir ritim tutturuyordu. Üzerinde yattığım taşın üstünden bir grup güçlü insan yavaşça kaldırdı beni. Omuzlarına aldılar. Ufak adımlarla az ilerideki arabaya doğru yürümeye başladılar. O tabut, nasıl içinde bir ölüyle yaşıyorsa ben de beynimde öyle bir ölüyle yaşıyorum. Bu his umutsuzluk,kendini kötü hissetme, yorgunluk, bıkkınlık, sıkılma gibi hislerle eşdeğer tutulamayacak bir his. Bunu rahatlıkla söyleyebiliyorum çünkü o süreçlerin hepsinden geçtim. Bu tamamıyla farklı bir durum. Evet beyninde bu ölü benden ekmek, su istemiyor ama geçen her an benden daha önemli bir şeyler götürüyor; yaşam parçaları. 

Ağır ağır yürüdüler arabaya doğru. Arkama baktım. Binanın içinden, içimde yatan adamın akrabaş,arkadaş ve yakınları çıkmaya başlamış, ufak adımlarla bize doğru geliyorlardı. Gözü biraz nemlenmiş birkaç kişi dışında çok üzgünmüş gibi duran hiç kimseyi göremedim. Tabi ki herkes siyah giyinmişti. Törene yağan yağmur da bir kasvet oluşturmuştu. Şemsiyelerin tümü açılmıştı. O tüm insanlardan daha çok gökyüzü üzülmüştü sanki adamın ölümüne. Manidardı. Arabaya yaklaştığımda omuzlardan yavaşça indirildiğimi fark ettim. Arkası ve yanları açık,üstü kapatılmış eski bir kamyonetten bozma cenaze aracına yüklenirken tam ben, gözü yaşlı kadınlardan biri hızla geldi ve sarıldı bana. Sanki içerideki adama sarılırmışçasına. İşte biri bana her yaklaştığında, sevdiğinde, kızdığında, güldüğünde,sarıldığında böyle hissediyorum. Kendime değil de beynimdeki ölüye bahşediyorum tüm bunları. Alışamadım sana demelerine hiç. Hak edemedim. Kadını yavaşça ayırdılar benden. Beni itip güzelce bağladılar arabaya. Araba hareket ettiğinde kadın bağırıp ağlamaya başladı. O zaman biraz tuhaf oldum işte. Araba, insanların bizi yürüyerek takip edebileceği hızda bir süre ilerledi. Bu sırada takip edenlerin birkaçının ayrıldığını gördüm. Yağmurun hızlanması bizim de hızlanmamıza neden oldu. Araç ile insanlar arasındaki fark giderek açılıyordu. Ama çok geçmeden, çamurdan neredeyse bataklığa dönmüş mezarlığa gelmiştik. Biraz yüksekte olduğum için mezarları göremiyordum ama buralarda bu kadar sık çam ağaçlarının olduğu bir yer daha yoktu. Çok ilerlemeden durduk. Arkadan insanlar bir kaç grup halinde geldiler. Yine aralarından güçlü olanları iplerimi çözüp beni yere indirdiler. Topluluğun başında duran uzunca elbiseli,kafasına garip bir şey takmış, yağan yağmura rağmen şemsiye kullanmayan adam, insanlara kısaca yaşam ve ölümden bahsettikten sonra yağmur nedeniyle çok uzatmayacağını söyleyip, bir elini benim üstüme koyarak af diledi, içimdeki adam için yaradanından. Tahta yığınından başka bir şey olmayan bense sıkılarak dinledim tüm bu anlatılanları, tıpkı törendeki birçok insan gibi. Ardından indirdiler beni o önceden kazılmış çukurun içine. Yağmurla toprak karışmış, çamur olmuştu, soğuktu. Aldırmadım. Biraz sonra olacakları düşünüyordum. Kısa bir süre bekleyip üzerime toprak atmaya başladılar. Biraz önce yağmur suyu sızan aralıkların daha geniş olan bölümlerinden içeriye toprak sızmaya başladı bu sefer. Toprak yığını üstümü tamamen örttükten bir süre sonra daha ağır olmaz oldu. Ses tamamen kesilmişti, ışık gelme ihtimali ise yoktu. Bir iki kımıldanmaya çalıştıysam da nafile, toprak her yerimi sarmıştı. 

İşte şimdi içimdeki ölüyle; hayatta, beynimdeki ölüyle baş başa kaldığım gibi yalnız kalmıştım. Seslendim, duymadı,kıpırdamadı. Hep böyle yapardı zaten. Çıtını çıkarmadan bitirirdi beni. Tüketirdi. Hiçbir şey yapmadan tüm olanların sorumlusuydu. Bense beynimdeki bu ölüden hoşnuttum sanırım. İlk zamanlarda alışıp kabullenmeye çalıştım. Dedim ki, her şey değişir yavaş yavaş. Ben de onunla beraber çürür giderim burada zamanla. Toprak çöker üstümüze. Tabi öyle olmadı. Aynı hayattaki gibi bitmedi, değişmedi hiçbir şey. Kurtsuz bir kuyuya atılmış gibiydik. Karanlık, hiçbir şeysiz bir kuyuda uzun süredir bekliyorduk. Aslında beynimdeki bu ölüden kurtulmaya çalışmıyordum sanırım. Çünkü ne Poe’nun yaptığı gibi içimdeki melankoliyi unutmak için kendimi alkole, ne de S.Hidayet gibi ölümü arzularken afyona vermemiştim kendimi. Sadece bekliyordum. Denemiyordum ölümleri. Zaten beynimde bir ölüyle birlikteydim. Ayrıca ölmek istesem ben denemez ilk seferde başarırdım. Sonra zaman geçtikçe fark ettim ki toprağın altından kurtulmayı hayal ediyorum. Dedim ki kendi kendime, toprağın altından, bu karanlık kuyudan mı kurtulmaya çalışıyorsun, yoksa bu ölüden mi? Kandırma kendini. Kurtulmaya çalıştığım içimdeki, beynimdeki ölüydü. Büyük bir silkinişle üzerimdeki toprağı attım. Yeniden dirildim adeta. Ağacın üstündeki bir karga gördü bu olanı, şaşkınlıkla bana bakıyordu. Yanıma kondu daldan atlayıp. Tek bir kez bağırıp uçarak uzaklaştı. Kutlarcasına yalancı zaferimi. Güldüm gecenin karanlığında doyasıya. Gözlerimi sımsıkı kapadım. İçimdeki, beynimdeki o ölüyle karanlığa doğru tüm gücümle koşmaya başladım. Sanki ondan kurtulmuşum yada kurtulabilecekmişim gibi.

Latest posts by Murat Turna (see all)
Visited 14 times, 1 visit(s) today
Close
Exit mobile version