Kadına şiddet insanlığa ihanettir. Kadına şiddete hayır. Kadınların mağdur edildiğine vurgu yapan birçok cümleyi art arda sıralamak hiç zor değil. Önceki nesillerin yaptığı gibi, bu nefretin tarihini yaşadığımız yüzyıla indirgeyip yüzeysel düşünebilir ve nedenlerini araştırmayabiliriz. Ve böylece, geçmiş sürekli kendini tekrarlamaya devam eder.
Öncelikle Jack Holland’a saygılarımı sunmak istiyorum; çünkü bu kitap büyük bir araştırmanın ürünü. Gazetecilik bakış açısıyla hazırladığı bu araştırma kitabı, bizi büyük ve acı bir yolculuğa çıkıyor. O zaman başlayalım.
Mizojininin kelime anlamı; kadınlara karşı duyulan soğukluk, antipati ve abartılı düşmanlıktır. Bu bakış açısının ilk başlangıç tarihi çok çok eskiye, mitolojiye dayanmaktadır. Pandora Miti, ilk mizojini temasını içeren mitlerden biridir. Hikayeye göre Prometheus, erkekleri yaratır. Kadınların olmadığı bir dünyada mutlu ve huzurlu yaşayan erkekler, adeta cennet hayatı yaşar. Tanrılar Tanrısı Zeus, erkekleri ateşin gizeminden korumak ve cezalandırmak için ateşi insanlardan uzak tutar. İnsanları yaratan Prometheus, gökyüzünden ateşi çalarak insanlara getirir. Böylece Zeus’a karşı ebedi düşmanlığı başlatmış olur. Zeus, intikam almak için tanrıçalarla yarışacak kadar güzel olan, ilk kadın Pandora’yı yaratır. Pandora, erkeklerin ve insanlığın başına gelen en büyük felakettir. Bu mit ile kadına düşmanlığın tarihi başlamış olur.
Bu hikaye elbette yankısını bulur. M.Ö. yaşayan, Antik Yunan filozofu Platon’un düşüncesine göre kadınlar ve erkekler eşittir. Yalnız, Platon’un görüşüne göre bu eşitlik sadece cinsiyet reddine bağlıdır.
Sokrates’e göre kadınlar ve erkekler, aynı yerde eğitim alabilir ve aynı haklara sahip olabilirdi; lâkin erkek gibi görünmek şartıyla. Kadınların tek farklılığı doğum yapabilmeleriydi. Doğum yaptıktan sonra bebekleri devlet yetiştirmeli ve kadınlar annelik yapmamalıydı. Sokrates, bu savunmasını belli kadın zümresi için kurmuştu. İyi nesil oluşması için iyi erkeklerle iyi kadınlar birleşmeliydi.
Aristoteles ise tüm zamanların en acımasız kadın düşmanı olarak belirtiliyor. Ona göre anne karnındaki çocuk erkek ise sağlıklı, dişi ise gebelikte yaşanılan sorunlardan dolayı dişi olmuştu. Aristotalese’e göre dişi, sakatlanmış bir erkekti.
M.Ö. yaşayan bu filozofların kadınlar hakkındaki fikirleri hemen hemen bu yöndeydi. O dönemin yaşayış şeklinde kadınlar, toplumdan izole yaşıyor ve değer verilmiyordu. Erkekler çoklu ilişki yaşayıp kadını kolayca boşayabilirken, kadın bu haklardan yararlanamıyordu. Günümüze daha yakın tarihlere baktığımızda da bu benzer temaları görmeye devam ediyoruz.
Dinlerin ortak görüşüne göre erkek önce yaratılmıştır. Hatta Havva, Adem’in kemiğinden yaratıldığı için daha geri plandadır. Lakin Hristiyanlık ve Musevilik inançlarında ek olarak Lilith yer alır. Lilith, Havva’dan önce Adem ile eşit yaratılan ilk kadındır. Adem baskın olmaya çalışırken Lilith, eşit yaratıldıklarını savunur ve baskılara dayanamayarak cennetten kaçar. Lilith, iblisle beraber olur ve böylece doğurduğu her çocuk artık cin ve şeytandır. Adem mağdur olduğunu iddia eder ve Tanrıdan kendisiyle eşit olmayan bir eş ister. Böylece Adem’in kemiğinden yaratılan Havva, Tanrı tarafından eşit yaratılmayan ilk kadın olur. Lillith ise feminist görüşün ilk lideridir.
Yahudilik dininde kadın yine geri planda tutulur. Toplumdan izole edilir, doğum sırasında çektiği sancılar bile Lilith ve Havva’nın işlediği günaha bağlanır. Hristiyanlık dini ise kadına verdiği değer ile ortaya çıkar. Bu değer, kadınları öyle mutlu ederi ki Hristiyanlığın yükselmesi ve peygamber İsa’nın desteklemesinde kadınlar önemli rol alır. Lakin hristiyanlığın ilerleyen tarihlerinde mizojini düşüncesi tekrar baskın çıkar. İsa peygamberin annesinin durumu dindarlar arasında epey tartışılır. Hristiyanlık inancında baba, oğul, kutsal ruh üçlemesi vardır. İsa aynı zamanda tanrının tasviridir. Lakin bakireyken İsa peygambere hamile kalıp onu doğuran Meryem, erkeklerin dikkatini çeker. Bir kadının Tanrıyı doğurması mümkün müdür, bir kadın kutsal olmalı mıdır, sorularıyla en sonunda Meryem’e kutsallık atfedilir; fakat tanrılık sıfatından uzak tutulur. Hatta kadını yüceltmemek adına Meryem’in yılanı ezen ikonografileriyle tekrar kadın aşağılanır.
Hristiyanlık inancında kilisenin kutsallığını sorgulamak mümkün değildir ve sorgulayanların cezası oldukça ağırdır. Kilisenin halk üzerindeki gücünün artmasıyla kadın düşmanlığı daha fazla perçinlenmiş olur. Bu düşmanlığa verilebilecek en önemli örnek, Cadı Avı altında kadınların yakalanıp öldürülmesi olabilir. 14. yüzyıl sonundan 17. yüzyıl sonuna kadar binlerce kadın öldürülür. Kadınlar; büyücülük yapmak, şeytanla cinsel ilişkiye girmek vb. suçlardan dolayı linç edilir. Kadınlara işkence yapılarak suçlamalar zorla kabul ettirilir. Çoğu kadın işkence sırasında hayatını kaybeder. Kilisenin verdiği fetvalarla gözünü kan bürüyen eril cehalet, doymadan can almaya devam eder.
İslam inancına da değinmiş kitap. İslam adı altında kadınlara yapılan zorbalıklar, özellikle Afganistan coğrafyasında yaşanılanlar yazılmış. Kadınların sünnet edilmesi, köle olarak satılması ve bunlar kadar kötü birçok örneğe değinilmiş. Ortadoğu bataklığında kadınların yaşadığı zorlukları okumak çok zordu.
Hinduizm inancı ile başka bir mizojini örneği karşımıza çıkıyor. Dul kalan kadınların kocasıyla beraber yakılması ritüeli, az da olsa hala günümüzde devam ediyor. Kitabın verdiği bir örnek, vahşetin büyüklüğünü anlamak için yeterli. Çok eşli olan bir erkek öldüğünde, erkeğin bütün eşlerinin yaşama hakkının elinden alınması çok üzücü bir örnekti.
Beni kitapta en çok şaşırtan konulardan biri; filozofların, edebiyatçıların, sanatçıların görüşleri oldu. Psikanalizin kurucusu Sigmund Freud’un kadınlar ve erkekler hakkındaki görüşleri epey şaşırtıcıydı. Kadınların, cinsel organları farklı olduğu için erkekleri kıskandığını söylüyordu. Aynı zamanda erkekler de çocuk doğuramadıkları için kadınları kıskanıyordu.
Darwin, kadın kafatasının erkeğe oranla daha küçük olduğu için kadın beyninin daha az evrildiğinin öne sürüyor, kadınları aşağı ırk olarak görüyordu. Otto Weininger, “Kadının hiçbir varlığı ve özü yoktur. Onlar bir hiçtir.” diyordu. Immanuel Kant, “Kadın ne kadar erkek düşüncesinin hizmetinde olursa bu o kadar iyidir.” derken; Nietzsche, “Erkek mutluluğunun adı ‘istiyorum’, kadınınkine ise ‘o istiyordur’” diyordu. Schopenhauer’e göre kadınlar, sadece insan cinsinin korunması için vardı.
Edebiyat eserlerinde de kadınları aşağılayan yazarları görmek mümkündür. Jean Jacques Rousseau, buna verilecek örneklerden sadece birisi. Bunun tersi ise Dante Alighieri’nin İlahi Komedya eserinde görülür. Dante, sevdiği kadın Beatrice’yi en yüce konuma yükselterek dünyaya ölümsüz bir eser bırakmıştır. Resim sanatına bakacak olursak, rönesans sanatçılarının çizimlerine göz atmanız dönemi anlamak için yeterlidir. Tam da Socrates’in hayal ettiği kadın tipi rönesans sanatında yer bulmuştur. Erkeksi kaslara sahip, sert yüz hatlı kadınlar tasvir edilmiştir.
Peki bu topluma yön vermiş, tarihe adını altın harflerle yazdırmış insanlar nasıl bu yanılgıya düşmüş? Bunun altında yatan sebep ne olabilir? Bunun başlıca sebebi, genel kanıksanmış görüş. Erkekler dilediği gibi hükmetmek isterken, kadınların çoğu maalesef sesini çıkaramıyor. Seslerini çıkarabilenler ise büyük bir tepkiye maruz kalıyor. Zümreye ait olan ve bu konuda sesini çıkaran erkekler ise önlerine birçok bilimsel argüman konularak yıldırılmaya çalışılıyor.
İnsanlık tarihinden bu yana, kadınların söz hakkına sahip olma süresine bakarsak çok fazla bir ilerlemenin olmadığını görürüz. İlk oy kullanan kadınlar, 18. yüzyılda yaşayan, belli zümreye ait kadınlardı ve bu kadınların kullandıkları oy şekli bile sınırlıydı. Günümüzde bile özellikle Ortadoğu’da kadınların yaşadığı sorunlar ve zulümler hala devam ediyor. Kırbaçlanmak, toplu tecavüzler, taşlayarak öldürme, bir erkeğin ifadesinin iki kadının ifadesine denk gelmesi ve daha niceleri hala günümüzde devam eden ilkel uygulamalar.
Bu bakış açısı bir yerde kırılmaya başladı. Yeni gelen kuşaklar, internet erişiminin yaygınlaşması, kadınların eğitim alanında ve kamuda yer alması gibi sebepler kadının birey olmasını sağladı. Hâlâ geri durumda olsak bile çoğunluğun artmaya başlaması kadınlar için epey sevindirici.
Kendi adıma bu kitaptan çok şey öğrendim. Kadından nefretin evrensel tarihini bilmek ve anlamak, her bireyi bu konuda şüphesiz daha bilinçli yapacaktır. Bir teşekkür de bu yüzden İmge Kitabevi’ne etmek gerek. Benim yazdıklarım sadece bir kısmı, kitabın bütününü okumanızı mutlaka tavsiye ediyorum. Böyle kitapları daha çok görmek dileği ile…
- “İnferis” Kitap İncelemesi - 9 Ağustos 2022
- Mahfi Eğilmez ile Söyleşi - 1 Ağustos 2022
- “Küçük Hasır Şapka” Kitap İncelemesi - 25 Temmuz 2022