Yazar: 19:18 Mahal Dergi 6. Sayı, Öykü

İlk Gün

 El eleyiz. Annemin ayakları benim ayaklarımdan önce gidiyor. Onun çabukluğu beni de koşturmak zorunda bırakıyor. Saçımın dipleri kaşınmaya başladı bile. “Aman gün içinde açılmasın,” diyerek saçımı bağladığı lastiğe son kez attığı düğümle başımı iyice sıktı. İki yanağımdan yukarıya doğru zorla çekiştiriliyormuş gibiyim. Saçlarımın arasından parmağımı sokup kaşıyasım, döndürdüğü lastiği bozasım geliyor. 

Uzun, tekerlekli bir kapıdan içeri girdik. Kapıda duran adam, iki koluyla demirliklere yaslanıp kapıyı öne doğru iteklemeye başladı. Epey sesi varmış kapının; aklıma bisikletimi getirdi. Kırmızı olanı… Bir sefer zinciri atmıştı da; her pedal çevirişimde tar tar tar… Yine de taşımıştı beni. Tıpkı o ses…  Ayaklarım karıştı bir ara, “Önüne bak kızım,” dedi annem. “Düşeceksin, geldik hem, daha fazla geç kalmadan yürü hadi,” derken sol omzum biraz daha öne atıldı. Son kez boynumu çevirebildiğim kadar görebildim; tekerlekli kapı, sonuna kadar kapanmıştı. Şu an yürüdüğümüz yer söylendiği kadar büyük değilmiş. Doğru hatırlıyorsam buraya bahçe diyorlardı. Yalnızca bahçe… Ne tuhaf!  Etrafında demirliklerin olduğu bir bahçeyi ilk kez görüyorum. Pek benzettiğimi söyleyemem. 

Çevreyi yeterince inceleyemeden binanın içine girdik. Annem karşımıza ilk çıkana; “1-C sınıfı ne tarafta?” diye sordu. Adam elleri cebinde, bir adım arkada duran bana baktı ve anneme doğru; “Koridoru geçin, sağdaki ilk kapı,” dedi. Bense bu somurtkan ve üst dudağı bıyıktan gözükmeyen adamla denkleşmemek için gözlerimi tavana diktim. Koridordan geçerken duvara asılmış resimlere baktım; hepsi de birbirine benziyordu. Güneşe niçin göz çizerler ki? Bir de güldürürler. Hiç anlamam… Sağa döndük, sınıfın önündeyiz. Birbiriyle konuşan iki kadın var. Hemen arkalarında durduk. O sıra annem kulağıma eğildi, “Seni bırakayım, işe geçeceğim anneciğim, geç kaldım,” dedi. “Akşam da almaya geleceğim.” Sınıfın açık kapısından görebildiğim kadarıyla herkes yerleşmişti. Annemin bırakıp gidecek olması beni ilk kez huzursuz etti. O sokak senin bu sokak benim koştururken kaybolduğum; nasıl döneceğimi bir türlü bulamadığım o vakitten bile daha korkunçtu. Söyleyemedim de. Hâlâ yüzüme bakıyordu. “Kızım anlaştık mı?” dedi. Anlaşmasak ne olacak ki, başımı sallayabildim sadece. Konuşan kadınlardan biri gülerek bize yaklaştı. Daha da gülümseyerek “Hoş geldiniz,” dedi. Annem omuzlarımdan tutarak ayakucunun önüne doğru çekiştirdi beni. Saçlarım biraz daha ağırlaştı. Giderek yumulan gözlerim artık bulanık görmeye başladı. 

“Şimdi başlıyorduk biz de,” dedi. Öğretmenimmiş. “Bu sabah biraz zor kalktık hocam,” dedi annem, ikisi de gülüştü. Öğretmen, “Hadi bakalım, koş, sıranı seç,” derken yanağıma yumuşakça dokundu. 

Sınıfa adımımı atar atmaz herkesin gözü üzerimdeydi. Suç işlemiş de karşılığında ceza almış gibiydiler… 

Birkaçının yanaklarındaki ıslaklığı görebiliyorum; sessizce, başlarını bile kımıldatmadan ağlaşıyorlar. Arada göğüsleri hop ediyor, sesleri anca öyle duyuluyor. Sanırım benim gibi saçının ağırlığını taşıyamayanlar da var. Yalnız değilim… Şu an sadece iki boş sıra görüyorum. Omuzlarımdaki çantanın uzayan saplarını sıkıca tutuyorum. Benim için önemli bir karar olmalı: Kimin yanına oturmalı? Biri, öğretmen masasının tam karşısındaki ön sırada oturan, bacaklarını öne arkaya durmadan sallayarak ağlayan çocuğun yanı. Onun göğsü daha bir hızlı hareket ediyor. Ayakları onu, buradan koşar adım kaçtığına inandırmış olmalı. Çabucak karar vermeliyim. Diğer seçeneğim ise en arka köşede, duvar kenarına yerleşmiş, herkesten epeyce iri görünen çocuğun yanı. İri çocuk ne ağlıyor ne de yüzünü herhangi bir şekle sokuyor. Ne düşündüğünü anlayamıyorum. Ayaklarını sallayan çocuğa yaklaşıyorum; hıçkırık sesleri artıyor. Vazgeçiyorum. Mecbur arkaya doğru ilerliyorum. İlerliyorum ama pek de varmak istemiyorum. Acaba annem kapıda bekliyor mudur? Belki kızının nerede oturacağını görmek istemiştir. Dönüp bakayım diyorum, yapamıyorum. Ağzıma zorla koca bir lokma sokuşturulmuş da boğazımdan aşağı bir türlü geçmiyormuş gibi hissediyorum. Adımlarımın yavaşlığı yüzünden topuklarım birbirine sürtüyor. Şarkılar söyleyerek ayakkabılarımı geceden özenle hazırlayan annemin, “Çok koşturma bak, ilk günden eskitme,” deyişi geliyor aklıma. Koşturmama gerek kalmadan ayakkabıma baştan sona bir çizik atmış oluyorum. Alnım terliyor. Son birkaç adımımda yere yığılmazsam birazdan oturacağım. Sınıftakilerin iç çekişleri beni zorluyor. Ne var katılsam aralarına, ağlasam… Rahatlar, belki içimdeki bu sebebini bilemediğim duygudan kurtulurum. Tutuyorum kendimi. Bir taraftan da kapının önünde annemi görmenin hayalini kuruyorum. İri çocuk, gözlerime bakıyor. Omuzlarımdaki yükü taşımayı bırakıp çantamı hafif hafif salıyorum. Yanaklarım bile bırakıyor gerginliği, burnumun ucu titriyor. İri çocuğun bakışları ve tüm umursamazlığı sinirime dokunuyor. Artık yanındayım. Sırama geçer geçmez gözlerim kapıya yöneliyor. Annem deminki yerinde yok, belki birkaç adım arkadan gizlice izliyordur diye aranıyorum. Parmak uçlarımda yükselip iyice göz atıyorum. Oradadır diyorum. Başparmaklarıma biraz daha yüklenip, boynumu sağa yatırarak göremediğim köşeyi de böylelikle yokluyorum. Gitmiş, yok. Göremiyorum. Öğretmen içeri giriyor, kapıyı da kapıyor. Tek gözümden ufacık bir damla, sessiz sessiz düşüyor. Boğazımdaki lokma küçülür gibi oluyor. Yutkunarak bir parçasını aşağı gönderiyorum. Aynı gözümden bir damla daha düşüyor, ardından bir damla daha…

Latest posts by Miray Aydın (see all)
Visited 13 times, 1 visit(s) today
Close
Exit mobile version