Beni halam büyüttü. Tutkulu bir fizik öğretmenidir kendisi. Ben de tutkulu bir amatör futbolcuyum. Özellikle okuldan uzaklaştırma aldığım zamanlarda daha da tutkulu oluyorum. Mahalle takımında elbette. Şimdilik. Gelecekte ne olacağı belli olmaz. Profesyonel bir takıma geçmem an meselesi. Üç yaşındayken halamın bana aldığı plastik topla oynadığımdan beri hem futbola hem fiziğe meraklıyım. Halam o gün bana mekanik anlatmıştı. Ne zaman maça çıksam her herekette aklıma formüller gelir.
Mesela sahaya erken gidip hareket etmeye başlarım yani ısınmaya. (Kinetik Enerji) Derken bütün sahayı koşarım. (Potansiyel Enerji) Mekanik Enerji formülü neydi?
ME= KE + PE
Yani mekanik enerji denen şey, enerjilerin toplamı. Ben maç boyunca bütün enerjimle oynarım. O da ne, karşı takımdan biri beni koşarken iter. İşte Enerji Değişimi!
Δ (Değişim) E Mekanik = W (Yapılan İş)
Ben her şeye rağmen bu işte iyiyim ya! Yerde yatarken gülme krizine girerim. Tuhaf bir alışkanlık. Çocukken de düştüğümde canım acırdı ve ağlamak yerine gülerdim. Bu da halamın yüzünden çünkü ne zaman düşsem beni gıdıklardı. Canımın acısını unuturdum. Şimdi maçlarda düştüğümde kimse beni gıdıklamıyor belki ama ben yine de gülüyorum, hem de kahkahalarla.
Geçen gün yine maçtayım. Bu sefer halam beni izlemeye geldi. Potansiyel enerjimi ona göstermek için biraz sert oynadım ve rakibe çelme taktım. İstemeden. Kırmızı kartı yedim tabii. Kenardan bağırıyordu: “Kaç juldü evlat?” Halam. Her zaman bu dünyadan uzakta yaşar, zihninde. Orada yerde miyim? Kırmızı kart mı yemişim? Umurunda olmaz. Tek umursadığı fiziktir ve matematik. Sayılar ve formüllerle düşünür. O bağırınca ben de bağırdım: “600 jul!” Derken yine gülmeye başladım. Halam da gülüyordu çünkü fizik eğlencelidir, çünkü futbol zevklidir. Neyse o gün o maçta 2 gol attım. Akşam halamla bunu kutlamalıydık. Pizza söyledik. En sevdiğimiz yemektir. Pizzalarımızı terasta yedik sonra minderlerin üzerine uzanıp yıldızları izlemeye başladık. O gece terasta uyuyacaktık.
“Hala, ben yıldız tozu muyum?”
“Bedenimizdeki atomların, hidrojen hariç, hepsi yıldız tozu. Hidrojen büyük patlama tozudur çünkü biliyorsun. Bedenimizde toplam 7×10 üzeri 27 atom var. Milyarlarca atom yani. Bir kısmı hidrojen atomu, %40’ı da yıldız tozu. Kütle açısından bakarsak vücudumuzun %93’ü hidrojen harici elementlerden oluşuyor. %93 oranında yıldız tozuyuz. Evet, Sagan’ın dediği gibi hepimiz yıldız tozuyuz canım.”
“Aaa, bak yıldız kaydı!”
“Hemen bir dilek tut.”
“Tuttum… Annemle babam orada bir yerde mi halacığım?”
“Eğer öyle olduğuna inanırsan oradalar, inanmazsan yoklar.”
“Senin inandığını biliyorum. Ben, şey… Bilmiyorum, sanırım henüz buna karar vermedim, yani ölümden sonra yaşamın devam ettiğine filan. Belki başka bir şeye dönüşüyor olabiliriz.”
“Kesinlikle. Dönüşüyoruz.”
“Neye?”
“Mantara, çiçeğe, böceğe, toprağa dönüşüyoruz Umut’cuğum.”
“Evet! Mezarlıklarda kemik olur, öyle değil mi? Gerisi çürüdüğüne göre… Yani yıldız tozuna dönüşüyoruz. Yeniden yıldız oluyoruz. Bazı atomlarımız havaya karışıyor. Bu durumda annemle babamın gökyüzüne gittiğini söyleyebiliriz. Yıldızlara bakınca hep onları düşünmemin nedeni sence bu mu yoksa izlediğimiz filmler mi?”
“Yine zor sorular sormaya başladın Umut’cuğum. Hadi, uyu artık!”
“Ama hala yaaa! Sen de fizikten başka bir şey konuşmuyorsun!”
“Serseri! İyi geceler.”
Halam uyudu. Ben yıldızları izleyerek annemle babamı düşündüm. Vücutları yok olduğuna göre dünyayı görebiliyor olamazlardı. Başka bir şey olmalıydı, başka bir şey… Uyumuşum. Sabah uyandığımda halam yanımda yoktu. İçeriden sesi geldi.
“Umut! Kahvaltı hazır, gel canım!”
Kahvaltı masasına oturdum. Halam her şeyi yüzümden anlardı.
“Neyin var senin?”
“Üzülüyorum. Bunun fizikte bir açıklaması var mı?”
“Hayır ama biyolojide, kimyada var. Canın yandığında küçükken seni neden gıdıkladığımı biliyorsun, öyle değil mi?”
“Evet, acıyı unutmam için.”
“Üzüntü hücrelerimizi bozar. Yine de bazen üzüntüyü unutmak zorunda değiliz. Sadece kendimizi bırakıp üzülmeli ancak bunu aşmalıyız, biliyorsun. Yoksa hasta oluruz. Gülmek ise bizi sağlıklı yapar. Hadi gül çünkü yeteri kadar üzüldük serseri! Tamam mı?”
Halama sarıldım.
“Tamam! Seni seviyorum halacığım!”
“Ben de seni! Bugün ikimiz de evdeyiz. Ne yapalım sence?”
“Akşam maçım var. Akşama kadar… Hımmm… Yemek yapalım, film izleyelim, satranç oynayalım.”
“Anlaştık.”
Halamla vakit geçirmek harikadır. Benim gözümde o, annemle babamın orada bir yerde beni nasıl olup da izlediği meselesi dışında hemen hemen her şeyi açıklayabilen müthiş bir insandır. Belki de her şeyi açıklamak ve anlamak zorunda değiliz. Evet, bence öyle.
Amaaa sağlıklı yaşamak için hareket etmek zorundayız. Maç saatim yaklaştı. Formamı giyip sahaya gittim. Orta sahadan acayip bir gol attım. Halamın görmesini isterdim ama bu akşam izlemeye gelmemişti. Peki, annemle babam? Koşarken göğe bakıyordum. Derken burnumun ucundan ter damladığını fark ettim. Durdum. Burnumdan akan ter damlasını parmağımla aldım. Tadı tuzluydu. Terimin tadını hep sevmişimdir. Kaslarımın hareket etmesini, acımasını hatta terlemeyi, aslında bu oyunu sevdiğimi düşündüm. Futbolu. Acı, acı, acı üzüntüyü unutturuyor. Dalmışım. Beni oyuna çağırdılar. Bir yandan bizim takımın arasına, yeniden oyuna karışıyor bir yandan gülüyordum. Hem de kahkahalarla!
- Çiçek Bizimdir - 12 Mayıs 2023
- Halam ve Kahkaha Bilimi - 4 Aralık 2020