Yazar: 19:40 Tiyatro İncelemesi

Herkes Kocama Benziyor

“Yeter lan!” diye bağırmıştı kadın aniden.

Sonrası derin bir sessizlik ve Ayten’in etrafında kümelenmiş, bir sürü anlam arayan bakış… Onu ilk defa böyle görmenin verdiği şaşkınlık bir yana, bu kısa, kaba ve gösterişsiz isyanın arkasından ne geleceğini merak etme duygusu hâkimdi kadını seyreden gözlerde. Sonra minicik birer tebessüm kondu o yüzlere. Bardağın taştığı yere dökülen hüzün, yumruk acısına benzer bir his vererek kalpleri yorgun düşürdüğünde, akıllarda yeni bir başrol oyuncusu doğmak üzereydi. Ancak kuyruğa girmiş soru işaretlerinin altlarından zorla çekilip alınmıştı noktacıkları. Geriye kalan şekle bakınca, hiç kimsenin yanıt veresi gelmiyordu.

“Yeter lan!”

Bu kez ünlem kıyafetinin altına gizlenmiş şişko bir nokta. Birbirine çarpan kadehler, yere dökülüp saçılmış hayallere gönüllü olarak veriyordu kaybolan o noktayı. İşte şimdi cevap verebilirlerdi sorulara. Ancak yalnızca bir tanesi, herkesin nefesini kesecek kudretteydi: “Peki. Sen ne istiyorsun abla?”

Nokta. Nokta. Nokta.

“Ne mi istiyorum? Nasıl ne istiyorum?”

“Ne istiyorum?”

Ufak tefek, sıradan, her dudakta ve zihinde kendine yer bulabilen ama dev cüssesini ruhunda başarıyla gizleyebilen, duymaktan usansanız bile asla gerçek yanıtı veremediğiniz sorunun, Ayten’in yavaş yavaş kendine getirmesini şaşkınlıkla izliyordu masadaki kalabalık. Bütün bakışların tam ortasında sanki bir tek Ayten vardı.

“Ne istiyorum?”

Herkes Kocama Benziyor için yapılabilecek tek eleştiri, oyuna verilen isim bence. Çünkü oyuna gitmeden yarattığı çağrışım, hemen hemen herkesin duymaktan, okumaktan ve hatta izlemekten sıkıldığı bir tekrara kucak açıyor. Sürekli olarak kadınları erkekler karşısında çaresiz ve çözüm üretmekten aciz gösteren, kadına şiddet klişeleriyle bezeli öykülerden mutlu ayrılanı görmedim. Ama üstüne basa basa söylüyorum. Herkes Kocama Benziyor, bizlere özellikle ezberletilmeye çalışılan zayıf kadın figürünü alt üst ediyor. Kendine has ritmi ve bir dakika sonra ne ile sınanacağınızı tahmin edemeyeceğiniz olay örgüsüyle, çok farklı bir işaret çiziyor zihinlere.

Güçlü, yaratıcı, özgüvenin kazanmış, yarınları planlayan, kendisiyle barışmış ve dahası hayatın içerisinde mecbur bırakıldığımız rutin zincirlerini kırmayı başarmış bir kadının zihnini açıp sergiliyor bizlere. Bunu yaparken kalbi ve duyguları da ihmal etmiyor tabii ki… Tam anlamıyla değişim ve dönüşüme uğramış bir insanın geçmişinden başlayarak yaptığı temizlikle, izleyicilerin de ruhlarını arındırıyor.

Popüler oyunlara ters istikamette yürüyerek yolunu bulmayı tercih etmiş diyebiliriz. Benzerine çok rastlamadığımız, oldukça başarılı bir açık biçim tekniğiyle, izleyicisini kolay ele geçiriyor Pınar Güntürkün. Adım adım öğreniyoruz Ayten’i. Onunla birlikte dans ediyoruz, türkü söylüyoruz, gülüyoruz ve hatta havaya kaldırdığı kadehe “Yarasın,” diyoruz. Tüm bunları seyircisiyle arasındaki duvarı ortadan kaldırarak yaptığı gibi, yer yer hikâyenin dışına adımını atarak sahne ile seyirci koltuğu ayrımını fark etmemizi de sağlıyor. Oyunu aval aval seyrederken düşünmemize yardımcı olacak kadar da metne hâkim bir oyuncu Pınar Güntürkün. Kadife sesi renkten renge girerken, tıpkı bir çocuğun yüksek merdivenlerden sıçrayarak aşağı inip yukarı çıkması gibi ses tonuyla dilediği gibi oynuyor. Oyun içerisindeki Neşet Ertaş sürprizlerine de ayrıca parantez açmak gerekir. Keyifli akan sohbetin orta yerine bırakılmış, demli bir çay lezzetinde ve çok farklı boyutta kuşatıyor dinleyicisini.

Ayten’in öfkesi dilimlenip masaya yatarken, bir anda Neşet ustanın türküsüyle dağılıveriyor sert hava. Sanki bir tatil günü başlıyor o dakika. Yumuşacık bir iklimde, sokağa çıkıp şehrin sadece güzel taraflarını seyretmeye çalışır bir psikolojide buluveriyorsunuz kendinizi. Sonra salına salına gezerken Ayten tekrardan dokunuyor omzunuza. Hatırlatıyor. Nerede olduğunuzu, düşünmeniz gereken şeyleri, o güne dek ıskaladığınız insanların, sadece televizyon haberlerinde bahsi geçen öznelerden ibaret olmadıklarını…

Tekrar dokunuyor. Biraz hüzünlüsünüz bu sefer. Anlıyor gözlerinizden Ayten. Bir makas alıyor yanağınızdan. Sonra gülüyor, elini havaya sallıyor, “Boş ver,” dercesine. İçinizde o ılıman iklime özgü tuhaf bir rahatlıkla, siz de gülümsüyorsunuz. “Geçiyor be!”

Alis Çalışkan, yazar olarak harika bir iş çıkarmış. Oyuna nüfus eden tüm detaylar değerli, hassas ve kırılgan ama aynı zamanda her birisi koruma altında. Yardımcı yönetmen koltuğuna da otururken, kaleme aldığı güçlü metni, bu kadar hünerli bir oyuncuya emanet ettiği için çok şanslı. Hakan Emre Ünal da yönetmen olarak alkışı hak edenlerin en başında geliyor tabii ki. ‘Canavar’  ve ‘Sevgili Arsız Ölüm – Dirmit’ adlı oyunlarının bende bıraktığı izler hâlâ tazeliğini korurken, belleğime üçüncü kez not düşmüş oldu.

Esasında ekip olarak bizlere Ayten’in öyküsünü anlatmadılar sadece. Günlük hayatta varlığından emin olduğumuz kadını hayatımızın içine oturttular. Ve sonra bir adım öteye geçtik hep birlikte. Ayten, Ayşe oldu. Fatma oldu. Hatta inanır mısınız Mehmet bile oldu. Birçok kişinin yüzüne girdi, ismini aldı, durmadan tekrarlandı. Sonra… Sonra biz hikâyenin peşini bıraktık, gerçeğe uzattık ellerimizi. Salonda kopan alkış, ne sadece Pınar Güntürkün içindi ne de Ayten. İnsanın sesi, insanların avuçlarındaki gürültüde kaybolmuştu çünkü.

Özetle, Herkes Kocama Benziyor, klişelere meydan okuyan bir tiyatro tecrübesidir efendim. 2022 yılında aldığı Afife ve Direklerarası tiyatro ödülleri de düşüncelerimin destekçisi. Oyunu izledikten sonra, salona girmeden önceki halinizle vedalaşacaksınız, dersem mübalağa etmiş olmam. İyi seyirler diliyorum.

Editör: Çisem Arslan

Latest posts by Umut Kaygısız (see all)
Visited 96 times, 1 visit(s) today
Close
Exit mobile version