Yazar: 18:09 Öykü

Gömlek

Kül rengi bir gökyüzü altında geceyi bekliyordu Şafak. Yapışkan, bunaltıcı bir hava vardı.  Bacaklarının arasında gök gibi kül rengi bir kedi vardı. Muhtemelen hamile. Şafak postal giymeyi çok severdi. Ne yazı ne sıcağı ne mevsimi önemsemeden giyerdi o yedi kiloluk postalları. Yaz sıcağında ayaklarına geçirdiği postallara sarmıştı patilerini, mırıl mırıl uyuyordu. Bahçede bir kedi mırıltısı, bir de en dipten gelen bir şarkıcının acılı sözleri vardı.  Şafak elindeki telefondan bir şarkı açmış, telefonu dizine yerleştirmiş bekliyordu. Leyla’nın gelmesine yaklaşık dört saat vardı. Kül rengi kedi, gözlerini yavaş yavaş araladı, Şafak hazır kedi uyanmışken pantolonunun arka cebinden üzerine oturmaktan ezilmiş sigara paketini çıkardı. Paketin içindeki yamulmuş sigaralardan göz kararı ile birini aldı. Postalların kalın, yakıcı derisi saatler geçtikçe ayaklarındaki acıyı artırıyordu. “Yaz ortasında kış yaşanmaz oğlum,” dedi kendi kendine. Kül rengi havada, hafif bir esinti başlamıştı. Yerdeki toz kıvır kıvır kalkmaya, kül rengi kedi sıcaktan pişmiş olduğundan gölge bir yer aramaya koyulmuştu bile. Şafak’ın dizinin üstündeki telefon dengesini kaybetmek üzereydi… Şafak telefonu alıp şarkıyı durdurdu. Dün gece haberlerden edindiği bilgiye göre bugün yağmur yoktu ama, ne idüğü belirsiz bir mevsim geçişi yaşanıyordu dünyada. Plastik sandalyeden kalkmaya yeltendi, kedi kıçını sallayarak gitti. Öfkeyle baktı gölgede yatan kediye: “Tipsiz nankör, bok suratlı,” diye söylendi Şafak. Oysa bunlara alışıktı o, kimler kıçını dönüp gitmişti ki kedi mi koyacaktı ona? Şafak bütün öfkesini ayakkabılarının üzerinden kalkıp gölgeye yatan kediden aldı. Evin kapısında çıkardı postallarını, sandalye üzerinde oturmaktan kıçı sızılıyordu. Evin içinde dışardakinden bağımsız daha serin bir hava vardı. Saat henüz ikiydi. “Akşama kadar koyduğumun evinde n’apacağım lan ben?” diye ağız içinde mırıldanıyordu, ama ne gariptir ki yüzünde öyle öfkeli, ekşimsi bir ifade yoktu. Şafak ailesini, sevgililerini, iş arkadaşlarını kısacası ilişkide olduğu herkesi bu konuda fena halde yanıltırdı. Yüzüne bakınca insancıl, öfkesini kolaylıkla dindirebilen hatta dengeli bir yaşamı kendi isteği ve hatta yoğun çabası ile kurmuş bir adamın gururlu ifadesi vardı. Soğuk ama yeri geldiğinde eğlenceye dahil olabilen samimi ama asla abartmayan, merhametli ama her şeyi de ağlayacak kadar büyütmeyen, disiplinli ama planlı ve insancıl olanından…  

Şafak, mutfağın yerini biliyormuş gibi kolaylıkla buldu. Mutfakta her şey yerli yerinde ve temizdi. Tezgâhın üstündeki gri mutfak dolabını açtı, dolabın içinde birkaç ince uzun çay bardağı, kalın camlı tombul birkaç su bardağı, kahve için minik fincanlardan ve bir çay bardağı içine bırakılmış çay kaşıkları vardı. Tombul su bardaklarından birini aldı. Buzdolabını açmakla açmamak arasında kaldı. Sonra kaldığı bu aranın, çok kalınmış bir kararsızlığın samimiyetsiz yüzü olduğuna karar verdi. Buzdolabını açtı, gözleri soğuk su arıyordu. Dolap tam takır kuru bakırdı; ama neyse ki plastik birkaç su şişesi üst üste istiflenmişti. Kim düşündüyse sağ olsundu. Plastik su şişesinin mavi kapağından çıkan tık sesi çınladı Şafak’ın kulaklarında. Kapının girişindeki kırmızı kapaklı çöp kovasına attı plastik şişeyi. Tombul bardak diye küçümsediği su bardağı, kocaman bir şişenin tüm sularını taşıyordu. Şaşırarak baktı bardağa. Salona doğru yürüdü: “Ne işim var lan benim burada?” demekten alamadı kendini. Suyundan bir yudum içti. Ağzında onu kendine getiren bir ferahlık vardı artık. Az önce içinden geçirdiği cümleyi unuttu suyu içince. Evin içindeki serinlik, elindeki tombul bardak, ayrı karanlık salon onu rahatlatmıştı. Aydın’ın sarıya kaçan turuncu gömleği pencerenin kenarına layık görülmüş tekli koltuğun üzerinde duruyordu. “Kimse yok lan evde, al anahtarı git işte, annemler köyde zaten gelmez o salaklar daha birkaç ay.” derken dudaklarının kenarından yüzüne uçan damlacıkları hatırladı. Aydın, onun en yakın arkadaşı olmasının yanında en sevdiği sülale mensuplarındandı. Enseye indirdiği tokatlarla nam salsa da sülalede Şafak için Aydın, can ciğerdi. Aralarında kırk gün vardı anlatılanlara göre, aynı zamanlarda aşı olup aynı zamanlarda kaba kulak olmuşlardı. Kimse onların yaramazlıklarını unutmazdı. Bütün çağlarda kendilerinden söz ettirecek kadar uçta yaşamak onların hayatlarının anlamıydı. Bu anlamın içini doldurmakta hiç zorlanmamışlardı. Aydın’ın Şafak’tan gizlisi saklısı yoktu; ama Şafak’ta durum pek de öyle sayılmazdı. Kendine bahsetmeye korktuklarını rahatça anlatırdı Aydın. Cebinde sakladıklarını bira sohbetlerine bırakmışlığı olmuştu fazlasıyla. Şafak ketumluğunu babasından, Aydın insanlara güvenme duygusunu annesinden almıştı ki annesi ve babası uzaktan akraba oldukları için kendi aralarında aynı bokun kahvesi ya da lacisi diyorlardı onlara. Hem nedir ki anne baba dediğin? Doğup büyüdükleri mahallede yaşıtları çoğu çocuk anne ve babasından korkmasına rağmen ikisi de anne ve babalarını pek umursamıyordu. Kendilerini umursamaları da zaman almıştı zaten. Gerçi umursama konusu tartışmaya açıktı.  

Şafak suyundan bir yudum daha aldı. Gömleğin asılı olduğu koltuğun karşısındaki kanepeye oturdu. Derin derin soludu. Saati merak etti, ama olması gerektiği yerde değildi. Kim bilir nerde unutmuştu. En son Aydın’la birlikte kafayı çektikleri Sivaslı Hakkı’nın meyhanesinde sabahlamışlardı. İkisi de masada sızmış, Hakkı’nın da onları kaldırabilecek takati olmadığından dükkânı üstlerine kilitleyip gitmişti. Çocukluklarından beri tanıyordu onları. İkisi de Hakkı’nın sevdiği iyi müşteri kıvamındaydı. Hem duygusal olarak hem de dükkâna soktukları para ve müşteri açısından tolere edilebilirdi. Çırak Salih dükkânı açtığında Şafak yüzünü yıkıyordu. Gömleğinin kollarını dirseğine kadar sıvamıştı. İşte o sırada çıkardığı saatini lavabonun kenarında unutmuştu. “Sik kafalı herif,” dedi çırak Salih’e. “Hadi abi hadi Hakkı Abi gelecek.” laflarının içindeki telaşa kapılmıştı Şafak ve güzelim saati orda bırakmıştı. “Saati cebine indirip okutur o pezevenk!” dedi. Sesi salonda çınladı. Bardağı kanepenin koluna bırakıp, kafasını geriye dayadı. Yarı karanlık salon iyice mayıştırmıştı onu. Salih’e olan öfkesi de iyice sinirlerini bozmuştu. Sinirlenince uykusu gelirdi Şafak’ın. Gözlerini kapadı, eli kanepenin kör noktasına düştü. Açlıktan nefesi kokuyordu. Koku tüm eve yayıldı. Kanepeden gelen çıtırtı, uykusunun en tatlı yerinde uyandırdı onu. Gözlerini araladı, etrafına bakındı ve uykusuna yenik düştü. Leyla’yı düşündü uyurken. Ah Leyla! 

“Çıkıyorum anne!” diye seslendi odasından Leyla. Cümlesi bittiğinde göğüs çatalına inen son fişi de sıkmıştı, parfümü bitmek üzereydi. Her güne bir fiş diye planlamıştı dün akşam, ama yetmeyecekti. Morali bozuldu. Aynaya baktı, siyah saçlarının arasından ışıldayan grileri kulak arkasına aldı tekrar; ama tokalaması gerekiyordu. Dağınık çekmecesinde toka bulmak kaybettiği duyguları aramaktan daha kolay göründü gözüne, kapadı çekmeceyi. Odasından çıkarken bir şey unutmuş olabileceği geldi aklına. Evet unutmuştu, odanın kapısını yavaşça kapattı. Yatağının altındaki çorap kutusunu çıkardı. Önce çorapları, sonra kumaş kutunun içindeki mukavvayı çıkardı, zulaladığı paraları aldı, çantasına attı hızlıca. Çok hızlı davrandığı için kendiyle gurur duydu. Yavaşlıkta üstüne yoktu nihayetinde, her ne kadar bunu kabul etmese de gerçekti. Yavaştı, tembeldi. Odadan çıktı. Annesi seslendi:  

“Leyla, kız n’aptın?”  

Leyla içinden söylendi, belki biraz dışından:  

“Zıkkımın kökünü yaptım,” demekten imtina etmedi.  

Salonda kahvesini içen annesine, yani Dünya Hanım’a yüzünü buruşturarak cevap verdi. Yoksa çatlardı annesi bağırmaktan:  

“N’apacağım anne? Çıkıyorum dedim ya az önce, çıkıyorum işte.”  

“Nereye gidiyorsun yine, her Allah’ın günü? Bir gün de kır kıçını otur evde, bu evde hizmetçi mi var?”  

Haklıydı Dünya Hanım, Leyla hem tembel hem de umursamazdı. Ne Dünya Hanım ne evde olup bitenler ne dünyanın hali ne ekonomik zorluklar umurunda değildi. Leyla ayakkabısını giydi. Çantasını omzuna aldı ve çıktı. Annesinin sesi gölgesinde azaldı gitti. Leyla, Şafak’a aşıktı ya da öyle sanıyordu. Aşk’ı nasıl biliyordu, nasıl tanıyordu, nasıl tanımıştı? Şafak’tan öncesi yoktu Leyla için. Aynı mahallede büyümüşlerdi hepsi, aralarındaki iki böcek bir çiçek kurgusu çocukluklarının resmiydi. Aydın ve Şafak akraba, Leyla ise hısımlarıydı ikisinin. Onlarla zaman geçirmesine rağmen, onlardan farklı bakıyordu hayata. Yaşanmışlıklarına, cümlelerine, davranış biçimlerine. Leyla hızlı adımlarla sokağın köşesinden döndü, minibüse bindi. 

Aklından onlarca düşünce geçti, özlemişti Şafak’ı… Onun bakışını, çatallı sesini, kıçından düşen pantolonunun soğuk gölgesini, beline sarılırken kollarının kenarından çıkan ter ve parfüm kokusunu, gereksiz merhametini… Kendi içinde bir bütün özlemdi işte, sevgilinin aşığına hissettiği. İneceği yere yaklaştıkça güneşten kızaran suratı kızıla çalıyordu. Terli ellerini çantasında gezdirdi, inmeye hazırladı kendini. Saçlarını düzeltti, telefon ekranından kendine baktı, para üstünü unuttuğunu fark etti; ama önemsemedi. İndi. Eve giderken yol üstünden içecek bir şeyler almalıydı, aklına gelmemiştir kesin Aydın’ın diye düşündü. Sonra Aydın’la geçirdiği sabahları düşündü ve kafasını bakkala çevirdiği gibi unuttu bu düşünceyi, unutmak istedi ısrarla. Terden ıslanmış poşetle kapının önünde durdu. 

Şafak uyuyordu hala, boynu koltuk kenarına düşmüş, ağzından salyalar akıyordu. Kapının sesiyle uyandı, gözlerini açar açmaz Aydın’ın tekli koltuğun koluna astığı gömleği gördü.  

“Seviyorum oğlum anla lan bi kere.  

“Sev, amına koyayım sev de sevince sikmek mi lazım?”  

“Ben ne diyorum sen ne diyorsun göt! İstemeden oldu. İsteyerek yapar mıyım? Çocukluğumdan beri yanığım ona sen de biliyorsun. Şimdi ayak yapma bana. Her bokumu anlatıyorum sana. Ama istemeden oldu. Nefsime yenik düştüm, ben de insanım anasını satayım.  

“Tabii istemeden yaptın, ben de buna inandım. Taşak geçiyor pezevenk?” Bu konuşmayı anımsadı Şafak, sonra kapıyı çekip şimdi kaldığı evden nasıl öfkeyle çıktığını. Deli deli atıyordu şimdi kalbi, kapı çaldıkça kalbi daha hızlı çarpıyordu. Unuttu o konuşmayı, unutmak istedi Leyla’nın unuttuğu gibi. 

Şafak kapıyı açtı gelen Aydın’dı.  

Visited 25 times, 1 visit(s) today
Close
Exit mobile version