Önce biz onları yaratırız, sonra da onlar bizi.
Marshall McLuhan
Evren ve teknoloji birbiri ile dost olan iki ana hat. Bu ana hatlar insanlığın geleceği için önem arz etmektedir. Hatta son zamanlarda bilim dünyasında konuşulan, evrenin ilk üç dakikası teorisi çok ses getirdi. Bu teoride, “evrenin geçmişte çok daha küçük, dolayısıyla yoğun ve sıcak bir hacimde sıkıştığı fikrine götürmüştür”. Biraz daha düşünürsek aslında hala o sıcaklığın içinde olabiliriz. Evren üstü evren teorisi belki de gerçekleşebilir. Evreni anlamak için bu kadar çaba gösteren insanoğlu, bu hareketi ile dünya da teknolojiyi geliştirmek zorunda kalmıştır.
Aslında olaylara şu açıdan soru sormak gerek; teknolojinin, evrenin ve birçok şeyin bu kadar çabuk evrimleşmesi insanlığı ne boyutta evrimleştirecek? Evrimleşme “Biyolojiyi aşan” insan mı yaratacak, yoksa deneysel bir fare olan insan mı? İkinci sorunun cevabını şu basit yolla vermek mümkündür, günümüz toplumu tüketici bir toplum ve geleceği hazırlayan büyük devler ise bu toplumu deneysel bir fare olarak kullanmaktadır. Ama öyle bir gelecek hayal edin ki sanal ile gerçekliği birbirinden ayıramadığınız ve gerçeklik duygusunun her gün elinizden kayıp gittiğini veya gelecek kuşakları tasarlayan makineler olduğunu, biraz daha ileri giderek zekanızı genişletecek beyninizin içinde dolaşan binlerce nanobot olduğunu düşünün. Bunların hepsi bizlere çok çılgın gelse de bundan 100 sene önce de bir başka kişiye dokunmatik telefonu anlatsaydınız onun içinde çok çılgın gelirdi.
Tekilliğe Doğru
Bakınız tekillik geleceğin kaidesini oluşturmaktadır. Peki bu kadar önemli olan tekillik nedir? Teknolojik değişim hızının, insan yaşamını geri dönülmez biçimde dönüştürecek kadar yüksek olacağı, değişimin etkilerinin de bir o kadar derinleşeceği, geleceğe ait bir dönemdir. Gelecek çok uzakta değildir. Radyonun gelişmesi 70 yıl, televizyonun gelişimi 40 yıl ama internet ve teknolojinin gelişimi sadece 5 yıl. Şöyle anlatmak isterim; “Teknolojinin ilerleme hızı 2000 yılı 20 yıllık bir ilerlemeye eş değer. 2014’e kadar 20 yıllık bir ilerleme daha. Sonra aynı 20 yıllık ilerleme 7 yılda kaydedilecek. Bunu başka biçimde ifade etmek gerekirse 21. yy’da yaşayacağımız 100 yıllık bir ilerleme olmayacak, yaklaşık 20.000 yıllık bir ilerleme olacak”.
Ütopyalara inanmanın gerekli olduğunu düşünüyorum. Çünkü Arthur Schopenhauer şöyle der; “Herkes, kendi görüşünün sınırlarını dünyanın sınırları olarak kabul eder” ama bu sınırların ötesinde geleceğin dünyası inşa edilmektedir. Mesela yiyerek kilo almadığımızı düşünün James Watson 50 yıl sonra bunun mümkün olacağını söylüyor ve hatta şu an fareler de yağ hücrelerindeki yağın depolanışını kontrol eden, yağ insülin reseptörü genini bloke ederek bu ütopyayı gerçeğe dönüştürmüştür. Bakınız BBC 24 Mart 2018’deki haberinde aslında bu ütopyayı bir tık öne taşıyarak dijital veriler DNA’ya kaydedilebilir dedi. Amerikalı Twist Bioscience şirketi, dijital verileri DNA’ya kodlama yollarını geliştiriyor. Dijital dosyalar önce DNA koduna dönüştürülüyor. Ardından bu kod sentetik DNA’ya yükleniyor. Moleküler Biyolog Nick Goldman, “5 yıl sonra o kadar gelişecek ki eğer çok paranız ve önemli bilgileriniz var ise burada saklayabilirsiniz” diyor. Peki dünyamızda bunlar olurken insanlık ne ile meşgul?
Yazımı bilgisayar uzmanı Mark Miller’an sözü ile bitirmek istiyorum, “Biliyorsun her şey çok farklı olacak!.. Yok, yok demek istediğim, gerçekten farklı olacak!”.
Diğer yazımızda her şeyi bir tık ileriye taşıyarak, “Altı evre ve insan” tanımını konuşacağız.
- Klasik İtalya Sineması - 26 Kasım 2020
- Strazburg 1518 (MUBİ) - 24 Eylül 2020
- Her İnsan Biraz Van Gogh’tur - 7 Ağustos 2020