Çocukluğum… Oyun arkadaşlarım… Gerçek dostlarım… Başıüyük mahallesi hayatımın başladığı ve devam ettiği nokta. Kısacası ikinci ailemi, gerçek dostlarımı barından o samimi çevre. Bir mekan nasıl bu kadar sevilir, nasıl yuvan gibi görülür ben doğduğum mahalleyle ve mahalledeki dostlarımla anladım. Bunun farkına ise büyüdükçe vardım.
Görünüşte abartısı olmayan Arnavut kaldırımları, sürekli arabaların geçtiği dik bir yokuşu eskiden benim ve dostlarımın da arasında olduğu çocuk sesleri… Tabii bu kadarla bitmiyor, topumuz bahçesine kaçtı diye kızan huysuz, yaşlı teyze ve yaşlı teyzeye karşı bizi koruyan mahallemizin ağabeyleri ile ablaları… Bina kapısından çıktığımızda duyduğumuz iki üç çift anne baba sözleri, ’Aman arabalara dikkat edin, topun peşinden çok koşmayın’ nidaları…
Eskiden yalnızca yazın görüşebildiğimiz şehir dışından gelen dostlarımız için gün saydığımız o günler. Gün saymamız bitse ve kum sahadaki oyunlarımıza, bisiklet yarışlarımıza ve mahallemizin meşhur mavi kapısında çekirdek sohbetlerimize kaldığımız yerden devam etsek diye heyecanla beklediğimiz günler… Sözü geçmişken meşhur mavi kapımızdan bahsetmemek olmaz. Mahallemizde neredeyse hiç kullanılmayan eski harabe bir deponun kapısı. Dışarıdan her ne kadar sıradan, eski bir kapı olarak görülse de, dostlukların, çocukluk aşklarının başladığı masum yerdi bu mavi kapı. Önünde bulunan ufacık tümsekte onlarca çocuğun birlikte oturduğu, kahkaha seslerinin yükseldiği samimi bir mekandı. Ama sadece bu kadar değildi. Çocuklar arasında mahallemizin yüksek kurulu, acil toplanma alanıydı.
Evet dışarıdan görenler ve /ve ya büyükler içi çok sıradan gelen düz, eski, demir bir mavi kapıydı. Fakat şöyle söyleyebilirim ki; Turgut Uyar‘ın ‘‘Senin adın bir deftere yazıldı / Eskimez mavi bir deftere adın yazıldı.’’ Sözlerini mahallemin mavi kapısı için değiştirmek pek mümkün. ‘‘Bizim çocukluğumuz bir kapıya yazıldı / Eskimez mavi bir kapıya çocukluğumuz yazıldı.’’
Bu mavi kapının en önemli görevlerinin başını tabi ki ebediyete giden dostlukların başlangıcını üstlenmesi çekiyordu. Nasıl mı başlıyordu peki bu dostluklar? Anlık ,kendiliğinden hesapsızca başlıyordu. Koşarken yaralanan küçüğü kucaklayıp evine götüren sağlıkçı abisi ile arsındaki yaş farkına bakılmaksızın bir dostluk başlayabiliyordu ya da yaşlı teyzenin bahçesine kaçan topu kurtaran atletik ve her yere sığabilen ufaklık ile dost olunabiliyordu. Hatta yaşlı teyze bilmese de top kurtarıcımız kimi zaman kendi torunu oluyordu.
Oyunlarda sona kalan ve sona kaldığı için üzülen mahallemizin küçüğünü tek bırakmayışımızla, küçücük bedenlerimizle mahallemizin teyzelerinin pazar poşetlerine yardım edişimizle ya da dondurma almaya paramızın yetmediği durumlarda çocukların bankamatiği olan bakkal amcamızla kurulan dostluklar da elbette ebedi sayılabilir. Ta ki bu dostlukların sayısı bakkalların, manavların yerini büyük marketlerin alması ya da artık pazar alışverişi yerine sanal alışverişlerin yapılması ile gün geçtikçe azalmıştı. Ama oyunlar ile kurulan ya da yardımlaşmanın diğer örnekleri ile kurulan dostluklar hala devam etmekteydi.
O eski Arnavut kaldırımlarımız yenilenmiş olsa da mahalle sakinlerinin büyük çoğunluğu bugün burada olmasa da mavi kapımızın önünde küçük bedenlerimizle kurmuş olduğumuz büyük dostluklarımız bugün hala ilk günkü saflığı, ilk günkü heyecanı ile devam ediyor. O zamandan farkı ise o küçük bedenler büyümüş ve dostluklar ebedileşmişti.
Ebedileşen bu dostluklar her ne kadar farklı şehirlere dağılmış, her ne kadar bu dostlukların arasına kilometreler girmiş olsa da kimi zaman yakınımızdaki insanlardan daha güçlü ve yakın hissettirmiş ve kilometreler ise yalnızca sayısal değerler olarak kalmıştı. Ki zaten bu dostlar iyi kötü her günümüzde o kilometreleri hiç sayıp ihtiyaç duyduğumuz anda yanı başımızda olmalarıyla da benliklerini korumuştu .Dede Korkut’un da dediği gibi ‘‘İyi dost, iyi günde çağrıldığında, kötü günde ise çağrılmadan gelendir.’’
Büyüdükçe tek değişen biz, mahallemiz, mahallemizdeki bakkal, komşular, arkadaş çevremiz değildi. Değişen şeyler sadece somut kavramlar değil, soyut ve en önemlisi değerlerimize olan tutum da değişmişti. Geçen süre zarfında insanların birbirine olan güvenleri, birbirlerine olan bakış açıları da değişti. Bizim neslimizin dışarı çıkarkenki korkusu yalnızca arabalar, kaçan toplar ve ufak yaralanmalarken günümüzde geldiğimiz noktada duyduğumuz tüyler ürperten olaylar, istismarlar, cinayetler, patlamalar… Ebedileşen tek kavramın küçükken kurulan dostluklar olmasını istemiyor, eski güven duygusunun yeniden oluşması için eski dünyamıza dönmek istiyoruz…
- Geçmişe Özlem - 30 Mayıs 2020