Yazar: 19:08 Mahal Dergi 6. Sayı, Öykü

Geçit Vermeyen Kadın

Kaçıyorum… Yokluğuma, hiçliğime ya da bilinmezliğime en derin çukur neredeyse oraya…
Hangi sokak, hangi yön, hangi şehir olursa olsun hepsinde bir  ben çıkıyor karşıma. İçimdeki, dışımdaki, karşı komşunun gözündeki, arkadaşlarımın gözündeki ve annem, babam…

Evdekiler iş gezisi olarak biliyor. Tam üç ay alınacak bir eğitim. Arada yaptığım kaçamaklardan biri yine…

Peki neydi aklımdaki, kendimi bulmak mı yoksa kendimden kaçmak mı?

İçimdeki karanlığın risalesi yok, dünyaya gelirken ne kaderimin bir pusulası vardı ne de aklımdakiler yazılıydı. Bazen o karanlıkta sessizce ağlar bazense çığlık çığlığa bedenimin parçalarını savururdum sonra ruhumu parmaklarımla çiğner, bedenimi de boşlukla beraber sallandırır yine kendimi bir parça olarak bulmuş olurdum.

Üç aylık bu kaçış sallanan bedenimi ve çiğnediğim ruhumu özgür bırakmak için. Bilinçsizce dolaşmak, her sokakta kaçmayı düşlediğim benle hesabımı kapatabilmek için. Sebepsiz bir hesap bu, yılların, yaşanamamışlıkların hesabı.

Birbirlerine kavuşmak isteyenlerin ya da karşılaşmak istememelerine rağmen otogarda dört gözle beklermiş gibi yapanların içinde bir otobüsteyim. Küf, katran, ucuz parfüm ve ot kokan bir otobüs. İçinde hayaller, umutsuz ve üzgün suratlar, kendileriyle karşılaşmak istemeyen  canhıraş iç çekişlerle dolu.Birbirlerine birbirlerini algılamadan bakanlarla dolu. Her yer birer göz boşluklarıyla dolu.
Yolda her sokak başında beni ve o hapsolmuş dilhun olmuş benliğimi düşünüyorum. Düşlercesine kilometrelerce sürükleniyorum o içimdeki beni takip eden küçücük ışığa…
 Bir süre sonra ışığın kollarına teslim olup uyku denen o gizemli dünyanın kanatlarında yol alıyorum…
Uyandığımda zihnim daha dingin ve sakin, sanki doğanın enerjisinde ayaklarım gezinmiş  kendimi kaybetmeden bulmuş gibiyim.
Yanımda oturan kadın tembel bir hayvan misali hareketsiz, donuk, kimsenin kendisine ilişmemesi için oluşturduğu tutarlı tavır üstünde yama gibi yapışmış, buruşmuş. Sanırım gözleri açık ama sersemlemiş yüreğinde bir kalas var sanki. Yine aynı şeyi yapıyorum biliyorum, insanların görünüşlerindeki umudu umutsuzluğa çevirmekte üstüme yok. Biliyorum ama bu farklı sanki. Bunda hiçbir umut kalmamış bir hava ve sakinlik var. Sanki çok fazla zarar görmüş, hem ruhu hem bedeni.
Bir süre sonra dayanamıyorum otobüste kimse yok, mola yerindeyiz. Sabırsızlığım artıyor ve bir an önce dışarı herkesin ve her şeyin nefes saldığı boşluğa çıkmak istiyorum. ”Geçebilir miyim?” diyorum. Kadın o kalas vücudunu oynatmıyor hatta hiçbir tepki yok. Gözlerine dökülen saçları birer örümceğin ayakları gibi kapanmış secde ediyor. Sanırım duymadı diyorum içimden ya da sağır bilemiyorum. Bu sefer avına sessizce yaklaşan ama geldiğini belli eden avcı gibi hafifçe dokunuyorum,”Müsaade eder misiniz?” Yavaş hareketlerle başını zarif bir ceylan gibi bana dönüyor ve göz göze geliyoruz. Soğuk gri gözleri anlamdan, algıdan uzak sadece bakıyor.Hafifçe avımı ürkütmeden ayağa kalkıyorum hala geçit vermiyor, ayakları birer pranga gibi kilitli.Sanki tepkimi ölçmek istermiş gibi meydan okurcasına hala bana bakıyor. Avcının kendisi olduğunu belli etmek ister gibi, içimi okurcasına. Sinirleniyorum. Titrediğimi ve korkumu hissettirmeden cesaretimi toplayıp kadını iterek geçmeye çalışıyorum. Sanki yaptığım haksız bir çabaymış gibi, gidip gitmemem onun vereceği bir kararmışçasına ”Dur, nereye?” diyor o boğuk ve soğuk ses tonuyla. ”Çıkmak istiyorum , hava almam lazım” diyorum bir suçlu gibi. Her yer karanlık sanki terk edilmiş, soğuk ama havasız, rutubetli. Çığlık atsam sesim çıkmazmış duyulmazmış gibi. Bir süre sonra sanki hayatından bir şey kayarcasına ılık bir ses tonuyla ”Sana bir şey söylemem gerek bana yardım et!” diyor sessizce.”Kimse yok neden sessiz konuşuyorsun?” diyorum. ”Sessizlikten korkuyorum”diyor. Herhalde hasta diyorum. Ama hangimiz aklımızda normal kelimeler arasında yüzüyoruz ki… Bu kadın sadece zihnimizdekilerin aynası, aklını yitirmişler öyle değil mi? Yalnızca düşüncelerini şeffaf bir şekilde dışa vuranlara deli deriz halbuki hepimiz kendi zihnimizde deliyiz. Sanki normal düşünüyormuşuz gibi yaşarız aramızdaki fark bu.
Onu rahatlatmak için ”Sessizlikten korkma ben varım” diyorum. Sanki bütün cesaret bendeymiş gibi. ”Sende sessizliğin bir sesisin” diyor. Buna diyecek bir cevabım yok. Kendimi Sylvia Plath ile konuşuyormuş gibi münzevi hissediyorum. Hala başı koltuğa dayalı istifini bozmuyor. Oysa ben oradan uzaklaşmak ve kadını kendi haline bırakmak istiyorum. Yine bir hamlede bulunup kibarca kalkmaya çalışıp oradaki benliğimi koparmak için şansımı deniyorum, ama yok kadın benim duyamayacağım kelimeler sarf ediyor. İçimi inanılmaz bir sarsıntı ve yok olma isteği kaplıyor. Bütün doğa olaylarını içimde hissediyorum. Damarlarım sel gibi kan pompalıyor, beynim  deprem gibi yarılarak zonkluyor, bir süre sonra vücudum uyarı verir gibi nefes alamıyorum. Canhıraş çırpınışlarla yerimde duramazken kadın hareketsiz bütün oksijeni kullanırken ben boş bir havayı solur gibi anlamsızca ona bakıyorum.”Lütfen, izin ver” ama o yerine demirlenmiş bir heykel gibi sakin. Daha fazla telaşlanıyorum, kalbimin sanki elimden düşmemesi için zıplıyorum. Ne düşünebiliyor ne de tahammül gösterebiliyorum. Kendi tözüne sıkışmış doğa üstü bir varlık gibi. Sakin olmam gerektiğini düşünüp yerime oturuyorum. Nefes nefese ”Neden sana yardım etmeliyim?”diyorum. ”Soracağını biliyordum ” diyor derin bir soluk alıp oksijenimi çalarken. Gözleri bana dönük ”Bir şey var peşimi bırakmayan yıllardır peşimde.” Meraklanıyorum. Bir yandan da onu ciddiye aldığım için kendimi suçluyorum. ”Nedir o?” diyorum üstten bakarak inanmamış bir halde. Elleri bir yaşlı gibi ağır saçlarında dolaşıyor, bu dünyada acelesi yokmuş gibi ”Pişmalık” diyor. ”Kaçırdıklarım, yakalayamadıklarım ve geç kaldıklarım.”  İçimden gülmek geliyor hatta ortamı yararcasına kahkaha atmak neden bilmiyorum belki sinirden. Gözlerimi kadından çekmeden ”Olabilir herkesin mutlaka yetişemedikleri vardır.” diyorum daha sakin, doyurucu bir ses tonuyla. ” Hayır yanılıyorsun, yetişmek istediklerin ama onları yarı yolda bıraktıkların vardır sonra da pişman olup dönemezsin” diyor gözleri nemli. Şaşırmış bir şekilde ”Konu tam olarak ne bilmiyorum ama çünkü hala gençsin ve çok fırsatın var” diyorum vicdanını yakalamak için. ”Evet konuyu bilmiyorsun ama bilmelisin ”diyor bana ültimatom verirmiş gibi. Bana doğru dönerek gri gözlerini kaçırmadan başlıyor ”Dün annemi ve babamı kaybettim ama işin en kötü yanı onlardan hep kaçtım, ne zaman beni yanlarında isteseler bahane ürettim, işteyim, toplantım var, ben sizi ararım (aramadım) deyip öteledim ve bunları yaparken sanki onlar hep yanımdaymış ve beni sarmışlar gibi hissederdim, şimdi ise buz gibiyim, onlara dair anılarımı ve yaşanmamışlıklarımı da yanımda götürüyorum.” Sesinin titremesi beni altüst etmişti, krizlerim geçmiş ama içimdeki boşluk büyümüştü. ”Şimdi geçebilirsin çünkü hala vaktin var.” Oturduğum yerden kalkamadım şimdi o kalas benim yüreğimdeydi. Gözyaşlarım ırmak gibi, kendini küçümseyen bir zavallı gibi boşalıyordu.
Uyandığımda sabah olmuş, titreyerek uyanmıştım. Kadın yoktu. Karanlıkta sallandırdığım o bencil bedenim şimdi yerindeydi. Aradığım şey o tahammül edemediğim anılardı. Kendimi kendimde değil ailemde  buldum. Şükretmediğim onca şeye teker teker özür diledim. O kadına bile…
Otobüsten indiğimde zamanın değerini ve geri dönüşün sabırsızlığını yeniden hissederek eve doğru yol aldım. 

Latest posts by Hande Halıcı (see all)
Visited 11 times, 1 visit(s) today
Close
Exit mobile version