“Milyonda Bir” olmak ilk bakışta kulağa harika bir şeymiş gibi gelse de hangi konuda milyonda bir olduğunuza göre durum değişebilir. Misal, milyonlarca kişi arasından piyangoyu kazanmak başınıza gelebilecek güzel bir şeye örnektir. Fakat nadir bir genetik bozuklukla dünyaya gelmek, şehrin en kalabalık caddesinde yürürken bir kaplanın saldırısına uğramak ya da gerçekleşmesi imkansız gibi görünen bir kazanın kurbanı olmak pek de hoşunuza gidebilecek tecrübeler olmasa gerekir.
Ben benzer bir nadir durumu, tam da şu anda gerçekleşen ameliyatım sırasında yaşıyorum. İnanın bana kendimi hiç de şanslı ya da nadir bir inci gibi hissetmiyorum.
Anestezik farkındalık diyorlar buna. Daha önce hakkında bir şeyler okumuştum ve okurken bile feci derecede beni korkutmuştu. Narkozu alıyorsunuz, bedeniniz uyuyor, ama zihniniz tamamen açık. Şu an her şeyi görüyorum, duyuyorum ve hissediyorum.
Doktor ve asistanı yeni bir araba almaktan bahsediyorlar. Tabii, bir yandan da neşterle vücudumu kesiyorlar. Asistan öğle yemeğini nerede yiyeceklerini soruyor. Bir insanı keserken yemek düşünmek midesini bulandırmıyor mu? Sanırım bu mesleğin getirilerinden biri. İnsan sakatat görmeye alışıp şerbetleniyor demek ki.
Neşteri hissediyorum. Acıyor mu? Hayır. Daha çok, rahatsız edici bir kaşıntı gibi. Belki göz göze geliriz diye yüzlerine bakıyorum. Gözlerimin açık olduğunun farkında bile değiller. Asistan, “Aslında güzel kızmış. Yazık.” diyor. Doktorlar hastalarının yanında moral bozucu şeyler söylememeli. Uyanınca bu konu hakkında konuşmayı planlıyorum. Eminim, ikisi de çok şaşıracaktır.
Göğüs kafesimin boydan boya açıldığını hissediyorum. Doktor iç organlarıma dokundukça ufak bir gıdıklanma oluyor. Şu an kıkırdayabilseydim keşke. Yüzlerinin alacağı hali merak etmiyor değilim. İşin güzel yanı, acı hissetmiyor olmak. eğer bir de acı hissetseydim şu an yaşadığım şey cehennem azabından farklı olurdu.
Doktorun elinde sallanan o şey ne? Akciğerim mi? Epey büyükmüş. Anlayamadığım nokta, neden tartı gibi bir şeyin üzerine koyuyor?
“Akciğerler soluk borusuyla birlikte 1 kilo 311 gram.”
Doktorun ciğerlerimi neden tarttığını bilmiyorum. İşin tuhaf yanı, sadece akciğerlerimle de kalmıyor. Neredeyse tüm iç organlarımı dışarı çıkarıp tartmaya başladı:
“Böbrekler 311 gram. Karaciğer 1 kilo 472 gram…”
Kalbimden ameliyat olacaktım. Neden diğer organlarımın da çıkartılıp tartıldığını ve haklarında not alındığını bir türlü anlamıyorum. Neşteri saç diplerimde hissediyorum. Bir çizgi halinde, boydan boya kesilip kafatasım açılıyor. Bağırmak, durdurmak istiyorum ama yapamıyorum. Elindeki beynim. Evet, beynim:
“Beyin 1 kilo 197 gram.”
Hemen tüm çıkardıklarınızı yerine koyun! Çığlıklar atıyorum, ancak çığlıklarımı yalnızca ben duyuyorum. Elimden gelse kalkıp kendim toplayacağım ve organlırımı bedenime kendim dikeceğim. Konuşmalarını duyuyorum:
“Ameliyattan bir gün önce kriz geçirip ölmesi çok kötü oldu.”
“Aile organ bağışını kabul etmedi değil mi?”
“Hayır.”
“Yapacak bir şey yok. Buraları düzenle. Otopsi raporunu da sabah başhekime gönderirsin.”
“Elbette hocam.”