Yazar: 19:00 Deneme

Dilim, Seni Dilim Dilim Dileyim!

14 Temmuz 2023 tarihinde Türkçe Sözlük’ün 12. baskısının internet sürümü TDK tarafından yayımlandı. Kısa bir süre sonra basılı hali de Kurum’un e-mağaza sitesi üzerinden satışa sunuldu. TDK yeni bir yazım kılavuzu ya da sözlük yayımladığında âdet olduğu gibi kültür sanat sayfaları ve kanaat önderleri mal bulmuş Mağribi gibi sözlüğe saldırdı. Fakat bu kez tartışmanın daha ateşli olmasının sebebi, ülkede hepi topu bir avuç kişiyi ilgilendiren dil bilimi tartışmaları değildi; belli ki yukarılarda bir yerlerde düğmeye basılmıştı, Türk milletinin bölünmez bütünlüğü ve Türkiye Cumhuriyeti’nin sarsılmaz üniter yapısı “sözlük yayımlamak” marifetiyle tehlikeye atılmak istenmekteydi. Milletin kahraman evlatları, dillerini de vatanları gibi cansiperane savunduklarından TDK’deki ihanet şebekesi geri adım attı ve sözlüğün satışını durdurdu, gerekli incelemeleri başlattı.

Şaka bir yana, Sözlük’ün 12. baskısıyla ilgili kopan vaveyla iki açıdan hatalıydı. İlki, haberin internette ve sosyal medyada yayılma biçimiydi ki bu durum, aslında sadece sosyal medya gibi kontrolsüz ortamlarda değil, haber siteleri gibi sorumlu çalışanı olan yerlerde bile bilginin hiç denetlenmeden kopyala-yapıştır yöntemiyle çoğaltıldığı gibi daha vahim bir olguyu hatırlattı. Dikkat edilirse neredeyse her haberin şu başlığın bir türeviyle verildiği görülecektir: “TDK, bazı sözcüklerin yazımını değiştirdi.” Olgu, muhabirler ve haber editörleri tarafından da anlaşılamamıştı yani. Bu başlıkta bir habere tıklayan kişi, Türk Dil Kurumu’nun ya yeni bir yazım kılavuzu yayımladığını ya da kılavuzun yeni baskısını bekleyemeyecek kadar acil bir yazım değişikliğine gittiğini açıklayan bir haber okumayı bekler. Halbuki ikisi de olmadı. Belki cevval bir gazeteci, eski sözlükle yeni sözlük arasındaki bazı yazım farklılıklarından yola çıkarak yeni bir yazım kılavuzunun da yolda olduğunu düşünebilirdi, o kadar. İkinci husus ise konuyla ilgili olması gereken kesimin genel bilgisizliğiydi. Türkçe öğretmenleri, Türk dili ve edebiyatı öğretmenleri ve editörlerin, tabii ki benim görebildiğim kadarıyla, kahir ekseriyeti TDK’nin sürekli kural değiştirdiğinden, öğrencilerin tam eski kuralları ezberledikten sonra şimdi bunlara uyum sağlayamayacağından, TDK’nin zaten (!) kural koymayı bilmediğinden ya da yanlış bilgiyle kural koyduğundan şikâyetçiydi. Sözlüğümüzün 11. baskısının 2011, güncel yazım kılavuzunun ise 2012 tarihli olması yani on yılı aşkın süredir ne sözlükte ne yazımda herhangi bir değişiklik yapılmaması gibi bir gerçek ortadayken kişinin, şikâyetini böyle argümanlara dayandırması en hafif tabirle ciddiyetsizliktir.

Caner Kerimoğlu’nun dil bilgisi öğretimi bağlamında yaptığı tespit, bu konuda da geçerliliğini koruyor: Deskriptif (betimleyici) yaklaşım ile normatif (kural koyucu) yaklaşım arasında kararsız kalıyoruz. Bu da savlarımız tekil olarak doğru ve geçerli olsa bile bütüne bakıldığında tutarsızlığa yol açıyor. Yazım kuralları konusunda bu yargıyı ele alalım. Herhangi bir yazım kılavuzu, tabii ki yüzde yüz değil, genel eğilim açısından ya buyurucu görev üstlenir ya genel kullanımın tablosunu çizer. Zamanın ruhu açısından gramer kitaplarının, sözlüklerin buyurucu (normatif) olma ihtimali kalmamıştır; genel kullanımı, eğilimi tespit eder ve bunların nedenini, sonrasını açıklamaya çabalar. TDK Türkçe Sözlük’ün 12. basımı, belki bu bakımdan eleştirilmelidir: kümeden düşmek yerine küme düşmek, yeşilbiber yerine yeşil biber gibi genel yazım eğilimlerini yansıtan (deskriptif) değişikliklerle beraber Doğubayazıt, hasır altı etmek gibi genel kullanıma ters, normatif değişiklikleri bir arada yapmıştır. Yani eleştirilecek olan asıl nokta, Kurum’un değişiklik yaparken bir genel çerçeveden yoksun oluşudur.

Sözlük’ün şimdilik geri çekilmesinin temel sebebi ise “Türkiyeli” sözcüğünün “Türkiye’de yaşayan halk ve bu halkın soyundan olan kimse” açıklamasıyla sözlüğe alınmasıydı. Edebiyat camiasında henüz küllenmemiş “Türk edebiyatı / Türkçe edebiyat” tartışmasının ayakları nispeten yere basan argümanlarının üstüne vatan millet Sakarya güruhu dahil olunca “Türkiyeli” sözcüğü e-sözlükten çıkarıldı, inceleme başlatıldığı duyuruldu, sözlüğün basılı halinin satışı da durduruldu. “Türk” ile “Türkiyeli”nin birbirini dışlayan sözcükler olmadığı, farklı bağlamlarda ikisine de ihtiyaç duyulabileceği herhalde aşikârdır. Uluslararası bir Türkoloji seminerinde Türkçe konuşan bir Türk olduğunuzu söylemeniz kâfi gelmeyecektir, Türkiye Türkçesi konuştuğunuzu belirtmeniz gerekecektir. Aynı şekilde Türkiye doğumlu bir Kürt ya da Ermeni de kendisini tanımlarken “Türkiyeli” diyebilir, bu tanım onu daha rahat hissettirebilir. Bu iki sözcüğün birbirini neshetmediğinin altını tekrar çizmek gerekir. O anki diyaloğun, metnin bağlamına göre ayırt etme ihtiyacı duyulduğunda bu iki kelime arasında tercih yapılabilir “Türkiyeliyim.”, “Türk’üm.” ya da ikisi birlikte kullanılabilir “Türkiye Türk’üyüm.”. Bu konuda TDK’nin eleştirilebilecek yanı, ülkenin aydınlarının bile kültürel konuları tartışma düzeyi düşünüldüğünde bunu tahmin etmeleri gerekirdi, benzer sözcüklere farklı açıklamalar getirmesidir. “Fransalı”dan “Fransız”a, “Yunanistanlı”dan “Yunanlı”ya ve oradan “Yunan”a yönlendirmesidir. Halbuki yine aynı baskıda “İngiltereli”, “Almanyalı”, “Suriyeli” gibi sözcüklerin açıklamasıyla “Türkiyeli”ninki örtüşmektedir.

1924 Anayasası hazırlanırken “Türk-Türkiyeli” tartışması yaşanmıştır fakat tersten! Malum, ulus devlet inşa etmeye çalışırken azınlıkları da mübadeleyle göndermeye çabalayan bir meclis, Türk tanımını herkese vermek istemez. Bu yüzden, ilgili anayasa maddesi vatandaşlık itibariyle tabiriyle tadil edilerek Türkler ile vatandaşlık bakımından Türk olanlar arasına bir çizgi çekilmiştir. Konunun ayrıntıları doğrudan tartışmanın ele aldığımız kısmıyla ilgili olmasa da yüz sene önce bile bunun tartışılabilen bir konu olması ancak şimdi konuşulmasının bile vatana ihanetle eş tutulması düşünce ve ifade çapımız açısından düşündürücüdür.

Herhangi bir kurumun yayınıyla ilgili eleştiri yapmak, olağan hatta istenen bir durumdur. Keşke kurumlarımızın her yayını bu şekilde ele alınsa ve göz önünde olsa. Ancak bir adım geri çekilelim. “Türk milleti lafını kaldırıyorlar, bizi Türkiyeli yapacaklar.” feveranından mansıp ve akçe bekleyen kesimler olduğu gibi büyük bir kesimin de hakikaten bu endişeye kapılmasının gerekçelerini anlamaya çalışalım. Ülkenin en sağlamlaştırılan kimliği bile demek ki kendini o kadar uçurumun kenarında görüyor ki bir sözlükteki bir açıklamayla varlığının tehlikeye düşeceğini hissediyor, diğerlerini varın siz düşünün. Her adımın arkasında bir üst akıl, bir büyük resim, “biz”e yönelik bir komplo gören zihin yapısı öyle zannediyorum ki ülkemizin yüzleşmeye başladığı ve yüzleşeceği en büyük sorun olacaktır. Çünkü bu ne ekonomik ne siyasi bir sorundur, çevresel unsurlar zor da olsa düzeltilebilir, ancak toplumun büyük bir kısmının gerçekliği kavrayışının bozulması son derece tehlikelidir. Öyle bir an gelir ki size her selam verende bir art niyet, ayağınızın takıldığı her taşta bir bubi tuzağı aramaya başlarsınız.

TDK’nin “Türkiyeli” sözcüğünü sözlükten kaldırmasının ardından yaptığı açıklamaya da bir parantez açmak gerek. “Hazırlık, güncelleme ve yayımlanma sürecinde mevcut yönetimin yer almadığı sözlükle…” ibaresinin geçtiği bir açıklama, şu olgunun varlığına kanıttır: Türkiye Cumhuriyeti’nin doksan seneyi geride bırakan en önemli kurumlarından birinde devamlılık zihniyeti kalmamıştır. Bir futbol takımının teknik direktörünün bile eski teknik ekibin kurduğu kadroyla ilgili bu kadar pervasızca açıklama yapmaması gerekirken adıyla sanıyla prof’ların “Vallahi ben yapmadım.”dan öteye geçemeyen, suçunu baştan kabul eden tutumu bunu açıkça ortaya koyar. Belki kendilerine bu makamı tevdi edenlere karşı durumu açıklayamayacaklarını düşünüp suçu peşinen kabullenmişler, sonra da bu suçu eski yönetime atıp halının altına süpürmüşlerdir. Bu ihtimalin akla gelmesi bile TDK ve TTK gibi kurumların neden özerk olması gerektiğine yeterli delildir.

İlginçtir, Türkçe Sözlük’ün 12. baskısından çok memnun olanlar da var. Fakat bu sevinç, sözcüklerin çeşitlenip anlamların nüanslara dikkat edilerek ayrılması gibi uyduruk şeylerden değil; bazı sözcüklerin cinsiyetçi anlamlarının sözlükten kaldırılmasından kaynaklanıyor. TDK, herhalde hem İkinci Cumhuriyetçileri hem woke[1] tayfayı aynı anda ve yanlışlıkla mutlu eden ilk devlet organı olma ünvanını daha uzun yıllar kimseye kaptırmayacaktır. Wokeların neye sevindiğine bir bakalım: kadın, erkek, oğlan, serbest, müsait, kirli, esnaf gibi sözcüklerin bazı anlamlarının sözlükte yer almaması için yıllar önce change.org aracılığıyla bir kampanya başlatılmıştı zaten. Senede birkaç defa da bu mevzu bir şekilde hortlatılır; bu anlamların sözlükte yer almasını sıçrama tahtası olarak kullananlar, eril dile lanetler yağdırıp devlet kurumlarını tu kaka ederek hedefledikleri noktaya erdem sinyalledikten sonra ortalık sütliman olurdu. Woke olmak kadar woke eleştirmenin de belli bir grubun gözünde statü kazandırdığının farkında olarak ve bundan kaçınarak şunu söylemek gerekir: Dezavantajlı grupların seslerinin daha gür çıkması, birtakım iyileştirmelerin yapılması, hiçbir şey olmasa bile bu konularda bilinç kazanılması woke hareketi sayesindedir; bunu inkâr etmemeli. Ancak biri tüm toplumu, diğeri woke hareketini ilgilendiren iki husus gözden kaçırılmamalıdır. Woke kültürü; toplumun eğitimli kesiminde genel kabul gördükten sonra temel hedefinden,toplumun dezavantajlı kesimlerinin yaşamını kolaylaştırıp toplumsal adalet sağlamaktan sapmış; kendini plazaya hapsetmiştir. Bu, Fransızların bir Fransız yönetmen tarafından çekilen ve Fransa’nın Afrika’da yaptıklarının ne kadar rezil şeyler olduğunu anlatan bir filme mutlaka bir festivalde ödül vermesi kadar anlamsız ve mağdur grup açısından da yararsızdır. Ayrıca herhangi bir toplumsal tabanı olmadığından sadece dil zabıtalığına soyunmaktadır ki bu toplum sanırım dil zabıtasının envaiçeşidini görmüş ve bunlardan ikrah getirmiştir. İkincisi ise -kendince- başarıya ulaşan/ulaşmaya yaklaşmış her hareketin içinde statü kazanmak için radikalleşenler bulunur. Bir zaman sonra hareketi başlatan grup, bu radikallerin arasında muhafazakâr kalır. Wokelarda da aynı tehlike çanı uzun süredir çalıyor. Hassasiyetler derinleştikçe ve minimize oldukça hareket, absürt bir noktaya evrilmektedir. Toplumun geniş bir kesiminden samimiyetle destek alan bir hareketin çok kısa sürede söylem celladına dönüşmesi üzücüdür.

Hem “Ya sev ya terk et” hem de “U’da hiç nokta yokken ü’nün iki noktalı olmasına ses çıkarmayan düzeniniz batsın”cı tayfa için sözlükçülükle ilgili çok basit, akla hemen gelebilecek birkaç özelliği dile getirelim.

Sözlükler tek dilli-çift dilli, eş zamanlı-art zamanlı, genel-teknik, deskriptif-normatif gibi başlıklar altında kümelenebilir. Yani TDK’nin Türkçe Sözlük’ünün hangi başlıklar altında yer alabileceğini bilmekte ve eleştiriyi ona göre getirmekte fayda var. Söz gelimi “Bu sözlükle halis muhlis Türkçe olan ‘edgü’ niye yok?” diye sormak, sözlükten ziyade soruyu soranın eksikliğini anlatır.

“Büyük Türkçe Sözlük” ya da “Güncel Türkçe Sözlük” gibi başlıklar çok geniş bir kapsama gönderme yaptıklarından başvuru kaynağı niteliğinde olmak zorundadır. Yani bu sözlüklerde sözcüklerin bazı eskimiş kullanımları, argo ifadeler, cinsiyetçi ve ayrımcı söz varlıkları, alay ve kinaye bildiren sözler, teklifsiz konuşmada dile gelecek kelimeler bulunmalıdır. Dikkatinizi çekerim, bulunabilir demiyorum, bulunmalıdır diyorum. Zira sözlük; çevirmenlerin, yazarların, editör ve redaktörlerin, öğretmenlerin, akademisyenlerin, ana diline daha derinden hâkim olmak isteyenlerin, o dili yabancı bir dil olarak öğrenip ilerletmek isteyenlerin başvuracağı bir kaynaktır. Dilin tespit edilebilen tüm manevralarını yakalamak, o sözlüğü hazırlayan ekibin -imkânsız da olsa- temel hedefidir. Öğretim amaçlı bir sözlükte sadece cinsiyetçi-ayrımcı sözcükler değil, günlük kullanımda büyük oranda dilden düşmüş, o yaş grubundaki öğrencinin düzeyine hitap etmeyen sözcükler de elenip sözlük hafifleştirilebilir. Ki zaten Türk Dil Kurumu’nun okullar için hazırladığı sözlükler vardır ve o sözlüklerde bu tip sözcükler ve bu tarz anlamlar yer almamaktadır.

Dil, bir bütün halinde toplumun dünyayla kurduğu etkileşim vasıtasıyla zamanın yatağında akar. İfade kabiliyetinin zirve yaptığı, kısırlaştığı, art arda parlak edebi eserler verdiği, argonun etkisini hissettirdiği dönemleri olabilir. Hatta dil yok olabilir. Ama bu söz varlığına ne birileri tarafından atanmış bürokratlar ne de duyarlı insanlar karışabilir. Bu bir yetki meselesi değildir, erk meselesidir.

UNESCO’ya göre günümüzde, yeryüzünde yedi bin civarında dil konuşuluyor ki bunların neredeyse yarısına yakınının yirmi ikinci yüzyılı göremeyeceği tahmin ediliyor. Türkçe ise konuşur sayısı, yazılı metin adedi, yayılma alanı, söz varlığı gibi pek çok farklı açıdan dünyanın ilk yirmi dili arasındadır. İlk ona girme ihtimali bulunmasa da bırakın ölmeyi can çekişmesi dahi neredeyse olasılık dışıdır. Bu dille üretmeye devam etmek yerine kravatlı amcaların selfiefobisiyle, birtakım teyzelerin Arapça korkusuyla uğraşmak ne boş bir uğraş!

Özetle, kurulduğundan beri bilimselliği, 1982’den beri ise (y)etkinliği tartışılan TDK gibi bir kurumu, bu kadar haksızca ve yanlış bir şekilde itham etmek gerçek bir başarı sayılmalıdır.  


[1] Woke: ABD’de ortaya çıkmış sosyal adalet ve ırksal eşitliğe vurgu yapan bir harekettir. Terim, Afrikalı Amerikan Yerel İngilizcesi uyanık kal anlamındaki stay woke ifadesinden devşirilmiştir. (Vikipedi)

Editör: Melike Kara

Latest posts by Muratcan Özden (see all)
Visited 26 times, 1 visit(s) today
Close
Exit mobile version