Yazar: 18:00 Anlatı

Defter

Adının  yazıldığı  son  defter  miydi  bu?  Bir  daha  herhangi  bir  şekilde  anılır  mıydı?  Zorlasa  hafızasını,  hatırlar  mıydı  adının  bulunduğu  her  yeri?  Hepsini  değil  herhalde. 

Doğduğu  hastanede  bir  deftere  geçmiş  olmalıydı  adı  ilk  kez.  Hayır  hayır  olmaz  bu.  Doğmadık  çocuğa  isim  mi  konur?  Olsa  olsa  anne-baba  adı  yazılmıştır.  Bu  onun  adı  yazıldı  sayılmaz.  Tabii  ya;  nüfus  müdürlüğünde,  babasının  koyduğu  adla  ilk  kez  mürekkep  harcanmış  olmalıydı  onun  için.  Sonraları  birkaç  kez  gitmişti  de  o  daireye,  o  zamanlarda  görmüştü adının yazıldığı  ilk  defterin  ne  büyük  olduğunu.  Memurun  taşımakta,  sayfalarını  açmakta  zorlandığı,  kocaman  bir  defter.  İnsanın  adının  yazıldığı  ilk  defter,  insanın  o  zamanki  halinden  büyüktü.  O  koca  defter  daha  da  büyük  bir  dolapta  dururdu.  Kocaman  defterin,  çarşaf  kadar  sayfasında  tek  bir  satır.  Olsun,  adı  yazıyordu  ya  orada.  Sonraları  bilgisayar  çıktı  ve  bir  daha  göremedi  o  defteri.  Acaba  sildiler  mi  adını  yazıldığı  ilk  yerden?

Hayal  meyal  hatırlıyordu  okula  kaydının  yapılışını.  Çok  düşünse  de  bilemedi;  nasıl  bir  defterdi  adının  gözünün  önünde  yazıldığı?  Zaten  okuyamadıktan  sonra  hatırlasa  ne  fark  ederdi?  Nasıl  da  heyecanlıydı  adını  okuyup  yazmayı  öğreneceği  için.  Bunu  ilk  becerdiğinde  birkaç  sayfasını  doldurmuştu  defterinin  kendi  adıyla.  Adı  ve  soyadı.  Daha  sonra  çok  defteri  oldu;  güzelce  kapladığı  ve  üzerine  minik  etiketler  yapıştırdığı.  En  önemlisi  etiketti  elbette.  Yine  adını  yazabileceği.  Adını  en  çok  kendi  yazınca  severdi.  Başkası  yazsa  da  olurdu  ya.  Yeter  ki  kalsındı  bir  yerlerde.  Sınıf  defterlerinde  de  hep  oldu  adı.  Yoklama  yapılırken,  adının  okunmasını  heyecanla  beklerdi.  Duyabilmek  için  yazıldığı  yerden  okunurken;  o  yüzden  hiçbir  zaman  okulu  kırmayı  düşünmedi.  Hatta  yaşı  büyüdükçe  gittiği  yeni  okullarda  böyle  yoklamalar  yapılmayışına  hayıflanmıştı  başlarda.  Büyüdükçe  adam  yerine  koymuyorlar  mıydı  kimseyi?

Yaşı  geldi,  askerlik  zamanı  dediler.  Tepiş  tepiş,  üst  üste  bir  kalabalık  arasında,  gördüğü  yine  kocaman  bir  defterdi.  Belli  ki  adı  yazılıydı  orada;  tabii  yine  küçücük,  tek  bir  satırda.  Sayılı  gün  pek  de  çabuk  geçmedi,  yalandı  söylenen.  Say  say  bitmedi.

Çabuk  olmasa  da  bitti;  hiç  kimsenin  adını  bırakın,  kendini  bile  okuldaki  kadar  olsun  umursamadığı  günler.  Evlilik  yaşın  geçiyor  dediler.  Bir  masaya  oturttular.  Yanında  çok  da  tanımadığı  bir  kadın,  yine  kocaman  bir  defterde  adı  yazılıydı;  zaman  zaman  unuttuğu  bir  kadın  adının  yanında.  Ama  bu  sefer  fiyakalı  bir  imza  attırmışlardı.  Ardından  alkışlar, tebrikler,  kutlamalar.  Sonraları  bilemedi  o  imzayı  atmakla  iyi  mi  etmişti. 

İyi  etmişti  tabii  ki  de.  Yoksa  çocuklarına  sahip  olamazdı  belki  de.  Çocuklarının  adını  yazdırırken  birtakım  defterlere,  yine  yazmışlardı  onun  adını  da.  Çocuklar  da  illaki  yazmışlardır  babalarının  adını  kimi  defterlere.  Kaç  defter  etti  ki  hepsi  buraya  kadar?  Sayabilir  miydi?

Giderek  daha  kötü  işler  için  yazılıyordu  sanki  adı  defterlere.  Daha  küçük,  daha  çirkin,  pis  defterlere.  Esnafın  tuttuğu  veresiye  defterlerinden  de  eksik  olmadı  adı  çocuklardan  sonra.  Bilseydi  marketler  gelince  o  uyduruk  defterlere  bile  yazılmayacağını  bir  daha,  üzülmezdi  adının  borçla  anıldığına.

Evet  yine  anımsıyordu  eskiden,  üstelik  de  adam  yerine  konarak,  adının  başkaca  büyük  büyük  defterlere  yazılışını.  Koskoca  devlet,  adamdan  saymıştı  nihayet.  Ta  kapısına  kadar  koca  koca  memurlar  göndermişti  hem  de.  Onun  adını  yazmak  için.  Sayım  mı  dedilerdi,  seçim  mi  ne?   

Oof!  Ne  sıkıntılı  günler  hatırlıyor  düşündükçe.  Yaşlandıkça  hastane  defterlerine  yazılır  oldu  adı  kendi  okuyamasa  da.  Okumayı  da  mı  unutuyordu  yoksa?  Bu  kadar  mı  ihtiyarlamıştı?  Okul  kayıt  defterinde  okuyamamıştı  adını  son  kez.  Yok  canım,  kim  okuyabilmiş  ki  doktorların  yazısını  eczacılardan  başka?  Hatta  bir  keresinde  eczacıların  tüm  becerileri  bu  mudur  diye  düşünmüştü.

Şimdiyse  ona  sormadan  adını  yazıyorlardı  yine  bir  deftere.  Kendi  istememişti  bunu.  Umursamaz  bir  el,  alışık  bir  tavırla,  son  kez  yazıldığına  aldırmadan,  özensizce  mürekkep  akıtıyordu  yarısı  kırık  plastik  bir  kalemden.  Bu  kez  adını  yazdıran  çocuklarından  birinin  boğuk,  titrek  sesiydi.  İsterdi  ki  son  kez  kendisi  yazdırsın,  hatta  kendi  elleriyle  yazsın  gönlünce.  İnsana  ne  ilk  kez  ne  de  son  kez  yazdırıyorlar  adını.  Başka  bir  el  yazıyor  ilkini  de,  sonuncuyu  da. 

Hayat  boyu  en  çok  istediği  adam  yerine  konmaktı.  En  çok  korktuğuysa  bir  gün  hatırlanmamak.  O  yüzdendi  bir  yerlerde  adının  yazılmasına  takıntısı.  Belki  kalıcı  olurdu  böylece.  Yoksa  kim  hatırlardı  onu?  Sayamasa  da  yine  de  pek  çok  defterde  olmalıydı  adı.  İşe  yarar  mıydı  unutulmamak  için?  Yoksa  en  iyisi,  şu  hayatta  birinin  gönül  defterine  yazılmak  mıydı?  Girebilmiş  miydi  birinin  gönlüne  Yunus  misali?  Hiç  değilse  “tüm  çabam  sizin  için”  dediği  çocuklarının?  Karısı  hatırlardı  bakarsın;  o  karısının  adını  unutsa  da  bazen.  Adamlar  bilirdi  adıyla  defterler  dolduran  ya  da  adına  defterler  doldurulan.  Onlardan  olmadı  hiçbir  zaman,  olamazdı  da.  Birazdan  konacağı  çukurun  başına,  akıl  etse  de  biri  hiç  değilse  defter  şeklinde  bir  taş  diktirse.  Adı  son  kez  o  taşa  yazılsa.  En  azından  silinene  kadar,  bir  zaman  gelen  geçen  okur,  bir  Fatiha’ dan  önce.  Tamam  adı  Süleyman  değil,  zaten  nasır  derdi  de  yoktu  ama  yine  de  fena  durmaz  onun  adı  da  beyaz  taşta.  Bir  de  bu  defa  büyük  büyük  yazarlarsa…            

Latest posts by Levent Göven (see all)
Visited 37 times, 1 visit(s) today
Close
Exit mobile version