Yazar: 18:00 Öykü

Daktilo

Çevirdiği onca cinayet romanının, dedektiflik hikayelerinin etkisiyle belki de, ya da gün içinde bol miktarda tükettiği çay ve kahveden dolayı yerinde duramayan, kendi otursa da gözleri fıldır fıldır etrafta gezinen bir kadındı Figen Hanım. Otuz beş yıllık çevirmen, on beş yıllık duldu. Kapıcı Kudret’in ‘Dulpalas’ diye isim taktığı apartmanda en çok çekindiği kişiydi. Karşısındakini dinlerken, sanki bir açığını yakalamak istermiş gibi bakışlarını konuşan kişinin suratının ortasına kilitler, insana dediğini diyeceğini unuttururdu. Bir keresinde Kudret, karısı Nurten’e “Korkuyorum ben bu kadından. Hidrofor bakımı için para istemeye gittiğimde beni içeri çekti, sonra da kapı ağzında sorguya tuttu,” demişti. “Figen Hanım öyle bakınca dilim kemiğim çözülüyor benim. Dokuz numaradaki Avukat Hanım’ın yeni bakıcısını sordu. Telefonda ağlayarak bir adamla tartıştığını duymuş banyo camından. Neymiş, kimmiş tane tane anlattırdı bana,” diye eklemişti.

Kudret, eski kapıcının yerine işe başladığı ilk gün ilk ekmeği Figen Hanım’a almış, bırakırken hayatında ilk defa bir evin salonunda yemek masasının üzerinde bir daktilo görmüştü. Figen Hanım el dokuması halılarını sildirmeye Nurten’i çağırdığında da genç kadın en çok da kocasının anlata anlata bitiremediği daktiloyu meraktan koşa koşa çıkmıştı merdivenleri. Daha önce bir bankada, postanede filan daktilo görmüşlerdi elbette ama bir evde, dantel örtülü sekiz kişilik bir yemek masasının üzerinde ve bu kadar yakınlarında hiç olmamıştı.

Nurten, apartmanda en çok Figen Hanım’a gündeliğe gitmeyi seviyordu. Figen Hanım sadece salonu, yatak odasını ve mutfağı temizletir, arada bir balkonun sürgülü camlarını sildirirdi. Arkadaki odaya sokmazdı. Nurten her gelişinde o odanın kapısını kilitli bulurdu. Kudret ve Nurten’in hayatlarındaki en büyük merak konusu da buydu, Figen Hanım’ın kilitli odası. Dizilerde gördükleri gibi çöp biriktiriyor olsa kokardı, ama Nurten burnunu dayayıp kontrol etmişti, koku yoktu. “Küp küp altınları vardır belki,” demişti Kudret. Salondaki koltukların rengi solmuş kadife kaplamalarını düşününce vazgeçmişti.

Karı koca, dul çevirmenle ilgili tuhaf, gizemli şeyler anlatma konusunda birbirleriyle yarışıyordu adeta. Figen Hanım da onlara malzeme vermiyor değildi. Dolap içlerini sildirmek için çağırdığı bir gün, Nurten’e “Hiç tekin değil bu saklama kapları, bu dolaplar, kutular, sandıklar Nurtenciğim. Hepsi birer küçük mezar. Ölü taklidi yapan meselelerim yatıyor içinde,” demişti. Başka bir gün de yatak odasındaki hurçları indirip kaldırtırken, “Senelerdir giyilmemiş ceketlerin ceplerine çok dikkatle yaklaşmak lazım. Gömdüğümüz yeri unutmak için günlerce uğraştığımız bir ceset takılıverir parmaklarımıza. Bir konser bileti, artık kimsenin hatırlamadığı bir lokantanın peçetesi…” diye fısıldamıştı. Nurten’le değil, kendi kendine konuşuyor gibiydi. O gün Nurten evde bütün akşam hırka üstüne hırka giymiş, ürpermesini geçirememişti. “Kadının iki lafından biri ölüm, diğeri ceset,” demişti gözlerini aça aça kocasına.

Ilık bir pazar sabahı Kudret, apartmanın ağır demir kapısının önüne attığı iskemlede uyukluyordu. Binanın girişindeki çiçekler kurumuş, en üst kattaki emekli resim öğretmeninin beslediği sokak kedileri yüzünden etrafı berbat bir sidik kokusu sarmıştı. Ama Kudret, burnu alınmışcasına rahattı. Oturduğu yerde bir yandan sandaletlerinin içindeki çoraplı ayaklarını güneşte ısıtıyor, bir yandan da yeni açılan marketin indirim broşürünü inceliyordu. Telefonuna Figen Hanım’dan gelen mesajla irkildi. Koşarak kadının yanına çıktı. Figen Hanım’ı, güneş gözlüğünü takmış, eline yelpazesini çoktan almış bir vaziyette, orta boy bir bavulla daire kapısının önünde beklerken buldu.

“Kudret Efendi, ben yeğenim Nazlı’nın yanına, Şile’ye gidiyorum. Kocası iş için yurtdışına gitmiş de Nazlı da ‘Hala, gel bir hafta bende kal,’ dedi.”

“İyi yapıyorsun Figen Hanım. Kocasının da içi rahat eder; hanımı yalnız kalmıyor, yanında halası var diye.”

“İlahi Kudret Efendi. Biz on beş senedir yalnızız, merak edenimiz de yok. Biz ne yapalım, ölelim mi?”

“Ağzından yel alsın, Allah seni başımızdan eksik etmesin Figen Hanım. Sen bana bakma, cahil cahil konuşuyorum işte.”

Göründüğü kadar ağır olmayan bavulu aşağı indirdi Kudret. Birkaç dakika sonra da Figen Hanım sokak kapısındaydı.

“Buralar yine leş gibi kokuyor,” dedi yüzünü buruşturarak. Çağırdığı taksi çoktan gelmiş bekliyordu. Figen Hanım bir ayağı aracın içinde, diğeri dışarıdayken panikle bağırdı.

“Aaa! Unuttum! Unuttum! En önemli şeyi unuttum. Kudret oğlum al şu anahtarı, çantasını da masanın üzerine koymuştum.”

“Neyi Figen Hanım?”

“Daktiloyu unuttum. Çantasına koyup indirir misin sana zahmet?”

“Tabii, tabii. Hemen!”

Kudretin içini tatlı bir heyecan kapladı. Merdivenleri koşa koşa çıkarken apartmandakilerden biri görse, kapıcılarının bu kadar hızlı hareket edebiliyor oluşuna şaşırırdı. Kapıyı açtı ve ayakkabılarını çıkarmadan soluğu salonda aldı. Daktilo her zamanki gibi salondaki sekiz kişilik yemek masasının üzerinde değildi. Mutfağa, girişteki ayakkabılığın üzerine, aklına gelen her yere baktı. Oyuncağını ararken yavaş yavaş sabrı tükenen bir çocuk gibiydi. Daktiloya dokunacağı için bu kadar sevinmişken şimdi onu bulamıyordu bile. Neredeyse ağlayacaktı. Yatak odasına bir kez daha bakmak için evin arka kısmına yöneldiğinde, kilitli odanın kapısının açık olduğunu fark etti.

“Bisssmillahh,” dedi bütün s’lerin üzerine basarak. Kafasını içeri uzattı. Daktilo, odanın ortasındaki küçük yuvarlak masanın üzerindeydi. Yanındaki büyük siyah köşeli çantanın yabancı filmlerdeki asık suratlı koca kafalı generaller gibi vakur bir havası vardı. Daktiloyu okşadı Kudret. Kendini daha fazla tutamayıp gelişigüzel bir iki harfe bastı. Çat çat çat! Neden sonra kafasını kaldırıp yıllardır içini merak ettiği odaya yöneltti bakışlarını. Bir tuvalet masası ve üzerinde boş parfüm şişeleri. Tek kişilik daracık bir yatak. Kapakları açık bırakılmış iki kapılı eski model bir gardırop. Dolapta asılı saten erkek pijamalarını tanıdı hemen. Eski çalıştığı apartmanın yöneticisi Hamit Bey’in de vardı böyle parlak bordo pijamaları. Figen Hanım’ın kocası rahmetli Mesut Bey’i hiç görmemişti Kudret. Ama şimdi, yıkanıp ütülenip özenle asılmış mis kokulu atletleri, donları ve fanilalarına müşerref oluyordu. Gözü ister istemez dolabın diğer yarısına kaydı. İpek gecelikler, dantelli kombinezonlar, adını söylemeye dilinin dönmediği kaygan kumaşlardan pembeli yeşilli sabahlıklar… Hatta karton bir çantanın içinde güzellik uykusuna yatmış tüylü topuklu terlikler… Kudret, bakışlarını yere indirdi ve dolabın kapaklarını kapattı. Daktiloyu çantasına yerleştirirken Figen Hanım oda kapısında belirdi.

“Nerede kaldın Kudret? Taksici söylenip duruyor.”

“Figen Hanım, şey, buradaymış. Ben onu ararken… Şey…”

“Tamam tamam. Hadi koyalım çantasına. Üzerindeki takılı kâğıdı çıkaralım.”

“Atayım mı bunu?”

“At oğlum, bir şey yok onda.”

Kudret, üzerinde çat çat çat bastığı harflerin olduğu kâğıt kendisine kaldığı için sevindi. Hızla katlayıp gömlek cebine sokuşturdu. Figen Hanım’ı nihayet taksiye bindirip gönderdikten sonra iskemlesine çöktü. Kilitli odada gördüklerini düşündü. Otuz beş yıllık çevirmen, on beş yıllık dul Figen Hanım’ı… Daktiloda çat çat çat eden harflere tekrar bakmak için kâğıdı çıkardı cebinden. Arka yüzünde bir şeyler yazıyor olduğunu o zaman gördü.

“Kocamın karnında kırmızı kulaklı köpekler koşuyor. Kar kış kıyamet. Korkuyorum. Kasılıyor kollarım. Kıvıramıyorum. Kumbaracılar Konağı’nın kapısına kusuyorum. Kader kısmet. Konuşmazsam kurtulurum. Kurtuluş’ta kardan kaleler. Kandan kuleler. Kocamın karnında kırmızı kulaklı köpekler. Kocamın karısı kim?”

Bütün s’lerin üzerine basarak “Bisssmillahh,” dedi Kudret.

Editör: Çisem Arslan

Latest posts by Ebru Gazioğulları (see all)
Visited 38 times, 1 visit(s) today
Close
Exit mobile version