Yazar: 22:00 İnceleme, Kitap, Kitap İncelemesi, Tarih

Cahilliğin Dağlarında Bir Ömür

Cahilliğin dağlarında gezenler için; almasını bilene bilgece öğütler, yaşanmışlıkların getirdiği doğru tespit ve öneriler, samimi itiraflar; bir o kadar da topluma tenkit yağmuru. İlber Ortaylı’nın sakınmadan söylediği her söz, gençler için altın değerinde. Toplumun her kesimine ustaca entelektüel bir dokunuş, hazır olun; bu bir kültür seyahatidir. Başlangıcınızı not edin, bitişte fikirlerinizde yenilik tohumları filizlenecektir.

Cahil deyip duruyoruz, nedir bu cahillik?

TDK’ya göre “cahilin” tanımı:
Cahil: Öğrenim görmemiş, okumamış, belli bir konuda yeterli bilgisi olmayan.

Yarı Cahil nedir peki? İlber Hoca şöyle tanımlar:
“Yarı cahil, Goethe ve Faust’u duymuştur ama o mu ötekini yazmış, öteki mi onu yazmış onu bilmez.” der.

Bilir ama neyi bildiğini bilmez, emin olmadığı şey hakkında da biliyormuş gibi konuşur, akıl vermeye çalışır. İlber Ortaylı, cahilden korkmaz; yarı cahilden korktuğu kadar.

Bu konuya açıklık getirebildiysek, haydi şimdi cahilliğimize bilgi kattığımız, ufkumuzu birkaç tık daha açtığımız kitabın incelemesine.

Öncelikle bu kitap kişisel gelişim kitabı değildir; tam olarak kişisel ve toplumsal değişim kitabıdır.

İlber Hoca’nın gençliğini yaşadığı dönem ile şimdiki dönem arasında büyük farklar var. Ne Ankara eski Ankara ne de İstanbul eski İstanbul. En çok yakındığı konuların başında bu durum geliyor. Cumhuriyet dönemi öncesi Ankara, çorak bir arazi aslında. Yeşilin olmadığı bir vaha gibi diyebiliriz. Bunu özellikle Falih Rıfkı Atay okuyanlar çok iyi bilir, hele ki Çankaya okuduysanız daha iyi bilirsiniz. Gazi Paşa’nın inatla başardığı eseridir Ankara.

İlber Ortaylı hem üslup olarak hem de konuşma jargonu olarak kendi tarzını yaratmış bir insan. Birçok tenkidine rağmen, özellikle gençler onun sözlerine önem veriyor. Yoksa cahil dediğiniz insan size kızar ya da bir tepki verir, hoca deyince tepkiden ziyade memnuniyet doğuyor. Çünkü insanlar onun söylediğinde bir mana arıyor, yaptıkları bir hatanın sonucu olarak hak ettiklerini düşünüyorlar. Tabii ki bunun dışında, hocaya karşı eleştiriler de yok değil. Ben o kısımla ilgilenmiyorum, bizim işimiz şu halimizle bilgi bakımından yanına dahi yaklaşamayacağımız bir insana çamur atmak olamaz. O başkalarının işi olsun, olsa olsa temenni eder, fikir beyan ederiz o kadar. Bilmeden konuşmanın anlamı yok çünkü.


“Önündeki modeller başka dünyalar kurabilen insanlar olunca, sen de o başka dünyaya adım atabiliyorsun.”

İlber Ortaylı’nın, İlber Ortaylı olmasının ana etkeni öncelikle kendisinin merakı ve sürekli bir şeylerin peşinde koşması, ikincisi ise gençliğinde ulaşabileceği ve yol gösterici insanların olması. Bunu kesinlikle şans olarak nitelendirmemek önemli, çünkü bizzat o insanlardan ders almak için uğraşmıştır. Doğru insanlardan, doğru tavsiyeler almıştır.

Yaşadığımız hayat ve bulunduğumuz ortam kendi seçimlerimizden oluşmayabilir. Bunun seçimini yapamayabiliriz, nasıl ve nerede, kimin çocuğu olacağımızı seçemeyeceğimiz gibi bir şeydir bu. Zengin ya da fakir olmak meselesi değildir bu, imkansızlıktan imkan yaratılacağı gibi, imkandan da hiçbir şey yaratılamayabilir. İnsanların içlerinde bir şey yoksa, zorla ortaya çıkaramazsınız. Bizim toplumumuz, belirli kıstaslara göre hareket eder. Okursun ya da okumazsın, erkeksen askere gidersin, işe girersin, evlenirsin ve çoluk çocuğa karışırsın. Ana teması bu şekildedir. Kadın ise çocuk baksın mantelitesi ile yetiştirilmek istenmektedir.

Özellikle teknoloji çağında çocukların gelişimi daha iyi olması gerekirken, daha kötü bir hale gidiyor. Sistemin sistemsizliği bir kenara dursun, ailelerin sistemsiz ve disiplinsiz tavırları da ortada duruyor. Disiplin derken, askeri bir disiplinden bahsetmiyoruz, çocuğun alacağı terbiyeden bahsediyoruz. İlber Hoca, çocuğa her istediğini almayacaksın diyor, kesinlikle haklı. Bu bir şımarıklık ortaya çıkarıyor. Ne olursa olsun, ilk önce hak etmeli. Çocuk ağlamasın diye yapılan her şey, ilgisiz bir aile örneğidir.

“Sorumluluk alamayan insanlar boş olur.

Bir de hak talep ediyorlar. Sorumluluk duygun yoksa hak talep edemezsin. Çünkü hakkın temelinde sorumluluk vardır.”

Her insan sorumluluk almayı istemez ve sevmez, yalnız hayattan bir şeyler istiyorsan, hayata da bir şeyler vermen gerekir. Televizyon dünyası insanlara cazip geliyor ama öyle bir hayat gerçek değil. Hayal ya da taklit ettikleri şeyler asla olamayacaklar. Kolay para kazanıp yan gelip yatma peşinde olan milyonlarca insan olduğu malum bilinen bir durum. Bu paralara sahip olsalar; ne kendilerine ne ülkelerine ne de insanlığa bir şey katarlar. Daha önce gördük ki, bu paralar haydan gelip huya gitmiştir. Kişi ilk önce kendini geliştirmelidir, bunun içinse çok çalışmalıdır. Hiçbir şey dışarıdan gözüktüğü kadar kolay değildir.

İlber Hoca bir programda şöyle demişti;

“İnsanın hayatta en kıymetli şeyi zamandır, para değildir. Çünkü hiçbir şekilde telafi edilemez, yerine konamaz. Para gelir, zaman gelmez.”

İşte bu minvalde zamanı doğru kullanmak gerekir. Herkesin zamanı kendinedir ama hızlı geçer zaman, ne yaptığını anlamadan yaşamın sonuna gelirsin ve bomboş bir hayat geçirmiş olursun. Kıymetini bileceğin bir hayatı boşuna harcamak istemezsin, işte bu yüzden bu şansı iyi kullanmak gerekir.

Hoca’ya baktığımda bunu çok iyi kullanmış. Özellikle Ankara’da yaşadığı yılları fırsata çevirmiş. Dil öğrenmiş, turizme merak salmış, tiyatroya merak salmış. Bizim görme fırsatımız dahi olmayan büyük insanlarla ahbaplıklar kurmuş. Bunları da oturduğu yerden yapmamış. Dışarı çıkmış, peşinden koşmuş. Genç yaşında dilini geliştirmiş. Ne olmak istiyorsa onu yapmış. Bir yere tıkılı kalmamış, sürekli gezmiş. Kendisine zemin hazırlamış ve kendi yarattığı imkanları da değerlendirmiş. Daha sonra kapılar elbet kendisine açılmaya başlamış bu seferde bu şansı iyi kullanmış. Bunların hiçbirini yapmayıp, üniversitesinde ona ayrılan koltuğa oturup, iki de ders verip maaşını alabilirmiş ama yapmamış. O yapmamışsa, biz neden yapıyoruz? Ne kazandık bu hayattan? Neyin peşinden koştuk? Cidden dolu bir cevap vermek zor iş.

Kitap içeriğinde sinemadan, müziğe, müzelerden gezilecek ülkere kadar çok güzel İlber Ortaylı listeleri bulunuyor. Bölümlerin sonunda bunları toplamaları gerçekten iyi olmuş. Birkaç örnek vermek gerekirse;

İlk önce “Petra, Antakya, Palmira, Enfes ve İskenderiye”nin gezilmesini istiyor,
*Londra’da British Museum,
*Paris’te Louvre Müzesi,
*Vatikan Müzeleri,
*Roma’daki Capitol ve daha fazla müzenin gezilmesini öneriyor.

Bu müzeler için bile seyahat edilebilir diyor.

Bu listeler dediğim kitap sonlarında uzunca listelenmiştir. Birçok okurun işine yarayacak listelerdir. Ve seyahat acenteleri İlber Ortaylı turları düzenleyeme başlamış. Tesadüfen karşıma çıktı. Söylediği rotalara turlar düzenleniyor. Sonuçta ticari kar gibi gözükse de, gitmek isteyenler için bulunmaz bir fırsat. (Ben bu incelemeyi yazdığımda Covid-19 ortalarda yoktu, şimdilik gezemeyeceksiniz ama not alın, bu günler de geçecek.)

Ayrıca önerdiği kitapların yüzde seksenine sahip olmak beni mutlu etti. Bazıları şunlar;

Halil İnalcık, Yaşar Kemal, Falih Rıfkı Atay, Şevket Süreyya Aydemir yerlilerden,
Goethe, Bernard Lewis, Puşkin, Tolstoy, Dostoyevski, Ciano, Maalouf, Çehov ise önerdiği yabancı yazarlardan bazıları.

Bu liste kitap adları ile veriliyor ve liste daha uzun.

Klasik müzik seviyor Ortaylı, en çok Bethoveen dinliyor, Mozart ve Chopin de dinliyor.

İlber Hoca’nın tarihe bakışı çok samimimi ve anlayışlıdır. Kötülemek bir kenara dursun, yad etmeyi sever. Yeri geldiğinde tenkitten kaçınmaz.

Ortaylı, Atatürk’ün açtığı yolun çok gerisinde kaldıklarını belirtir her seferinde. Özellikle yurt dışına talebe göndermesi, eğitim gören talebelerin ülkelerine geri dönmesi ve bu insanlardan fayda sağlanmış olmasına değinir. Aldığı eğitimi veren hocaların birçoğu, Cumhuriyet yetiştirmesidir. Mezun olduğu Ankara Atatürk Lisesi’ni ayrı bir yere koyar.

“Mustafa Kemal Atatürk’ün bir aydın olduğu hakikattir.

Kitabı okumaya başladığınızda, zaten farklı gelen fikirler kendi hayatınızı da süzgeçten geçirmenize neden olacak. Başarmış olduğu şeyleri, o yapabiliyorsa ben niye yapamadım ya da yapmadım sorusunu soracaksın kendinize. En basiti neden birkaç dil bilmiyorum? Neden tatil anlayışım Ege’den, Akdeniz’den ibaret, neden yurt dışına çıkmadım, neden risk alıp başka şeyler yapmadım, neden diploma için okudum, kendim için ne yaptım, hayatın neresindeyim ve nereye gidiyorum? Gezilmesi gereken yerleri gezmek bir kenara, belki de bulunduğun şehir olan İstanbul’u bile niye bilmediğini sorgulayacaksın.

“Evet, eğitim çok uzun… Daha kötüsü, bu uzun eğitim hiçbir işe yaramıyor. Eğitimimizle övünüyoruz ama övündüğümüzle de kalıyoruz.

“Artık bir ortaokul çocuğu bile Aristo’nun bildiklerini biliyor,” diyorlar. Yok canım! O çocuk Aristo’nun bildiğinin çeyreğini bilmediği gibi, onun yaptığını da yapamıyor.

Bu eğitim tam aksine, insanların yaratıcı taraflarını öldürüyor. ”

Eğitim konusunda her zaman eleştirisini yapar hoca. Özellikle okullarda verilen eğitimin yetersiz ve gelen iktidarların dayatması olduğunu söylüyor. Ders kitaplarının yetersiz, içeriklerinin detaysız, tarih bilgisinin zayıf olduğunu söylüyor. Hepsinde haklı. Bir de EZBER eğitimin tekrar gelmesi gerektiğini söylüyor. Ezberden kasıt, sınav için ezberlenen bilgiler değil, bir konunun ezberlenip anlaşılmasından bahsediyor. Ezberlemediğin şeyi nasıl anlayacaksın, anlamadığın şey aklında nasıl kalacak? Bunun mutlaka geri gelmesini istiyor. Öğrencilerin tembelliğinden şikayetçi. Özellikle üniversite kantininde yemek yemek dışında, kahve içmek dışında çok takılanların kesinlikle tembel insan olduklarını söylüyor. Hocalar da bunu yapıyorsa, onlar da tembeldir diyor.

Öğretmenlerin, silkinip eskisi gibi idealleri olan insanlar olup, toplumda tekrar yerlerini almanı istiyor. Özellikle eğitim enstitülerinin kapanması buna sebep oldu. Nitelikle öğrenci yetişmiyor diyoruz, çünkü nitelikli öğretmen yok. Öğretmen ona verilen ders programını işleyen kişi değildir, öğretmen yol gösterir, bir çocuğun yeni şeyler keşfetmesini sağlar ve rol model olabilir. Eskiden öğretmenler maaş bir kenara, insan yetiştirmek için çalışırlardı. Çünkü Cumhuriyet terbiyesi bunu gerektiriyordu. Kendilerinden daha fazlasını vermesi beklenen bir meslek grubu olmasına karşın, değişen yönetimle tamamen normalleşme yaşıyorlar ve bariz bir şekilde önemlerini yitiriyorlar. Ve İlber Hoca onlardan toparlanmalarını ve aramızdaki yerlerini geri almalarını istiyor. Bir lider olarak!

Her okur bir şeyler keşfedecek bunu biliyorum. Özellikle gençlerin zaman kaybetmeden kendilerine çeki düzen vermesi gerekiyor. Hepimiz bazı fırsatları kaçırmış ya da tembellik etmiş olabiliriz ama başkalarının bu treni kaçırmamasını sağlayabiliriz.

İlber Hoca kitabın başında “12-25 yaşları arası, 25-40 arası, 40-55 arası ve 55 sonrası” diye bir ayrım yapıyor. Bu bölüme özellikle dikkat edin, treni nerede nasıl kaçıyorsunuz kendi kendinize mutlaka sorun.

Keyif alarak okudum, üzülerek kaçırmış olduğum şeyleri gördüm.
Vakit hiçbir zaman geç değil, o yüzden hayal etmek yerine; harekete geçmenin tam vaktidir!

Ve son söz;

“Herkes kendi talihinin mimarıdır(…)

Hayat, derbederlik ve tembellik için çok uzun; fakat hırsla, yağma ve haydutluk yapmaya değmeyecek kadar kısadır.”

İncelemenin başlığını bilerek “Cahilliğin Dağlarında Bir Ömür” koydum, kitabı okuduğunuzda bu dağda vakit geçireceksiniz, kendinizi sorgulamayı ihmal etmeyin, bırakın bu dağ size ne olduğunuzu değil, ne olmadığınızı göstersin.

Sağlıklı günlere…

Visited 18 times, 1 visit(s) today
Close
Exit mobile version