İnsanların genelde güzel olduğu, gülümsediği ve temiz göründüğü yerlerdir düğün salonları. Hayatın ve evliliklerin en ışıltılı mekânları. Bu hizmet sektöründe ise yüzüne gülünen tek kişi fotoğrafçıdır. Ben, öksüz-yetim Fikri. Bülbül Düğün Salonları fotoğrafçısı. Artık beni evinde daha fazla misafir etmek istemeyen halamın kocası, halama rağmen arkadaşının düğün salonuna yolladı beni. Artık burada, salonda yatar kalkar oldum. Bizim işin gün ve saatleri diğer mesleklere göre farklıdır. Hafta içi sadece akşamları, hafta sonları hem öğlen hem akşam düğün olur. Tabii ki düğün sezonunda. Biz de mevsimlik işçi gibiyiz, köşedeki dondurmacı gibi. Ramazan ayına göre şekil alıyor piyasamız. Bilirsiniz, iki bayram arası düğün yapmayı tercih etmiyor insanlar. Belki bilmezsiniz ama öyle. 

Yıllar ilerledikçe bu iş beni çok değiştirdi. Eskiden kadınlarla konuşamaz ,soru sorulduğunda kırmızı olurdum. Şimdi onlara iltifatlar edip önce güldürüyorum, sonra fotoğraflarını çekiyorum. Çoğu beğenmiyor nedense, çirkin çıkmışım diyor. Yüzlerindeki makyajdan sanırım, kendilerine benzememek için uğraştıktan sonra fotoğrafı “bana benzemiyor” diye almıyorlar. Erkekler ve çocuklar genelde önemsemiyor nasıl çıktıklarını. Size bir sır vereyim mi? Bu düğün dernek işi kadın icadı. Her şey kadınlar için. Sokakta giyemeyecekleri kıyafetleri giyen kadınlar, normalde yapmadıkları kadar makyaj yapan kadınlar, bilezikmiş, kolyeymiş, altınmış… yine kadınlar.

Fotoğraf konusunda da en zorlu müşteriler kadınlar.  Biraz toplu bir abla geliyor “şişman çıkmışım ama…” diyor. Elimde sihirli değnek yok diyeceğim geliyor, olur mu güzel ablacım bak ne güzel gülmüşsün diyorum, almıyor. Güzel gülmek bir fotoğrafı değerli yapmak için yetmez mi? Çocukları güzel yapan bu değil mi? Ne makyaj ne altın kolye ne de bir karış topuklu ayakkabı. İçten bir gülümseme, iç dediysem en derinden. Çirkin insan yoktur ki hem, çirkin fotoğraf olsun. Tırnağını yaratamazsın derdi annem, insandan için. Kadınlarla konuşmayı söktükçe fotoğrafların satışı da arttı. Ağzım laf yapıyor artık. Alttan girip üstten çıkıp satıyorum fotoğrafları.  Satılamayan fotoğrafları da bir süre bekletiyoruz, bir ay kadar. Belki düğünden biri, sonradan almaya gelir diye. Daha hiç şahit olmadım bu duruma. Bir ay kadar bekleyen fotoğrafları çöpe atıyormuş patron, bu görevi bana verdi. Geceleri oturup ince ışıkta hepsine bakıyorum. Kafamdan hikâyeler uyduruyorum fotoğraftaki kişi hakkında, konuşturuyorum onları içimden. Her düğünün fotoğrafları içinden en içten güleni-ama en derinden- seçip ayırıyorum. Gerisi çöpe. Her düğünden bir güzel gülüş kalıyor. Pembe gelinlikli bir prenses, elinde balonu olan bir aslan parçası, yeni yetme bir güzel veya orta yaşlı bir delikanlı. Albüm yaptım onlar için, kıyafet dolabımda saklıyorum. Arada açıp sayıyorum kaç düğün olmuş diye. Bazen de kendi akrabalarımmış gibi bakıyorum, onlara ait anılar hayal ediyorum. 

Yine bir gün, bir ayı geçen düğünlerin dosyalarını alıp zemin kattaki odama gittim. Birkaç komik fotoğrafa gülüp, düğünden kalan kuruyemişleri yiyordum. Fotoğrafları tek tek ayıklarken, hayatımda gördüğüm en içten gülüşle karşılaştım. Su gibi yeşil gözleri ve makyajsız yüzüyle sanki doğrudan bana bakıyordu. Fotoğrafı çeken ben değildim sanki ilk defa görüyordum. Bir masanın etrafına boncuk gibi dizilmiş bir aile fotoğrafı. Fotoğrafta herkesin söylendiği o kusurları göremedim. Neden almadıklarını da anlayamadım. Tüm gece resim elimde bakıp durdum. Kızın gözleri içime işliyordu. Uyuyakalmışım. Uyandığımda fotoğraf elimden yere düşmüştü, hızlıca alıp tozu üfledim yastık kılıfının içine sakladım. Albüme koymak gelmemişti içimden. Gün boyu gözümün önüne geldi yeşil gözleri, koyu kahve saçları. Ya burnu? Minicik bir burnu vardı. 

Sandalyeleri ters çevirip masaların üzerine dizerken de aklıma geldi. Yerleri süpürürken de. Fotoğrafın çekildiği masayı buldum, bakındım iyice olur da bir şey bulurum diye ama bulamadım. Yaz sezonunun kapanmasına on iki düğün kalmıştı. Bizim düğün salonunu genelde bu mahalleden insanlar tutuyordu. İçimden geçiriyordum, inşallah kız bu mahallede oturuyordur ve başka bir düğüne gelir de tanışırım diye. On iki düğün boyunca bekledim gelen olmadı. Kırışmasın diye yastığın içinden çıkarıp beyaz plastik çerçevelerden birine koydum fotoğrafı. Düğünler bitti, kış geldi. Arada bir nişan oldu o kadar. Kıt kanaat geçindim kışın. Salonun soğuk bodrumunda bir beyaz çerçeve ısıttı hep içimi.  Arada bir halama gittim, salondaki garson arkadaşlarla takıldım bazen. Öyle öyle baharı ettim. Mart sonu gibi aralıklı şekilde başladı düğünler. Mayısta hafta sonları ikişer düğünle işler oldukça iyi gidiyordu, bereketliydi. 

Mayısın sekizinci düğününde, fotoğraftaki kıza rastladım. Adını ve hatta daha fazlasını öğrendim. Düğünlerden önce gelin odasında kısa bir video kaydı alırım hep, yine her zamanki gibi gittim çaldım kapıyı girdim. İçerde pırıl pırıl parlayan kıyafetleri ve topuklu ayakkabılarıyla genç kızlar vardı. Arkası kapıya dönük gelin de aynaya bakıyordu. Aynadan yansıyan bir çift yeşil göz, bir peçeteyle gözyaşlarını siliyordu. Kış boyu içimi ısıtan bakışlar, ılık ılık göğsümde akmaya başladı. Çok da dikkat çekmemek için, video çekeceğimi söyledim. Gelin ve damat dışında herkesi dışarı aldım. Gelin kızarmış gözlerinin yaşını durdurduğunda, neler hissettiklerini sorup laf cambazlıklarıyla onları biraz konuşturmaya çalıştım. Kızcağızın konuşası yoktu pek. Baba evinden ayrılmak üzdü sandım önce, sonra damat kıza sesini yükseltip bağırınca anladım meseleyi. Pek alışık olmadığım bir sahneydi. Normalde gelinler, mum eder damatları. Naz yaparlar, kızarlar, bağırırlar… Kızı görmenin şaşkınlığından kurtulmuştum, bu sefer de kız için üzülmeye başlamıştım. O fotoğraftaki gülüşü de, gözlerinin feri de gitmişti. Damat omzuma iki kere hafifçe vurup, cebime bahşiş koyunca sıyrıldım düşüncelerden. Allah mesut etsin deyip çıktım. Düğün boyu ne kadar kaçsam da en çok bu yeşil gözlü kızın fotoğrafını çekmek zorunda kaldım. Düğün bitip üst salonu kapatıp odama inince, çerçeveden çıkarıp yırtmaya karar verdim fotoğrafı. Son kez elime alıp uzun uzun baktım. Aylar sonra bir insan nasıl bu kadar solabilir diye düşündüm. Dakikalarca baktım o gözlere, akan yaşlar için yutkundum. Sonra daha önce fotoğrafta fark etmediğim bir şey gördüm. Kızcağızın masaya koyduğu elinde bir yüzük takılıydı. Aylarca karşımda olan fotoğrafta kızın yüzüne bakmaktan nişanlı olduğunu fark etmemişim. Gözümün önünde durmuş öyle. Demem o ki gülüşü güzel olanın ne ziynetine ne giysisine ne de makyajına bakılıyor. O kızcağız bu düğün salonunun yüreğimde açtığı bir yara olarak kaldı. O günden sonra gülüşü o kız kadar içimi ısıtan çıkmadı. Çıkarsa ilk işim parmağına bakmak olacak. 

Latest posts by Kübra Piper (see all)
Visited 42 times, 1 visit(s) today
Close
Exit mobile version