Her pazar olduğu gibi bu pazar da erkenden kalkıp kendimi bir termos kahveyle balkona attım. Yanıma da Jaguar Yayınları’dan çıkan Claire Keegan’ın Böyle Küçük Şeyler ismindeki 88 sayfalık romanını aldım. Roman diyorum ancak uzun öykü demek daha doğru olabilir. Kitapta uzun betimlemeler, detaylı duygu durumu incelemeleri bulunmuyor. Yazar, kelime ekonomisine uygun bir şekilde az ve öz yazmayı tercih etmiş.
Kitap, bizleri ilk sayfada “Bu hikâye İrlanda’nın anne-bebek bakımevleriyle Magdalen Çamaşırhaneleri’nde acı çekmiş kadınlara ve çocuklara adanmıştır.” ithafıyla karşılıyor. Hemen arkasından da 1916 tarihli İrlanda Cumhuriyeti Bildirgesi’nden yapılan bir alıntıyı görüyoruz: “İrlanda Cumhuriyeti her İrlandalı erkek ve kadının tabiiyeti üzerinde hak sahibidir ve bu hakkı talep eder. İrlanda Cumhuriyeti tüm yurttaşlarına din ve vicdan özgürlüğü, eşit haklar ve eşit fırsatlar taahhüt eder ve ulusun tüm çocuklarını eşit şekilde bağrına basarak, ulusun bütününün ve tüm bireylerinin mutluluk ve refahını gözetme kararlılığını beyan eder.” Bu ithaf ve alıntı kitabın sayfalarında ilerledikçe anlam kazanıyor.
Kitap, İrlanda’da 1985 yılının Noel arifesinde geçiyor ve Bill Furlong’un hikâyesiyle başlıyor. Bill, annesi yaşlı bir kadına bakıcılık yaptığı esnada hamile kalan bir kadının babasını bilmeden büyüyen oğludur. Bill, hayatı boyunca babasını bilmeden büyümenin ağırlığıyla yaşamıştır. Okuldayken yaşıtlarının zorbalıklarına katlanmıştır. Etrafındaki herkes annesine ve Bill’e sırt çevirmişken annesinin yanında çalıştığı Bayan Wilson hem annesine hem de kendisine evini açmıştır. Annesi, İrlanda’nın o dönem içinde bulunduğu sosyal ve ekonomik koşullarda yaşayabileceği en iyi hayatı yaşamıştır. Bill büyümüş, iş ve aile sahibi olmuştur. Artık eşi ve beş kız çocuğuyla yaşayan kendi halinde, iyi ve etrafında yaşananlara karşı duyarlı bir odun ve kömür tüccarıdır. Bill’in geçmiş hikâyesinin ve şu anki hayatının paralel anlatıldığı yerlerde zaman zaman Bill’in mutlu bir aile hayatı olmasına karşın hayatındaki rutinleri sorguladığı, zaman zaman kendisini başka ailelerin içinde hayal ettiği anlara da tanık oluyoruz.
Henüz kitabın ortalarına gelmemişken; kitabın bir babanın dramatik geçmişini, şu anda eşi ve kızlarıyla yaşadığı mutlu hayatını ve ruhsal çelişkilerini anlattığını düşünmüştüm. Tabii okumaya devam ettikçe o dönem İrlanda’sında kadınların maruz kaldıklarına tanık olmaya başladım.
Bill, sürekli odun ve kömür götürdüğü, borçlarını ödeme konusunda kasaba halkına nazaran daha dikkatli ve özenli davrandığı manastıra bir sabah odun ve kömür bırakmaya gider. Manastırın idaresinden sorumlu Good Shepherd (Katolik mezhebine bağlı bir cemaat) rahibeleri, manastırın içinde kız çocuklarına temel eğitim veren bir ıslahevi ve çamaşırhane işletmektedir. Islahevi hakkında bilinenler sınırlı olmasına karşın; çamaşırhane, hali vakti yerinde ailelerin çamaşırlarını gönderdikleri ve çamaşırların kusursuzca temizlenip ütülenerek sahiplerine geri verildiği iyi bir çamaşırhane unvanına sahiptir. Islahevi hakkında ise; günlerini ıslah edilerek geçirirken, sürekli çalıştırılıp günahlarının kefaretini kirli çamaşırları yıkayarak ödeyen hafif meşrep kızların evlilikdışı dünyaya gelen bebekleriyle birlikte kaldıkları bir yer olduğuna, rahibelerin ise bu sahipsiz bebekleri yurtdışına yerleştirerek iyi para kazandıklarına dair çeşitli söylentiler dolaşmaktadır. Bill, odun ve kömür bırakmaya gittiği o sabah manastırın kömürlüğüne kapatılmış üstü hali perişan genç bir kıza rastlar. Manastırdaki diğer kadınların köle gibi çalıştırıldıklarını görmesi ve kızın söyledikleri Bill’i altüst eder. Bu noktadan sonra Bill kurduğu o kusursuz ve huzur dolu aile hayatını sorgulamaya başlar.
Kitabın bir kurgu olduğunu düşünürken kitabın sonunda yer alan “Metin Üzerine Bir Not” başlıklı sayfayı okuduğumda İrlanda’nın kitapta bahsedilen çamaşırhanelerindeki kirli çamaşırları gördüm.
Kitapta geçen manastırın ve çamaşırhanenin bir adı yok. Ancak gerçek dünyada var: Magdalene Çamaşırhaneleri. Uzaktan bakıldığında topluma tekrar kazandırılmak istenilen kadın ve çocukların rahibeler tarafından rehabilite edildiği ve 18. yüzyılın sonlarından 20. yüzyılın sonlarına kadar işletilen bu çamaşırhaneler, aslında “düşmüş kadınların” yani kimsesiz, yoksul ve çeşitli nedenlerle toplum tarafından istenmeyen, evlilikdışı hamilelik yaşayan, ailelerinin reddettiği bekâr annelerin bazen bebekleriyle beraber hapsedildiği, çalıştırıldığı, işkence gördüğü ve öldürüldüğü kurumlardır. Kendi döneminde devlete bağlı polis, hastane gibi kurumların yanı sıra toplum tarafından da desteklenen çamaşırhaneler… Bu çamaşırhanelerin sonuncusu ise 1996’da kapatılmıştır.
Avrupa Konseyi’nin İrlanda hakkında konseye üyelik yükümlülüklerini yerine getirip getirmediği konusunda İzleme Komitesi tarafından düzenlenen ve 14 Aralık 2017 tarihinde yayımlanan raporunda 1996’ya kadar 10.000’den fazla kadının ve kız çocuğunun gözaltına alındıkları veya Magdalene Çamaşırhaneleri’nde ikâmet ettikleri; bu kadınların, keyfi olarak özgürlüklerinden yoksun bırakılma, insanlık dışı ve aşağılayıcı muamele görerek zorla çalıştırılma da dâhil olmak üzere bir dizi insan hakkı ihlaline maruz kaldığı belirtiliyor.
2013 yılında Hükümet Başkanı Enda Kenny, Magdalene Çamaşırhaneleri’nden sağ kurtulanlara yönelik resmi bir özür dilemiş. Kitabın sonunda yer alan “Metin Üzerine Bir Not” başlıklı bölümde “Bu yılın (2021) başlarında, Anne-Bebek Bakımevleri Araştırma Komisyonu Raporu’nda, bu kurumlardan soruşturmaya tabi tutulmuş on sekiz tanesinde, sadece bunlarda, 9 çocuğun öldüğü tespit edildi. 2014 yılında, tarihçi Catherine Corless, dehşet verici bir bulguyu, 1925-1961 yılları arasında Galway Tuam’daki merkezde 796 bebeğin öldüğünü kamuoyuyla paylaştı. Bu kurumlar Katolik Kilisesi tarafından, İrlanda Cumhuriyeti Devleti ile birlikte işbirliği içinde işletildi ve finanse edildi.” denilmektedir.
Evet, Magdalene Çamaşırhaneleri kapatıldı. Peki, kadınlar o günden bu yana hak ve özgürlüklerine tam anlamıyla ulaşabilmiş durumda mı? Elbette hayır. Belki günümüzde kadınların ve çocukların kapatıldığı bir çamaşırhane yok ancak pek çoğu evlerine ve kendi dünyalarına hapsedilmiş durumda. Yaşı ve eğitim durumu ne olursa olsun bugün bir kadın cinsel bir suçun mağduru olduğunda toplum tarafından göreceği baskı nedeniyle, şikâyet ettiğinde failin kendisinin adresini ve iletişim bilgilerini öğreneceği gerekçesiyle susmaktadır. Erkekler tarafından uygulanan fiziki, psikolojik ve ekonomik şiddet neticesinde pek çoğu toplumda “dul” sıfatını almamak için ya da çocuklarının “babasız” sıfatını almaması için ruhen öldükleri evliliklere hapsedilmiş durumda. Kadınların toplum içindeki yeri yalnızca İrlanda’nın kirli çamaşırı değil, yüzyıllardır tüm dünyanın kirli çamaşırı durumunda.
Kitapta bu konunun işlenme şekli ise bende hayal kırıklığına neden oldu. Oldukça yüzeysel, sade ve basit bir anlatımla konunun geçiştirildiğini düşünüyorum. Her ne kadar kitabı bitirip biraz araştırma yaptıktan sonra öğrendiklerimle beraber kitaptaki anlatım daha güçlü bir görünüm almışsa da beklentimi karşılamadığını belirtmem gerekiyor.
Siz de bir pazar sabahı kısa bir metinle kadın emeğinden ve bedeninin sömürülme tarihinden bir ana tanıklık etmek isterseniz bu kitabı tercih edebilirsiniz.
Kaynakça
Keegan, Claire. Böyle Küçük Şeyler. İstanbul: Jaguar Kitap, 2022.
Editör: Buse Karabulut
- Böyle Küçük Şeyler(i) İnceleme - 25 Haziran 2023