Peygamberler ya da Sanatçılar
“Ve sanatçı ‘yaratıldı’. Prometheus ateşi verdi.”
Yunan mitolojisine göre Prometheus Olympos Dağı’ndan ateşi çalar ve insanlara verir. Bu sanatın ve bilimin başlangıcının temsili olarak kabul edilir. Buna karşın tanrı Prometheus’u cezalandırır. Çünkü tanrı düzenin, statükonun temsilcisidir ve sanatçı düzensiz, kaotik yönü temsil eder. Ve yaratıcılık tanrıların kıskançlığını kamçılar.
Buna karşın Jung’un belirttiği üzere sanatçıların hamuru peygamberlerle aynıdır. İki tip te bilinçdışı kaynaklardan faydalanır ve bilinçdışıyla sıkı bir iletişimi vardır. Bunu da rüyalar ve imgelem yoluyla bir vecd halinde gerçekleştirirler. Bu bakımdan sanatçının doğayı aşkın yönü ve sanatın evrenselliği noktası da vurgulanmıştır. Zira sanatçılar da peygamberler gibi özel kişilerdir. İnsan ırkının tarihini yansıtan ve arketiplerle hepimizde yer edinen kolektif bilinçdışı ile irtibatları gündelik yaşamda peşlerini bırakmazken onlar sıradan işlere devam etmek zorunda kalırlar.
Aynı hamurdan olmaları belki sanat ve dinin de aynı hamurdan olmasından kaynaklanır. İkisi de hakikati doğrudan değil hikâyelerle temsil eder. İmgelem ile. Halkı da dahil etmek, dışarıda bırakmamak için. Halk kitleleri de aslında hakikate ve akla ortak olabilir fakat kurgusal, duyusal, figüratif, imgesel bir formda. Sanat formunda, din formunda. Aynı hakikati işaret eder bilim de felsefe de din de sanat ta. Herkes kendi payına düşen bilgi kategorisinden almak durumundadır. Yaşamda herkese yer vardır.
“Biz düşünceleri estetik yani mitolojik kılmadıkça halkın ilgisini çekmez”
Friedrich Schelling
Yaşadığımız çağ itibariyle tüm ekonomik, toplumsal, siyasi kurumlarımızın ve hayatı algılayış biçimlerimizin temelinde akıl vardır. Aklın çalışma prensipleri ise düzen, kontrol, hesaplılık, ardışıklık ve kuraldır. Bunun karşısında duygu yer alır, imgelem yer alır. Artık bu çağda peygamber, sanatçı ve deli olduğunu söyleyenler yani akıl dışında başka bir kaynaktan faydalandıklarını söyleyenler bir tımarhaneye kapatılmalıdır! Zira son peygamber ve galiba son sanatçılar gelmiştir! Duygu ise istikrarsız, yaratıcı, sınırsız, belirsizdir. Yani tüm düzen kurumlarının karşısında sanat duygulanımın ifadesi yoluyla yer alır. Bu sebeplerden dolayı ve sanatçı kaynağını duygudan, imgelemden aldığı için her zaman bir deli, nevrotik, psikolojik sorunları olan biri gibi görünür. Bunların tezahürü Okan Bayülgen örneğinde net bir biçimde görülebilir. O her daim ülkemizin sorunlu sanatçısıdır. Etrafında her zaman kadınlar olan, sorunlu, agresif, uyumsuz, zeki adam.
Harem Kabare
Guardian Teorisi’ne göre tarih boyunca yaratıcı işlerde bulunmuş özel kişiler, örneğin da Vinci, Newton, etraflarında kadınlar olmadan bu eserleri vermişlerdir. Modern çağda da kadın erkeği dengeleyen bir konumda bulunmaktadır. Aslında bu bir bakıma doğrudur ve gereklidir de. Çünkü erkekler çocuktur, hayvandır yani bilinç topoğrafyasında Id’i temsil eder. Arzuludur, öfkelidir ve medeniyet kadınla gelir. Kadın bu durumda erkeği ussallaştıran denge unsuru olur fakat zaten yaratıcılık ve sanatçıların yaşadıkları duygudurumlar uç noktalar da seyreder ve kadının sınırlayıcı toplumun geneli için olumlu bir durumdur. Okan Bayülgen’in etrafında her zaman kadınlar vardır. Annesi, eşi, sevgilisi, arkadaşları ve nihayet kızı. Hayatı boyunca belki deliliğin sınırında belki de yaratıcılığın sınırında olup aykırı hallerini dengelemesinde kendilerinin yardımı alınmıştır. Okan Bayülgen’in belki sanattaki yaratıcılığını kısıtlayan belki de hayatta kalmasını sağlayan hep kadınlar olmuştur.
Diyebiliriz ki Okan Bayülgen şanslı bir adam değildir. Yani doğuştan kendisine armağanlar yüklenmemiştir. Yakışıklı değil karizmatik, zeki değil çalışkan, zengin değil işçidir o. Şanslı insanlara ait tembellik hastalığında muaf hayatını ve belki de daha önce belirttiğimiz için acıdan kaçınıp uyuşmak için kendini işine veren çok çalışkan bir adam olmuştur. Nitekim kazandığı her şey gerçekten elde ettiği, hayattan kopardığı şeylerdir. Bunlar kendisine armağan edilmediği için sonlara yaklaşırken hayatın bunları onun elinden alma ihtimali de düşüktür.
Guardian Teorisi’nin yanı sıra Erich Fromm’a göre insan kendini aşmalıdır ve yaratarak kendimizi aşabiliriz. Kadın kendini çocuk doğurduğunda aşar ve erkek hayatı boyunca üretim ve yaratıcılık peşinde koşar. İşte Okan Bayülgen kendindeki yaratıcılık potansiyelini dizginleyerek üretim boyutuna indirgemiştir. Nitekim çalışmaları yaratım değil üretim boyutunda olmuştur.
Sanatın Komplosu
“Gerçeğin olmadığı yerde illüzyon, illüzyonun olmadığı yerde estetikten bahsetmek zordur. Ve sanatın sihri ilkelliğindedir.”
Jean Baudrillard
Sanatın ilkelliği mevzusu daha önce bahsettiğimiz Jung’un teorisi ve kolektif bilinçdışı ile irtibat halindedir. Fakat burada değinmek istediğimiz Baudrillard’ın sanat anlayışıdır. “Bir eseri sanat eseri kılan nedir?” diye sorduğumuzda alacağımız cevap güzelin ve estetiğin tanımı olabilir. Yani bir eseri güzel kılan faydadan bağımsız olmasıdır, kullanılamamasıdır. Daha önce belirttiğimiz gibi sanatın şehirde ortaya çıkması ile bağlantılıdır. Köyde her şey fayda bakımından değerlidir. Çünkü amaç değil araçlar vardır. Fakat şehirde ortaya çıkan sanat faydasızdır. Diyebiliriz ki evdeki sandalye değil müzedeki sandalye sanat eseridir. Temel tezimiz şudur: “Güzel, kullanılamaz olandır.” Çıkar vadetmeyen, işlevsiz yalnızca hayranlık uyandıran. Yalnızca hayran olmak ise modern çağ insanına uymayan bir edimdir. Zira ondan fayda elde etmemiz gerekir! En azından eserin prestijini kullanıp, kıskandırmak için kullanabilmeliyizdir!
Baudrillard:
“Sanatın anlamını yitirdiği ve bir tüketim nesnesine dönüştüğü çağ. Kadim zamanlarda sanat, ilahi ya da doğal niteliklerin egemenliği altındayken modern zamanda niceliğin egemenliği değeri de kuşatmıştır ve sanat ayrıcalığını kaybetmiştir. Sanatta artık imgeler gerçekliği yansıtan bir ayna değil gerçekliğin yerini alıp onu hiper-gerçekliğe dönüşür.”
Sınırların anlamını kaybettiği ve orji-sonrası bir çağda yaşamaktayız. Kadın-erkek, kapitalist-sosyalist, hakikat-gerçeklik sınırlarının kalktığı ve çoğul seçeneklerin, üçüncü hallerin olanaklılaştığı çağımızda hakikatten sanat olan ile olmayan arasındaki farkı da ayırt edememekteyiz. Yeni bir yaratımı olmayan ve tekrara düşen günümüz sanatında geleneksel sanata ilk saldıran Marcel Duchamp’dır. Hazır nesneleri sanatın içine sokarak sanatçını rolünü sıfıra indirger ve üstelik Mona Lisa reprodüksiyonunun üzerine sakal bıyık çizerek sergilemesi sanatın tekrarına vurgu yapar. Bir pisuarı ve bisiklet tekerleğini de sanat eserine dönüştürerek sanatçıyı ortadan kaldırır. Ve nihayetinde tüm dünya sanat eserine dönüşür.
“Herkes kral olur ve kral ölür”
Okan Bayülgen
Kral Çıplak
“Yaşayanlar yaratamaz, yaratanlar yaşayamaz.”
Cemil Meriç
Filozof düşünmek ve sanatçı düşlemek için yaşamdan payını azaltır. Uç noktalarda bir hayat. Sıradan insanlar biraz düşünür biraz düşler ve biraz yaşarlar. Bunlardan birine hayatını vermiş ve deyim yerindeyse düşünmek veya düşlemek için yaşamaktan vazgeçmiş kişilerle doludur tarih. Kitaplarının başında ve küçük odasında araştırmaları içinde hayatını veren Newton’ı düşünebiliriz.
Okan Bayülgen sanatçı değildir. O tutkulu bir “yaşayandır”. Gerilimli, korktuğu, mutlu olduğu, coşkulandığı, âşık olduğu, alkış aldığı dolu bir yaşamı vardır ve hayattan payını tam manasıyla almıştır. Düş uğruna yaşamdan vazgeçmez, psikotik de olmadığı için kendine ayrı bir gerçekçilik yaratmadan dünyayı şarapla, kadınlarla, tüm hızıyla, zaman zaman psikolojik çöküşlerle yaşamış bir “vital”dir. Yaşamaya âşıktır. Sanat uğruna bile ondan vazgeçememiştir. Yaşadım diyebilmek için.
Tüm soyutlama ve imgelem yeteneğine karşın sanatın ihtiyacı olduğu form ve biçim verme becerisi yoktur. Gitar çalamaz, resim yapamaz vs. Bir “artiste manque” denebilir. Şanslı değildir, doğuştan becerileri ve armağanı yoktur. O yine çalışmak zorundadır. İflah olmaz bir çalışkandır.
Salieri artık çaresizlik içinde tanrıya yalvarır:
“Tanrım! Yalvarırım sana. Söyle! Neden? Onu, Mozart’ı çok iyi anlıyorum ama neden bana yaratma yeteneği vermedin?”
Hakikatten Mozart’ı en iyi anlayan insan Salieri’dir. Fakat o yaratamaz. O ancak yaşayabilir. Tutkuyla. Okan Bayülgen gibi. (Baudrillard sanatın ve sanatçının öldüğünü söylerken haklıdır.) Zira Okan Bayülgen Mozart değil Salieri’dir. Fakat o Mozart’ı olmayan bir dünyanın Salieri’sidir.
Bir Karakter Yaratmak
O bir sanatçı değil midir hakikatten? Türkiye’nin en iyi oyuncularından biridir. Fakat bu bile sanat formasyonu dâhilinde değil aşkın bir oyunculuktur. En büyük eseri kendisidir. Bir karakter yaratmış ve tüm yaşamını bunun üzerinden kurgulamıştır. Okan Bayülgen’i yaratmıştır. Elinde sigarası, kahvesi, agresif tavrı, entelektüel ve romantik, tutkulu bir hayat aşığı olan Okan Bayülgen’i oynuyordur o. Hep bir gitarist, tiyatrocu, fotoğrafçı, akademisyen, yönetmen olmak istemiştir. Sonunda Okan Bayülgen olabilmiştir!
Yazı dizisinin son yazısıdır, iyi okumalar dileriz.
- Kitaplarla Sokaklar Arasında - 9 Haziran 2020
- Kent Görünümleri - 28 Mayıs 2020
- Semerkant’tan Alıntılar - 19 Mayıs 2020