Yazar: 16:00 Öykü

Besleme

Bugün dayılığım öldü. Eve eren yemeği yağıyor. Çorbasından etine, tatlısından pilavına kadar tam takım yemek yolluyorlar. Gelen yemeği kimin gönderdiğini yazıyorlar bir kenara; maazallah unutulur falan, kendileri de onların bir yakını ölünce yemek göndermeyiverirler. Böyle asilzade bir aileye yakışmaz; laf olur, söz olur.

Gelen misafirleri kar beyaz masa örtüleri serdikleri sofralara oturtuyorlar. Ben de zorla oturdum. “Acıyan yerle acıkan bir olmaz evladım,” diyorlar. “Acıyan bir yanım yok benim,” diyorum. Büyük hanım göz ucuyla bakıyor. Hareketleriyle bana sinir olduğunu belli ediyor. Herkes ağlamaklı. Bir ben değilim.

Benim saf anam, onlara hâlâ muhtaç olduğunu sanıyor, hizmet etmeye devam ediyor, ortalıkta dört dönüyor. Gerçi başka türlüsünü de bilmez ya, neyse. Mercimek çorbasını getirip çocukluğumda keşke bizim evde olsaydı diye özendiğim kontlu, kontesli kâselere servis ediyor. Teyze bildiklerim doğarken ağızlarında olan gümüş kaşıklarını çorba kâselerine daldırıyor ve sahte gözyaşlarını sildikleri mendilleri diğer ellerinden eksik etmiyorlar.

Ben, küçüklüğümden beri bu insanların annemi nasıl kullandıklarını anlayıp hiç sevmedim. Bana da anneme yaptıkları gibi eski kıyafetleri, kullanmadıkları eşyaları vermeye kalktılar. Annem ayıp olur dese de “Bana da yenisi alınacak,” diye bas bas bağırınca ardı kesiliverdi. Oh ne iyi etmişim. Arkası kesilivermişti. Adım o günden sonra Eserekli’ye çıktı. Zaten pek severler insanlara isim takmayı.

Evet, evdeki insanlar görmüş geçirmiş, itibarlı kimseler ama annemin annesizliğini bunca yıl kullanmayı bilecek kadar da adiler. Annemi, varoluş nedeni onlara hizmet etmekmiş gibi işlemişler yıllarca. Onları her eleştirimde “Yazık, kardeşlerim onlar benim, tabii yapacağım,” diyerek lafı ağzıma tıkar. Oysa kendi de bilir o kardeşlerin, onu gerçekten kardeşlenmediğini.

Etle pilavı servis eden anam, ölenin hanımıyla benden şanslı olan kızını da sofraya oturtmaya çalışıyor. Israr ediyor onlara. Gelmiyor ve anama aksileniyorlar, pislikmiş gibi bakıyorlar. “Sen aç değil misin?” diye soruyorum sert sert anama. “Şimdi açlığın lafı olmaz,” diyor, elindeki kirli tabaklarla seğirtip mutfağa gidiyor.

Uzun zamandır bu ölenin anneme daha gencecikken kötü şeyler yaptığını düşünürüm. Kendimi durduramam, kimselere diyemem ama hep dayılığımdan uzak dururdum. Bugün de eve gelen o şalvarlı, takkelileri görüp daha da inandırdım kendimi. Son döneminin hep bir tövbe istiğfar halinde oluşu, hacca gidişi, o tekkeye bilmem ne adayışları, bu dergâha devam edişleri. Tüm bunlar hangi günahı temizlemek için yapılır diye kendi kendime çok sorup cevabını cesaretsizliğimden veremedim. Büyük hanım tüm sorularımın cevaplarını bilir ama ona tek kelime sormam; sorsam ne diyecek ki zaten? Basbayağı biricik oğlunu savunacak, toz kondurmayacak.

Yan sandalyedeki kadın, “Hamide’nin kızı mı? Pek de büyümüş,” diyor beni gösterip. Büyük hanım evet diyor başıyla. “Tabii ki siz okutuyorsunuz; yoksa bu devirde üniversite okumak kolay mı?” diye devam ediyor sözlerine. Dişlerimin arasına giren o lanet olası et parçası, sözcüklerin arasına sıkıştırılmış imalar gibi canımı sıkıyor. Elimdeki çatalı sertçe masaya bırakıyorum, masadakiler irkiliyor. Kadınlardan biri hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlıyor. Büyük hanım sanki kadını ben ağlatmışım gibi yine bana dikiyor gözlerini.

Bu adam, bu ölen adam, o zamanlar kasabanın en güzide ailesinin tek oğlu. Ergenliğe adımı attığı sırada da evde annem var. Ne tesadüf değil mi? Annemin tek sığınağı bu ev, bu aile. Ne deseler yapar. Zaten akıldan da biraz noksan. Büyük hanım da biricik oğlu ne istese alan, ne istese yapan cinsten bir kadın. Evin reisinin haberi var mı yok mu bilmiyorum, günahını almayayım şimdi ama onu da suçluyorum bu hadiseden. Hiç görmedim adamı, ondan çok iyi diye söz ediliyor ama ne malum, al işte bugün de dayılığımdan aynı şekilde söz ediliyor.

Babam gerçekten babam mı diye düşünürüm ara sıra. Emin olamam. Aynada bazen ölenden izlere rastlar, kimi zaman kendimden de nefret ederim. Suratıma tüküresim gelir. Annemin babam gibi kör bir adamla neden evlendirildiğini sorgularım. Sekiz aylık doğuşumun erken doğum diye geçiştirilişini, annemle aramda sadece on yedi yaş oluşunu beynimdeki doğru bir rafa kaldıramam. Adımın büyük hanımın adı oluşunu mantık süzgecinden geçiremem. Babam ne kadar akıllıysa bu ölen bir o kadar alıktır. Hava, cıvadır. İçimde kimi havailikler buldukça da nefret ederim kendimden. Anamın buralarda oluşunun sebebi benmişim gibi gelir, bu dünyadan çekip gitmek isterim.

Tatlıları da getiriyor işte annem. Ve şimdi şalvarlı cemaat adamları giderken şöyle iyi adamdı, böyle nurluydu, şu zaman tövbe aldıydı diye anlatıyorlar. Yüzlerine tüm düşüncelerimi haykırasım geliyor. Anamdan alıyorum öfkemi, “Yeter, otur artık, dönenip durma etrafta,” diye azarlıyorum onu. Büyük hanım merhametsiz, kin dolu bakışlarını gözlerime dikiyor daha fazla konuşamıyorum.

Editör: Gülhan Tuba Çelik

Latest posts by Nur Hayat Buran (see all)
Visited 105 times, 1 visit(s) today
Close
Exit mobile version