Yazar: 20:14 Röportaj

Başak Altuğ Söyleşisi

Başak Altuğ’un Şimdilik Sadece Hafta Sonları adlı ilk öykü kitabı okurlarıyla buluştu. Ankara’da katıldığım söyleşisinde konuklarını içtenlikle karşılaması, sorulan sorulara içtenlikle cevap vermesi, öykülerinin çıkışından bahsetmesi Başak Altuğ’u daha yakından tanıma isteği uyandırdı bende.

Öykülerinde, ilk kitap heyecanı olan, anlatma telaşı, tekrarı ya da okuru bunaltan uzun uzamlar yok. Tecrübeli bir elden çıkmış kadar akıcı bir dili farklı karakterleri var. Ben Başak Altuğ’u anlatmayayım o anlatsın istiyorum. Buyurun sohbetimize.

Başak Hanım öncelikle Mahal Edebiyat adına teşekkür ederim söyleşimizi kabul ettiğiniz için. Okurlarınıza biraz kendinizden bahseder misiniz?

Merhaba. Öncelikle bana bu imkânı verdiğiniz için size ve Mahal Edebiyat ekibine çok teşekkür ederim. Ben Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden mezunum. Ankaralıyım, Ankara’da yaşıyorum. Son beş senedir Çiğdem Ülker’in edebiyat atölyesine devam ediyor ve edebiyat üretmeye çalışıyorum.

Yazmaya başlayalı ne kadar oldu?

Bu soruya kesin bir cevap vermek zor. Neredeyse ortaokul yıllarından beri yazıyorum. Fakültede kısa öyküler ve tiyatro oyunları yazardım, ancak atölyede çalışmaya başlamak benim için oldukça ufuk açıcı ve ilham verici oldu. Yazmakla birlikte, bir okur olarak da kendimi başka alanlara, başka söylemlere, farklı dünya görüşlerine ve hayat tarzlarına açma şansım oldu.

Kitabınıza geçelim ve kitaba adını veren öykünüzden başlayalım isterim. Kahramanınıza çizdiğiniz profille öykü akıp giderken bizi bambaşka bir son bekliyor. Aslında diğer öykülerinizde de gördüğüm şaşırtıcı bir son bu. Siz öykülerinizi o sonu bilerek mi yazmaya başlıyorsunuz yoksa yazdıkça son kendini mi buluyor?

Öyküleri öncelikle giriş-gelişme-sonuç şeklinde bir şablon halinde tasarlıyorum. Sonra karakterlerin bu olay örgüsü içerisinde nasıl davranmaları, ne şekilde bir söylem geliştirmeleri gerektiği konusunda çalışmaya başlıyorum. Bu süreç epeyce uzun sürüyor; çünkü tutarlılık benim bir okur olarak çok dikkat ettiğim bir konu. Kendi ürettiklerimde de bir tutarlılık ve bütünlük olması gerektiğine inanıyorum ve bunun için çaba sarf ediyorum. Öykünün yazımı bu birkaç haftalık çalışmadan sonra başlayabiliyor ancak. Bu durumda son, ben daha öyküyü yazmadan belirlenmiş oluyor aslında.

İlk öykünüz Kimse Muaf Değil bir kadın öyküsü. Çok güçlü iki metafor var ve öyküyü zenginleştirmiş. Kolum Kırık Benim de aynı güçte ve bu öykünüzü son cümlesiyle, okur unutulmayacaklar arasına koyacaktır sanırım. Kitabın geneli için güçlü gözlem yeteneğinizin ürünleri demek mümkün. Ama ben edebiyata yeni girmiş genç bir yazar olarak: Yazdıklarımızın ne kadarı bizden olmalı? Ne kadarı duyduklarımızla, gördüklerimizle olmalı?  Bu konu hakkındaki fikrinizi merak ediyorum.

Bu kararı öykünün ana karakteri veriyor galiba. Kimi kahramanlar sizden bir şey taşımaya, sizi yansıtmaya daha yatkın oluyorlar. Öyküdeki olayları ya da durumları birebir yaşamamış olsanız dahi hissettikleriniz benzer oluyor. O zaman öykü de karakter de sizden çok uzağa gitmiyor, gidemiyor.

Bazen de karakterin kendine has bir anlatacağı oluyor, bu tür öykülerde ben karakterle bir süre birlikte yaşıyorum, nereye gitsem onu da götürüyorum. O süre boyunca dünyayı onun gözünden görüyorum âdeta. Gözlem, haliyle bu tarz öykülerde daha ağır basıyor.     

“Ne Dilediğine Dikkat Et” sevdiğim öykülerinizden biri. Burada da bir erkeğin gözünden olaylara şahit oluyoruz. Ayrıntılarla ve kahramanların ruh hallerini başarıyla vererek öyküyü tamamlamışsınız. Çehov’u anımsattı bana. Bu öyküyü yazarken etkilendiğiniz kişiler ya da yazarlar var mıydı? Bunlar nelerdi, kimlerdi?   

Öykücülüğünü sevdiğim yazarlardan biri Aziz Nesin’dir. Onun kendi kendine konuşur gibi yazdığı kimi öyküleri var. Ben, öykülerindeki dilin sadeliğinden ve özellikle kendisine karşı benimsediği şakacı üsluptan etkilenmiş olabilirim bu öyküyü yazarken.

Öykülerinizin tamamında mutlak bir derde parmak basarak, okurun dikkatini çekerken aynı anda da mizahi bir dil kullanıyorsunuz. Ve o dili çok severek yaptığınızı düşünüyorum. Yanılıyor muyum? Bunu bilinçli mi yapıyorsunuz yoksa günlük hayatta da tarzınız bu mu?

Bu üslubu tiyatro oyunları yazmaya çalıştığım zamanlarda edinmiş olabilirim. Dramdan daha çok komedi üretmeye eğilimim vardı. Bir de yukarıda da bahsi geçti, kendi ile dalga geçme hali bana hep çok samimi ve komik gelir; yazdığım öyküde böyle bir durum varsa mizah unsuru da artıyor olabilir. Günlük hayatımda da kendime karşı benzer bir üslubum vardır, ama başkasına şaka yapmaya çekinirim.

Kitabınızın tamamında kadına eğiliminiz belirgin ama bir kurgu olmadan ve aydın bir kadın olarak Türkiye’de kadın olmak nedir sizce?

Ben “Durakta” ve “Kimse Muaf Değil” i yazma motivasyonunu, ülkedeki kadın cinayetlerinden çok etkilendiğim için bulmuştum. Her cinayet haberi ile bir yakınımı hatta kız kardeşimi kaybetmiş gibi hissediyorum. Yalnızca Türkiye’de değil gördüğüm kadarı ile dünyada kadın olmak zor. Siyaset, toplum mühendisliği ya da algı yönetimi genellikle kadınlar üzerinden yapılıyor.

Kadınların cinsiyetleri sebebi ile ayrıştırılmadığı, “insanca yaşama hakkı” üzerinden bütüncül bir anlayışın hâkim olduğu bir ortam diliyorum.

Başak Hanım, her öykünüz belki de yeni bir söyleşiyi hak ediyor. Hepsinin bir derinliği var, hepsi vurgulu. “Bilmeden Yaşamak İstiyorum” adlı öykünüz de unutulmayacak öykülerinizden. Sizin de söylediğiniz gibi diğer öykülerinizden bağımsız, gerçekten “kader” diyemeyeceğimiz bir olay. Ve ülkemiz bunu hep yaşıyor. Kitabınız da 2023ün Mart ayında yaşadığımız felaketin hemen sonrasında çıktı. Belki de sevincinizi bile tam yaşayamamışsınızdır. Bu konuda ne söylemek istersiniz?

Evet, maalesef yaşadığımız çok zor ve acı bir deneyimdi. Hatta kitabın basımından hemen önceydi belirttiğiniz gibi. Hatta bu öyküyü kitaba koyup koymama konusunda karasız kaldık. Son söze bu öykü ile ilgili küçük bir ilâve yaparak, ülkedeki her iki büyük deprem felâketinden önce yazıldığını belirtme ihtiyacı duydum. Öykünün kitapta yer alması henüz çok taze olan duygulara hoş olmayan/istenmeyen bir şekilde hitap etmeye çalıştığımız anlamına gelir diye çok endişelendim açıkçası. Felâket konusunda uzmanlar, devlet adamları, hukukçular, gazeteciler ve halk temsilcileri zaten konuştular, benim söyleyeceklerim onların söylemlerinin üzerine çıkamaz diye düşünüyorum. Ancak çok acı zamanlardayız, henüz geçmiş değil, soğumuş değil. Umarım öğrenmemiz gerekenin farkına vararak depremle baş edebilecek, kayıp vermeyecek bir duruma en kısa zamanda gelebilelim ve bu tür acıları bir daha yaşamayalım.

Yeni çalışmalarınızdan bahsetmek ister misiniz?

Kısa öykülere devam sanırım. Ben roman için genişçe bir arazideki çok odalı malikâne benzetmesini yapıyorum. Arazi büyüktür ister havuz kazdırırsınız üzerine ister bir köşesine aile mezarlığı yaptırırsınız. Malikâne çok odalıdır kimi isterseniz davet edebilir ya da bütün odaları tozlanmaya, çürümeye terk edip tek başınıza münzevi hayatı sürdürebilirsiniz.

Ancak kısa öykü ormandaki tekinsiz kulübedir. Ormana gece hızlı iner, o kulübeden içeri girseniz bir türlü girmeseniz bir türlüdür. İçeride sizi neyin beklediğini bilemezsiniz. O kapı neye açılır, o tek göz odada başınıza ne gelir, sabaha sağ çıkar mısınız bilemezsiniz.

Ben, kısa öykünün bu tekinsizliğini seviyorum.

Cevaplarınız için çok teşekkür ederim.

Bana bu fırsatı verdiğiniz için ben teşekkür ederim.

Hazırlayan: Nilgün Çelik

Editör: Melike Kara

Latest posts by Nilgün Çelik (see all)
Visited 71 times, 1 visit(s) today
Close
Exit mobile version