“Selam, hayat nasıl gidiyor? Yoğun değil mi? Aman, boş versene, ne önemi var? Seni kırmışlar. Hayır, ne münasebet canım! Hadi ama saklama, biz bizeyiz burada. Tamam tamam, evet, kırdılar. Ama iyiyim, yani yola devam edecek kadar iyiyim. Tamam, ikna oldum!” Şaşırdınız mı? Bence hayır. Çünkü hepiniz kendi kendine konuşan insanlarsınız. “Deli misin sen, ne alakası var?” diyenler, sizi duymuyorum sanmayın. Hadi kendinizi kandırmayı bırakın, gelin konuşalım. Başka türlü hayata nasıl tutunacaksınız. Sahi var mı bir yolu? Ben bulamadım. Bence okumamadan, yazmadan yaşamak kapı önündeki paspas olmak gibidir. Gelen giden basıp geçer ama sesiniz çıkmaz. Üzücü. Düşünüyorum da bir sığınağınız yok. Kaçasınız var ama kaçacak yeriniz yok. Bak şimdi kimileri der ki “Kaçsan ne fayda, sanki aklındakileri bırakıp gidebiliyorsun!” Evet, gidemiyorsunuz. Ama kâğıda emanet edebiliyorsunuz. Ben şuan ne yapıyorum sanıyorsunuz? Size fayda sağlamaya çalıştığımı falan düşünüyorsanız baştan söyleyeyim yanılıyorsunuz. Ama siz de haklısınız. Bizim genlerimizde var bu. Hemen her şeyde kendimize pay biçiyoruz. Çünkü çok kıymetliyiz, hatta en kıymetlisi biziz, kendimiz! O yüzden kaçmak istiyoruz. O yüzden sahte yüzler takıyoruz. O yüzden markaların, havalı yaşamların, kocaman evlerin, lüks arabaların ardına gizleniyoruz. Ben tam olarak bunlar yüzünden yolcusu olduğumuz şu dünyaya sığamadığımızı düşünüyorum. Siz ne düşünüyorsunuz? Ya da bana ne! El-âlem ne derse desin! Endişelenmeye başladınız mı? Evetse, iyi; değilse ne acı. Her neyse devam ediyorum. Bir ömrümüz var onda da paspas oluşumuz, kaçacak bir yerimizin olmayışı, sahteliklerin ardına sığınma çabamız… Hepsi ne kadar saçma değil mi? Of! Beni anlıyor musunuz, bilmiyorum. Ama bunun çok da bir önemi yok. Anlaşılmak için yazmıyorum. “E ne anlatıyorsun o zaman?” diye çıkışabilirsiniz. Ben de zaten bunu istiyorum, eleştirin, sorgulayın, sınırlarınızı bozun, çizginizin ve kalıplarınızın dışına çıkın, el-âlemin kölesi olmayın, aşın, herkesi ve her şeyi… Mesela, hep aynı mekâna gitmeyi bırakın, başka bir mekânda kendinizi güvende hissetmeseniz bile bu durumla mücadele etmeyi öğrenmeye bakın, mesela hayalleriniz bir karavan yolculuğundan ibaret olmasın, sevdiğinizle bir kamp gecesinin ötesinde bir hayal kurun. Ya da güne kahve veya çayla değil de sabah koşusuyla başlayın. Bunları çoğaltmak sizin elinizde. Ama şunu mutlaka yapın: “Size gerçekleşmeyecek hayaller kurmamanızı öğütleyenlere kulak tıkayın.” Çünkü hayalleri topal kalanlar, size yapamayacağınızı söyleyecek, maalesef bizde böyle bir illet var. Kendisi başaramıyorsa bir başkası başarsın istemez. Ben size “Size başaramayacağınızı söyleyenlere inat, başarın.” demiyorum. Ben size “Sınırlarınızı kaldırın ve yaşamı kucaklayın!” diyorum. Korksanız da yapın. Nasıl ki sabahın kör karanlığında işe gitmekten korkuyor olsanız bile mecburen gidiyorsunuz. 

Sınırlarınızın dışına çıkmaktan korksanız da çıkın. Yaşam o zaman başlayacak, emin olun. Şimdi diyebilirsiniz konuyu nereden nereye getirdin. Ama bahsettiklerimin hepsi öyle ya da böyle birbiriyle bağlantılıydı. Tamam, aklı başında biri değilim ama siz yine de söylediklerimi bir düşünün derim. Shakespeare sever misiniz ya da okudunuz mu bilmem ama “Zamanımızın laneti bu: deliler gösteriyor körlere yolu.” demiş. Ben de buradan yola çıkarak bu yaptığımı tam olarak şöyle izah edebilirim “Aynadaki ben, deliliğimin körlüğüme gösterdiği yolu anlattı.” Hoşça kal sevgili okur.

Visited 84 times, 1 visit(s) today
Close
Exit mobile version