Arzular bizim tek kişilik dinlerimizdir. Kafamızın içindeki vazgeçilmez putlarımız. Biz ne kadar arzulara taparsak, istekleri o kadar büyür ve bizim düşünmemizi engeller. Arzularına en fazla tapan insanlar, en az düşünenler; en az tapanlar, en fazla şükredenlerdir. Arzularınıza biraz da olsa kulağınızı kapatmaya ne dersiniz? 

Henüz yaşam hakkında çok fazla bir farkındalığımız yokken; çok büyük hayaller kurup, ulaşılmaz şeyler isteriz. Sonrasında yaşadıklarımız, hayatın o kadar toz pembe olmadığını gösterir bize.

Hayattaki amacınızı bulabildiniz mi? 

Çocukluğumuzda mutluluğu, herkesin erişemeyeceği üstünlüklerde ararız. Büyüdükçe hayattaki görevimizi daha iyi anımsarız. Aslında dünya üzerinde bir toz zerresi kadar değerimizin olmadığını görmeye başlarız. Başlarda acı gelir fakat dalar gideriz sonunda hayatın zorluklarının içine. Sokrates’e göreyse: “Mutluluğun sırrı; daha çok olanı aramakta değil, daha azın tadını çıkarma kapasitesine ulaşmaktır.”

Ben hedeflere, gerçekçi hayaller diyorum. Gerçekçi hayalleriniz olsun. Bunların peşinden koşmak sizi dinç tutacaktır. En çok şiddete başvuran insanlar, en az hedefi olanlardır. Hedeflerinizi ve ideallerinizi boş bırakmayın. 

Aynı dinler gibi insanın fıtratındaki bir başka özellik ise arzudur. Aslında çoğu dinin önemli bir amacı da arzuyu dizginlemektir. Yani nefsimize hoş gelen her şeyin doğru olmadığını öğretmeye çalışır bize. Onun dışında kanunlar, cezalar vardır. Ahlaki değerler ve utanç kavramı vardır. Hepsinin ortak amaçlarından biri arzuyu engellemektir. 

Tabi arzu deyip, şükür dememek olmaz. Yazdığım çoğu bölümde bundan bahsediyorum. Abartıyor muyum acaba? Bizi iyi insanlar yapan en önemli etkendir şükretmek. Ama bazen insanlar gençlik ya da sıkıntılı dönemlerinde şükür edecek bir şey bulamıyorlar hayatlarında. Her şeyin kötü gittiğini düşünüyorlar. Ben böyle durumlarda Neslican Tay’ın şu konuşmasını aklıma getiriyorum: “Hayatınızı sevin, kendinizi sevin, benim için sol bacağınızı da sevin.” Aslında ne kadar çok şeye sahibiz bu hayatta. Biz zenginliği elimizde olmayan şeylerde arıyoruz. 

Şükür aslında bizi, doyumsuz varlıkların dışına çıkartıp insan olmamızı sağlıyor. Dünya kötü bir yer deyip duruyoruz. Öyle gerçekten de. Eşitliğin, kardeşliğin olmadığı. Sınırların olduğu, savaşların olduğu, zulümlerin olduğu, çok fazla paranın ama aynı zamanda da çok fazla fakirin olduğu bir yer değil midir dünya sizce de? İnsanlar arasında sınıflar olan, farklılıkların garipsendiği, renklerin ezildiği bir gezegenden ibaret benim gözümde de bu dünya. Peki neden böyle? 

Çünkü neye sahip olursak yetmiyor biz insanlara. Hep daha fazlasını istiyoruz. Fakirliğin nedeni olarak zenginleri suçluyoruz. Onlar suçsuz diyemem fakat onların yerinde biz olsak bugün dediklerimizi yapar mıyız hakikaten? Henüz 3 kuruşumuzun 1’ini vermeye gönlümüz el vermiyorken, zenginlerden milyonlar nasıl bekleyebiliriz? “Birlikten kuvvet doğar” denirken. Karıncalar, büyük ateşlere bir damla su taşırken; biz her şeyi başkalarından beklememeliyiz. “Âdemoğlunun bir vadi dolusu altını olsa, kendisinin diğer bir vadisi daha olmasını ister.” Hadis

Çocukken ettiğiniz duaları hatırlıyor musunuz? 

Kimisi dua eder, kimisi gökyüzüne mesaj gönderir, kimisi dilek tutar, kimisi umar. Hepimiz bir şekilde isteklerimizi, sessizce dile getiririz. Ve sonrasında gerçekleşmemesinden yakınırız. Aslında dilediğimiz şeyin o anda üstümüze düşmemesini garipsiyoruz, garip bir şekilde. Bir düşünsenize çocukluğunuzda ettiğiniz duaları. Ne kadar saf ve basit isteklerdi onlar. Ama şimdi baktığımda birçoğunun gerçekleştiğini görüyorum. Yıllar önce istediğim her şey yıllar sonra gelip beni bulmuştu ama ben hiçbirinden sonra tanrıya şükretmedim. Aksine daha fazlasını istediğimi hatırlıyorum. Bunlar aslında bizim kendimizle karşılaşabilmemiz için kaderimize yazıldı. Göklere gönderdiğimiz çoğu mesaj karşılık bulmuştu fakat biz o zaman da aradığımız şeyin o olmadığını farketmişiz sürekli. İsteklerimizi elde edince yetmediğini farkedip durduk ama sesimizin duyulduğunu farkedemedik. “Mutluluk, kelebeğe benzer. Siz yakalamaya çalıştıkça o, kaçıp gider. Ne zaman ki dikkatinizi farklı şeylere verirsiniz, ancak o zaman gelir ve omzunuza konar.” Henry David Thoreau

Neden bu kadar benciliz? 

Tahammülümüz yok artık; dualarımıza, sağlığımıza, ailemize, eşimize. İşimizin zorluğuna, ailemizin isteklerine, sevgilimizin hatalarına, dostlarımızın davranışlarına. Mükemmeli arıyoruz, aslında hayalimizdeki çok fazla para kazandıran işi de yapsak, hayalimizdeki kişiyle birlikte de olsak, hatta istediğimiz coğrafyada, ailede doğsaydık bile yaşadığımız hayat bizi tatmin etmeyecekti emin olun. “İnsan, ne ise o olmayı reddeden tek yaratıktır.” demiş Albert Camus. Bu olayın en iyi özeti budur. Bu yüzden hayat dayanamayacağın kadar üstüne gelir ve sonrasında mutluluğu verir. Aslında iyi bir hayat insanı mutlu etmez. Kötü giden olayların düzelmesi insanı mutlu eder. Bu yüzden aslında mutluluktan ağlamak çok mutlu olduğumuzda değil, acı çektikten sonraki mutluluklarda gelir. Yaşadığımız ilişkilerde bir zaman sonra tutkumuz azalır, iş saygı ve tahammüle kalır. Emin olun hiçbir zaman hayalinizdeki kadar mükemmel biriyle birlikte olamazsınız. Önemli olan size en uygununu bulmaktır. Artık tahammülümüz olmadığından birliktelikler de azaldı. Artık eskisi kadar uzun evliliklere denk gelemiyoruz çok fazla. Peki ya bunun nedeni sosyal medya olabilir mi? Orada gördüğümüz kusursuz insanlar, mutlu yüzler, güzel vücutlar, mükemmel hayatlar. Oradaki insanlar kusursuz gibiler sanki değil mi? Çünkü orada kusurları gizlemek daha kolay. Sosyal medyadaki insanların mükemmel duruşları, bizi gerçek hayatta gördüğümüz ve kusurlarını daha yakından tanıdığımız insanlardan soğutuyor olabilir mi? 

Bazen insanları dinleyecek, cevap verecek kadar bile tahammülümüz olmuyor. Onların hatalarına, kusurlarına farklılıklarına, davranışlarına katlanamadığımız zamanlar oluyor. Tahammülün önemini ve mükemmel bir insan olmadığımızı bildiğimiz halde bu hatayı yapıyoruz. Ve mükemmel olamayacak kadar çok kusurumuz olmasına rağmen. Fakat bu üç günlük dünyayı huysuz ve tahammülsüz biri olarak geçirmek istemem açıkçası. 

Bir çocuk gibi, tüm insanları yönetmeyi planlayacak kadar bencil olmayalım. İnsanları anlayın, bunun için kaybetmeyi beklemeyin. Çünkü kaybettiğimizde daha iyi anlıyoruz tüm insanların değerini. 

“İnsanoğluna bahşedilmiş en büyük nimet, içimizde ve ulaşabileceğimiz yerdedir. Bilge bir kişi sahip olmadığını arzulamak yerine, her ne olursa olsun kendinde olanla mutlu olmayı bilir.” Seneca

Latest posts by Enes Kocaman (see all)
  • Arzu - 7 Haziran 2020
Visited 38 times, 1 visit(s) today
Close
Exit mobile version