Yazar: 18:50 İnceleme, Kitap İncelemesi, Öykü Kitabı

Tutkuya ve Tutsaklığa Öyküler

Her kitap bir yolculuktur ve okur, kitabın kapağını açtığı an hazırdır sayfalar arasındaki yolculuğa. Kapakla başlayan selamlaşmanın ardından daha ilk cümlelerde arar, sabırsızca yolculuğun ipuçlarını. Okuma isteğini kamçılayan kelime oyunları ve zihnini gıdıklayan metaforlar karşısına çıkmaya başladıkça hızlanır. Dışardan bakanların bile fark edebileceği sahne geçişleri yaşanır yüzünde. Her yeni sayfa bir sonrakini çağırır heyecanla, ayrı tatlar bırakarak damağında. Gözler, ellerden önce sayfa çevirme telaşına kapılır. Okuma tutkunları için her iyi kitap böyledir, üç aşağı beş yukarı.

Sizin de tanışmanızı istediğim bu kitap, Tutsaklığın Üç Hali, diğerlerinde olmayan bir Tuhaf Hikâye ile karşıladı beni. Bir okuma serüveni olacağını düşünürken yazmaya dair öyle çarpıcı bir öyküyle başlıyor ki okumayı bırakıp yazası geliyor insanın. “Yazdıkça tüm sıkıntısı kayboluyordu.” [1]diyerek hem imrendiriyor yazdığına, hem de cesaretlendiriyor yazmaya.

Bir sonraki öyküyle birlikte en küçük hücrelerine kadar hissettiriyor insana yazmanın hazzını: “Ben gördüğünüz öbür işleri öykücü kalabilmek ve öykülerimi herkese okutabilmek için yapıyorum aslında, asıl işim bu beyefendi.” [2]diye bitirirken.

Şehirlerin, insanı nasıl değiştirdiğini ve dönüştürdüğünü fark ettiriyor, bir dede ile torunu Ankara’da buluşturup sıradanlık içinde yaşatılmış bir utangaçlığın içine çekerken, Şehirlerin Şımarık Konsomatrislerinde.

Tren yolculuğu yaptınız mı hiç? Bazılarınızın cevabı hayır olacaktır. Bazılarınızın hatıraları canlanacaktır. Trenler Bekletilmezdesem kuru bir cümle gibi gelecek eminim. Ancak, “Mevlüt”ün ağzından duyunca bana hak verecek, daha önce yaptığınız bütün tren yolculuklarını sorgulayacak ve bir sonrakini iple çekecek, istasyona erkenden gitme kararı alacaksınız.

Kitabın bir yerinde mola verme ihtiyacı duyacaksınız. Eliniz telefona gidecek muhtemelen ve şu türküyü aratacaksınız hızlıca; “Çift camlardan ses gelmiyor.” [3]Dinleyecek ve “Ali” nasıl söylerdi acaba diye düşünürken belki siz de mırıldanacaksınız bu türküyü. Ali, bir garip sakini yandaki hücrenin. Hücre, “Duvarları yeşillenmiş, yıllar boyu kat kat vurulmuş boyaları kavlamış, rutubet, sidik, toz ve unutulma kokan daracık[4]bir yer. İnsan neleri özlemez ki böyle bir yerde. Kitapları özler desem en çok, “Hadi canım sen de…” der misiniz? Acele etmeyin, “Hüseyin” den dinleyince hak vereceksiniz.

Babasını kaybedenlerin anlayacağı ve ağlayacağı bir öykü olacak sırada, hazırlıklı olun! Hele de masum olduğu halde  siyaset mahkum ettiyse ve cezaevinin soğuk bir köşesinde kaybetmişseniz babanızı. “Babasız kalmanın insanın içinde kuyu bir bir karanlık boşluk açacağını” [5]bilenler bilir. Bilmeyenlere ise “Mahir” anlatacak; “Orta ikideydi o zaman, cebinde kuş sesleri, nal sesleri, elma şekerleri…”[6]

Köylerin sadeliği bir tekdüzelik içinde yaşanırmış. Sadece yaşamak değil, ölmek de tekdüze. Şehirler öyle mi oysa. “Şehirler Ölmek İçin İnsana Elverişli İmkanlar Sunar.” Ölmek, kaçınılmaz bir eylem. Kaçınmalı insan küskün ölmekten. Zamanı yok ölmenin, ancak barışmalı hemen. “Mustafa” yeminini bozmakla meğer ne iyi etmiş.

Dışardan alabildiğine ciddi, karanlık ve karamsar görünür cezaevleri. Gardiyanların güç gösterileri olur yersiz ve gereksiz. Gereksizliği kadar seçerek ve bilinçli; adına siyasi dedikleri mahkumlara yönelik. Onlar bu ortamda dahi güler, güldürebilir zekice yapılmış bir espri ile, mekânı başkalaştırırken. Ve o günden sonra yasaklı eşyalar arasına girmiştir belki “jartiyer”.

Kitaba ismini veren öyküde ise “Tutsaklığın Üç Hali”ni öyle güzel tablolaştırır ki yazar; üç fırça darbesinin hiç silinmeyecek izlerini bırakır yüreklerde:

“En çok da çocukların durumu koyuyordu içerde insana, minik yürekleriyle yaşadıklarına dayanabilmeleri çok zordu.”[7]

“Gayri düğünümüz bizim, toprakla bundan kelli.”[8]

“Hapishanede kızım, insanın kendine ait bir yüzü olmaz ki.”         [9]

Yaşam, ölüm ve anlam sarmalında bir üçlemede farklı hayatlara dokunup, “Ölüm gibi bir şey oldu ama,” dediğim anda, başımı bir giyotine koymadan önce haykırırken buldum kendimi: “Zulmü her kabul ediş, daha büyüğünü doğurur, zalim bir kraldan asla af dilemem.”[10]

Ve sonlarına doğru gelirken kitabın, “York Düşesi Beatrice” çıkıyor karşımıza, insanın insana bir üstünlüğü olmadığını bir kez daha yüzümüze vuruyor bir hastane koridorunda. Hemen ardından üç kuşağın “Seher”leri ile noktalanıyor kitap, hayat yolculuğuna benzer şekilde.

Kesinlikle farklı bir okuma deneyimi bu. Hayatın soğuk köşelerinden insan hikâyeleri var içinde. Kelimelerin bir başına taşıdığı sığlık ve solukluk, bir yazarın kaleminde derinlik ve aydınlık kazanıyor.

Yazmaya heveslendirerek başlayan bu öyküler şenliği, bir sonrakinin merakla beklendiği bir okuma keyfi bırakıyor arkasında.

Şimdiden iyi okumalar…


[1] Ahmet Karadağ, Tutsaklığın Üç Hali, Klaros Yayınları, Ankara, 1. Baskı, 2022, s.11.

[2] Ahmet Karadağ, a.g.e., s.14.

[3] Çift Camlardan Ses Gelmiyor, Töre Anadolu

[4] Ahmet Karadağ, a.g.e., s.46.

[5] Ahmet Karadağ, a.g.e., s.50.

[6] Ahmet Karadağ, a.g.e., s.57.

[7] Ahmet Karadağ, a.g.e., s.70.

[8] Ahmet Karadağ, a.g.e., s.72.

[9] Ahmet Karadağ, a.g.e., s.72.

[10] Ahmet Karadağ, a.g.e., s.77.


Editör: İlknur Sıdar Gülbay

 

Latest posts by Ahmet Kalkan (see all)
Visited 104 times, 1 visit(s) today
Close
Exit mobile version