Yazar: 22:00 İnceleme, Kitap İncelemesi, Şiir Kitabı

Sezai Karakoç’un “Çocukluğum” Adlı Şiir İncelemesi

İncelemeye geçmeden önce şiiri baştan sona kadar okuyarak özümsemek, kullanılan imge ve ögeleri, motifleri görüp ondan sonra değerlendirmek, şairin şiirde neler anlatmak istediğini, ne gibi mesajlar verdiğini kavramak açısından önemlidir. 

Annemin bana öğrettiği ilk kelime 

Allah, şahdamarımdan yakın bana benim içimde

Annem bana gülü şöyle öğretti

Gül, O’nun, O sonsuz iyilik güneşinin teriydi.

Annem gizli gizli ağlardı dilinde Yunus

Ağaçlar ağlardı, gök koyulaşırdı, güneş ve ay mahpus

Babamın uzun kış geceleri hazırladığı cenklerde 

Binmiş gelirdi Ali bir kırata 

Ali ve at, gelip kurtarırdı bizi darağacından 

Asya’da, Afrika’da, geçmişte gelecekte

Biz o atın tozuna kapanır ağlardık

Güneş kaçardı, ay düşerdi, yıldızlar büyürdü

Çocuklarla oynarken paylaşamazdık Ali rolünü

Ali güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar kahraman

Ali olmaktan bir sedef her çocukta

Babam lambanın ışığında okurdu

Kaleler kuşatırdık, bir mümin ölse ağlardık

Fetihlerde bayram yapardık

İslam bir sevinçti kaplardı içimizi

Peygamber’in günümüzde küçük sahabileri biz çocuklardık

Bedir’i, Hayber’i, Mekke’yi özlerdik, sabaha kadar uyumazdık

Mekke’nin derin kuyularından iniltisi gelirdi

Kediler mangalın altında uyurdu

Biz küllenmiş ekmekler yerdik razı

İnanmış adamların övüncüyle

Sabırla beklerdik geceleri

Şimdi hiç birinden eser yok

Gitti o geceler o cenk kitapları

Dağıldı kalelerin önündeki askerler 

Çocukluk güzün dökülen yapraklar gibi 

                                                                            (1960)

 Sezai Karakoç denilince aklıma Mehmet Akif Ersoy ve Necip Fazıl Kısakürek geliyor. Zannımca her üçü de duygusal dayanışmanın sembolü haline gelmiş üç mütefekkirdir. Mehmet Akif, gerek karakteri gerekse sanatı ile Cumhuriyetin kuruluş dönemlerinde dışlanan bireylerin sesi olmuştur. Necip Fazıl da Türk şiirinin usta kalemlerinden birisidir. Sezai Karakoç ise Büyük Doğu Hareketi ve dergisinde misyonuyla Anadolu insanının kendine güven duymasını sağlaması, her ikisinde olan pek çok özelliği kendisinde birleştirmesi ve bunu kendi üslubunda harmanlaması ile Cumhuriyet döneminin önemli isimlerinden birisi olarak saymak yerinde olacaktır. Onu kendi düşüncesini, kişiliğini ortaya koyduğu tavrı ile tamamlarsak, hem önceden çizilmiş olan bir çizgiden gelmiş hem de bu çizginin yeniden ortaya çıkmasına fırsat veren öncü isimlerden biri olarak gösterebiliriz. 

 Onun şairliği ile ortaya koyduğu yeteneği ve bu yoldaki mücadelesi beni kendine hayran bıraktıran bir özelliği olmuştur. Daima hak bildiği davadan vazgeçmemesi; bu yoldaki bütün engellere, dışlanmalara ve karşı koymalara karşı daima dimdik ve ayakta kalması mücadelesinde ne kadar kararlı ve sağlam durduğunun göstergesidir. Onun sanata karşı tutumunu ise şu sözü ile kavrayabiliriz; “Sanat tutumum genel dünya görüşümün bir bölümünden başka bir şey değildir.” Onun şiirlerini detaylı bir şekilde incelediğimizde toplumda oluşan karamsar havayı dağıtmak ve iç dinamiği harekete geçirmek adına verdiği uğraşları görebiliriz. O şiire ve hayata dinsel bir açıdan bakmayı yeğlemiştir. 

 Bildiğimiz gibi şair ve yazarların ortaya koydukları birçok eserlerinde tema ve konu olarak birçok kavram üzerinde durulabilir. Anne, çocuk, özlem, renk, zaman, hüzün, baba vs. birçok konular hakkında yazarların eserlerinden faydalanmak ve değerlendirmek hayli meşakkatli bir o kadar da değerlendirmeye ve hangi şair/yazar olursa olsun onun hakkında daha fazla bilgiye sahip olmak şahsıma mutluluk vericidir. Geçmiş, gelenek ve din ile şiirine ayrı bir kuvvet ve incelik katmıştır. Çocukluğu da bu çerçevede değerlendirmek gayet olası bir durumdur. Aslında şair çocuklardan çok şey beklediğini; henüz küçük olmalarından dolayı daha işlek ve hareketli, henüz toy zamanlarında onlara çok iş düştüğünü ve onlardan beklentisini dile getirmektedir. Bildiğimiz gibi Sezai Karakoç denilince akla gelen ilk kelime “Diriliş” olmalıdır. Yazara göre “Diriliş” ümmetçe ayaklanmanın ve yeniden doğmanın adıdır. Bu yeniden doğumu gerçekleştirecek yegane gücün de saadet asrına dönüşle mümkün olduğunu kavratmaktadır. Onun diriliş projesini dört temel ayağı olan bir masaya benzetirsek, bu ayaklardan birinin de çocuk olması gerekir. Çünkü çocuğun hem ahlaksal hem de bilgi alanında iyi yetiştirilmesi gerektiğini hissettirir. Ve annenin de çocuk üzerindeki etkilerinden, ona karakter aşılamasındaki gücünün öneminden bahseder. Ahlaklı, saygılı, dinine bağlı bir birey olmak için en etkili yolların özenle seçilip çocuğa aşılanması gerektiğini kavratır. Ve yeniden doğuşun temelindeki asıl faktörün çocuklar olduğunu düşünür. 

 Şair bu şiirini “Körfez” adlı kitabında 1960 yılında, 27 yaşındayken yazmıştır. Okuyucuyu etkisi altına alma ve farklı duygu ve düşüncelerin ortaya çıkmasına vesile olmuştur bu şiir. Sezai Karakoç’un deyişiyle; “En fazla iki sayfa tutan bu şiir; bizi saatlerce hatta günlerde etkisini sürdürecek bir titreşim evleğine, zengin çağrışımlarla içimizde sürekli devinip yenilenen bir anlam ormanına sürüklüyor.” Bu şiirin dikkatimi çeken unsurlarından biri de geçmişe duyulan özlemdir. O günlerin iyi ve güzel, samimi, din ile hayat bulmuş varlıklar üzerindeki etkilerinden bahseder ki günümüzde bu güzelliklerin olmamasına içten içe üzülmektedir. İnanç dünyamızdaki eksikliklere, yaşadığımız boşluklara değerek inceden inceye iç sorgulayışa sürüklemektedir. 

 Şair şiirini kaleme alırken “ben “ ile başlaması ve “biz” ile devam ettirmesi dikkat çekicidir. Şiirin var olması dünyanın da var olması anlamına gelmektedir ki hayatı kabullenip sevdikçe şiir anlamını, değerini gösterir. Yoksa nasıl anlarız bir şiirin damarlarına dokunabilmeyi, içindeki o anlam yükünü kavrayabilmeyi. Şair bu şiirinde özelden genele doğru ilerleme kat etmiştir. “Çocuktan” diyerek bizzat kendi şiirinde bahsettiği çocukluğundan, “çocukluktan” diyerek de daha çoğul, daha geniş ve simgesel bir çocukluktan bahseder. 

Annemin bana öğrettiği ilk kelime 

Allah, şahdamarımdan yakın bana benim içimde

Şair ilk beyitte “anne, ilk, Allah, iç” motiflerine değinerek içimizi ısıtan, hayatımızdan kesit bulduğumuz ifadeler kullanmaktadır. “Anne” motifinin hayatımızdaki yerinden, öncül varlık olmasından, hayata bakış açısındaki etkisinden bahseder. Anlamakta zorlanmadığımız, takılıp kalmadığımız sadece aşina olduğumuz bu durumu ifade etmedeki zorluğumuzu en güzel şekilde ifade etmektedir. 

Annem bana gülü şöyle öğretti

Gül, O’nun, O sonsuz iyilik güneşinin teriydi.

İlk beyitte; Allah ile bizi emeği ile var eden, üstümüzde hakkı olan “anne” motifi ile birleştirirken, ikinci beyit’ e geçtiğimizde annenin var olmasına mukabil “gül” motifini “peygamber” değinmesi ile devam ettiriyor. Allah’tan sonra çocuğa öğretilen, örnek ve taşıyıcı rol üstlenen ikinci bilgi merkezi peygamberdir. Sezai Karakoç’un şiirinde “gül” önemli motiflerden birisidir. Gül’ ün ayrı bir yeri olması, birçok olumlu değer yargılarını bu simge ile ifade etmesini sağlamıştır. Mensub olduğu dinin tarihine sadık kalır, ondan beslenir ve geleceği de iyimser bir tavır ile şekillendirir. 

Annem gizli gizli ağlardı dilinde Yunus

Ağaçlar ağlardı, gök koyulaşırdı, güneş ve ay mahpus

Şair annesinden öğrendiklerinden yola çıktı, Allah ve peygamber ile çıktığı yolculukta Yunus Emre’ye vardı. Yunus Emre bilindiği gibi herkesin az çok tanıdığı, aşinası olduğu bir isimdir. Şair annesinin himayesi altında bu isim ile yakınlık kurar ve belleğinde yer eder ve bir iç titremesi hali ile okuyucuya yansır. 

Bilindiği gibi Yunus Emre zorlu hayatı ile tanınmaktadır. Bu zaman içinde de şiirlerini yazmıştır. Sevgiyi, hakikati, iyiliği anlatmasına karşılık yeteri kadar değer görmemiştir. Bu zorlu muamele karşısında Allah aşkını, peygamber sevgisini dile getirmekten vazgeçmemiş bu gücünün azaldığı zamanlarda ağlayarak bu feryadının sesine kulak verenleri aramıştır. Yunus gibi gizli gizli ağlayan, içindeki yangını söndüremeyen gönüllerle doludur alem. Çünkü kötülüğün ve zalimliğin sonu gelmemekte her dönemde tesirini devam ettirmektedir. İlk dizede annesinin ağlamasından yola çıkarak Yunus hatırlatılması yapılarak telmih sanatına, ardından da ağaçların ağlaması, güneş ve ayın mahpus olmasını söyleyerek teşhis sanatına yer vermiştir. Müslüman anneleri anlatır ve ardından da soluk aldığı bir diğer nokta olan babalara geçer. Karamsar havanın var olması “baba” simgesi ile dağılmaya yüz tutmuştur. Zannımca artık çocuk büyümeye başlamış, annenin merhametli kucağındaki samimi ve duygusal iletişim yerine yaşına ve umutlarına yakın, daha çok tarihi bir kişilik olan Hz. Ali ile devam etmiştir. 

Babamın uzun kış geceleri hazırladığı cenklerde 

Binmiş gelirdi Ali bir kırata 

Bilindiği gibi kış geceleri hem soğuktur hem de uzundur. Televizyon ve elektriğin olmadığı bir dönemde yaşanan o aile içi sıcaklık ve samimiyet hayatlarda etki alanını genişletmiştir. Anneler çocukları ile daha çok sabahları ilgilenme zorluğu babaların işten gelmesi ile atlatılır. Artık sıra babalardadır. Ve babalar da efsaneler, cenkler, destanlar, masallar anlatmaları ile aile içinde ayrı bir yer edinirler. Büyüklerinden öğrendikleri bu anlatı türlerini çocuklarına aktarırken kimi zaman olduğu gibi kimi zaman da eklemeler yaparak devam ettirirler. Anadolu’da özellikle Doğu’da yaşanan bu gelenek çocukların muhayyilesinde önemli bir yere sahiptir. Hz. Ali cenkleri de bu anlatıların başında gelmektedir. Ali’nin kır ata binip gelmesi karamsarlığın, kötülüğün ve zalimliğin de son bulması; iyiliğin, hakikatin, kurtuluşun gelmesi olarak nitelendirilebilir. Burada kullanılan “at” simgesi diğer iki beyitte de varlığını devam ettirir. Yunus geçmişte var olması ile yer edinirken, Ali geçmiş ve gelecek ile hayatta yer edinmesi ile zaman ve mekana hakimiyetini gösterir. 

Ali ve at, gelip kurtarırdı bizi darağacından 

Asya’da, Afrika’da, geçmişte gelecekte

Görüldüğü gibi Ali’nin gelmesi ile birçok felaket ve olumsuzluklardan kurtarılmanın da sevinci yaşanmaktadır. O dönem ve zamanın kurtarıcısı olan başkahraman olarak yerini almıştır. Artık bu beyitten itibaren “ben” yerini “biz” e bırakmıştır. Birçok bölgede hüküm süren şiddet, kavga, çatışma, katliamlar ve zulümler Asya’da ve Afrika’da da görülmektedir. İşte böyle olumsuz durumlar ile baş edebilecek olan kahraman yiğitlerin varlığını bize göstermektedir ki bu karakteri de kendi inanç sistemi doğrultusunda seçmektedir. Kurtuluşun ancak inanç birliği ve adalet ile mümkün olduğunu ve yeryüzünde Ali gibi kahramanlara ihtiyaç duyulduğunu söylemektedir.  

Çocuklarla oynarken paylaşamazdık Ali rolünü

Ali güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar kahraman

Ali olmaktan bir sedef her çocukta

Babam lambanın ışığında okurdu

Kaleler kuşatırdık, bir mümin ölse ağlardık

Fetihlerde bayram yapardık

İslam bir sevinçti kaplardı içimizi

Bu beyitlerde babaların anlattıkları yiğitlik destanlarının çocukların hayatlarını şekillendirme, doldurma açısından ne derece etki ettiğini görmekteyiz. Etki o kadar fazla olmuştur ki güneşin doğup battığı her yerde Ali’nin var oluşu hayatlarda asıl yerini belli etmiştir. Kalelerin kuşatılmasındaki sevinci de fetihlerde yapılan bayramı da sinelerinde var eden, coşan bir çocukluk görmekteyiz. Ve bu bilinç ile de hem üzüntünün hem de neşenin var olması İslam inancına bağlılığı kat be kat artırmaktadır. “İslam bir sevinçti kaplardı içimizi.” İslam’a dayanmanın verdiği gönül rahatlığını, şiirin ana duygu ve düşüncesini anlatmaktadır. 

Peygamberimizin küçük sababilerinin günümüzde biz olduğumuzu; Bedir, Hayber, Mekke’ye özlem ve bu özlem ile uykusuz geçen günler anlatılır. Bu da şiirin başında hakim olan hüzün duygusunun devam ettiğini göstermektedir. “Mekke’nin derin kuyulardan iniltisi gelirdi.” İfadesi de bu görüşü destekler niteliktedir. 

Hüzne kısa da olsa ara verir ve bunu günlük hayatta meydana gelen olaylar ile sürdürür; Kedilerin mangalın altında uyumasını, küllenmiş ekmek yiyişlerini, sabahını beklediği geceleri dile getirmektedir. Başta da ifade edildiği gibi hüzün henüz son bulmuş değildir ama gönüllere ferahlık vermek adına günlük yaşamdan kesitler sunmayı yeğlemiştir yazar. 

Bütün bu yazılanlardan sonra artık hakikatin gerçek yüzünü görmeye, daha çok iç burkulmaya iter bizi. Tarih olduğu gibidir, zamandan bahsetmek zor hale gelir, herhangi bir atak bekleyen kurt misali gerçeklik de bu atak ile uyanışını gösterir. Umut ve ümide dair beklentiler sönmüş, çocuklar büyümüş, şimdiki zamanın getirdiği huzursuzluk ve iç burkuluş hakim olmuştur. Artık dünya değişmiş hayalden gerçekliklere adım atılmıştır. 

Şimdi hiç birinden eser yok

Gitti o geceler o cenk kitapları

Dağıldı kalelerin önündeki askerler 

Çocukluk güzün dökülen yapraklar gibi 

 Şair artık gerçekliğin kapılarını sonuna kadar açmış ve hakikati göstermiştir. Bir şiirde olması gereken hayal ve gerçeği ustalıkla göstermiştir. Hayal ve gerçeğin var olması ile nitelikli şiir ortaya konulması bilincini şair başarıyla yazısına aktarmıştır. Çocuk anlatımı ile daha elverişli ve sıcak bir anlatım sundu yazar bize. Duygulara önem vermesinin yanı sıra tarihi olaylara ve şahsiyetlere de değinmesi dikkat çekmiştir. 

 Şairin bir hüzünden bir sevinçten ve en sonunda da gerçeklikten bahsetmesi belli geçitler sağlasa da bunlar arasındaki bağlantıyı koparmamıştır. Çünkü şiirin özünde “çocuk” vardır. Çocuğun temizliği, saflığı, iyiliği de bu bağlantının kopmasına fırsat vermemektedir. Kısacası çocuğu, çocukluğu anlatan bir şiirdir diyebiliriz ki o çocuk sanıldığı gibi yaramaz, nazlanan, mızmızlanan, oyuncakları ile oynayan bir çocuk değildir. Tamamen anne ve baba himayesinde büyüyen ve gerçek kahramanlar ile hayata gerçekçi yönden bakmayı başaran bir çocuk görmekteyiz. Dikkat edilirde Sezai Karakoç’un da yaşadığı ortam, yetiştirilme koşulları tam da şiirde bahsedilen çocuğa aittir. Bilinçli bir yönlendirme hakim olduğu için şair de hem düşünce hem de edebiyat alanını göz önüne alarak gelenek dairesinde şekillendirmiştir. Tuttuğu yolda dirayetini, gücünü, davasını sürdürmekten vazgeçmez ve bu yüzden de o “diriliş” kelimesi ile varlığını devam ettirir. Onun davası belki zaman zaman unutulsa belki hiç hatırlanmasa dahi can çekişmenin verdiği mücadele ile hataya tutunan ve yeri geldiğinde savaş veren bir “hakikat” davasıdır. Onu sadece İslam’a adanan bir insan olarak görmek yetersiz olacaktır. O hem gelenekten hem de farklı dünyaların seslerinden, hayatlarından, okumalarından ilgi ve yeteneklerinden geçerek onların arasında kendi izleri ile var olmayı gaye edinmiş bir şairdir. 

“Çocukluğumuz” şiiri ile yazar özlemin, umudun, direnmenin adamı olmayı sürdürmüştür. O hayatında yaşadıkları ile şekillenen düşüncelerini ifade ederken ne kavga amacı güder ne de herhangi bir baskılama zorunluluğu oluşturur. O sadece hakikatin bu yolda olduğunu ve bu yoldaki bütün engellere rağmen var olmanın, davasına sadık kalmanın gerekliliğinden bahseder. Davasında kültürel birikime ve tarihin güçlü dayanağına sırtını dayamaktadır. Daha yürüyebileceği  uzun bir yol vardır ve tartışmalara, kavgalara ayıracak zaman yoktur. Tartışmalar elbette olacaktır ama o bu tartışmaların bilgiyi, ortaya konulan düşünceyi zedeleyeceğine inandığı için çok üzerinde durulan şeyler olarak görmeyecektir. Tarihin geçmiş zamanlarındaki güçlü simaları arasında ayrım gözetmeyecektir. Yeni şiirin de bu yolda olan eski gelenek ve şairler ile sürdürüleceğine inanmaktadır. Bu şiirinde de bir yanında Yunus bir yanında da Ali vardır. 

 Çocuğu geleceğin kahramanı olarak görür ve bu yönüyle de Tevfik Fikret’in şiirlerindeki çocuk imgesiyle benzerlik göstermektedir. Tek fark şudur ki Tevfik Fikret “Haluk’un Defteri” yapıtında da belirttiği gibi gelecek adına atılan sağlam adımın sadece ilim ışığı ile sürdürüleceğini, geleneğin ve tarihin ikinci plana atılmasını gerektiğini düşünür. Halbuki Sezai Karakoç’ta durum tam tersidir ki geleneğe ve geçmişe bağlılık söz konusudur. 

 Sonuç olarak Sezai Karakoç’un şiirinin temelleri geleneğe ve geçmişe dayanmaktadır. Tabi bu kurduğu temel üzerine yeni bir dünya inşa etmektedir. Yeni dünyaya zemin hazırlayacak unsurlardan birisi de çocuktur ve bu şiirinde de “çocuk” imgesine rastlarız. Çocuk ideal tip olma yolunda göz ardı edilemez bir varlıktır. İnsanlığın ilk ve en katıksız halidir ki ne ile beslenir ve nasıl yaşarsa bu hal ile hayatını seçecektir. İdeal çocuğun en önemli özelliği de dini değerlere bağlı oluşudur. İdeal çocuk olma yolundaki “anne” rolü yadsınamaz bir gerçektir ve anne sütünün var olması, öz anne olma hali önemli bir etkendir.  Şairin de bu yöndeki inancı tamdır. O, davasındaki kararlılığı ve “diriliş” umudu ile varlığını devam ettirecektir.

Kaynakça

  • Türk dili, Doğumunun 80.yılında Sezai Karakoç’un Şiiri Özel Sayı, Sayı: 744, Aralık 2013, s.7, s.8, s.9, s.87- 93. 

YAŞAR, Hüseyin, Sezai Karakoç’un şiir poetikasında çocuk halleri.

Latest posts by Fatma Korkmaz (see all)
Visited 697 times, 1 visit(s) today
Close
Exit mobile version