Yazar Nihan Kaya’yı keşfettiğim ilk kitabı Kırgınlık, okuması zor, sindirmesi daha zor bir kitaptı. Sonra sırasıyla diğer kitaplar geldi. Yazma motivasyonunuz nedir? 22 kitap dile kolay.
Kırgınlık’ı yazma nedenim diğerlerinden daha farklı. Kırgınlık yazmak istemediğim bir kitaptı ki içinde de bunu anlatıyorum zaten. Yazmak istememenin metni Kırgınlık. Öfkeyle yazdığım tek metin de Kırgınlık’tır. İyi Aile Yoktur’daki sesi öfkeli zannettiklerinde çok şaşırırım bu yüzden; çok şefkatli, sakin, yumuşak bir ses tonuyla yavaş yavaş anlatmaya, göstermeye çalışır İyi Aile Yoktur. Kırgınlık, İyi Aile Yoktur’un öncülü gibi. “İyi aile yoktur. Ya da paradoks şu ki iyi aile, ‘İyi aile yoktur’ diyebilen ailedir.” cümlesi gibi İyi Aile Yoktur’un birçok temel cümlesi Kırgınlık’ta vardır. “En iyi anne baba bile hata yapar. Bu hataları örtbas edebilmek için aile kurumsallaştırılmış ve kutsallaştırılmıştır.” gibi birçok cümle Kırgınlık’ta geçiyor. Kırgınlık yayımlandıktan iki ay sonra Alice Miller’ı okudum. Psikanaliz bildiğimden, psikanalitik literatürde örtük şekilde neyi, kimleri, nasıl eleştirdiğini görmek 2004’ten beri sıkı bir Winnicottçı olarak etkiledi beni. İlk dokuz kitabımda anlattığım şeyleri kitap –İyi Aile Yoktur kitabı- olarak yazmak konusunda cesaret aldım bu yüzden; dayanak gösterebileceğim bir uzman vardı çünkü ilk kez. Winnicott, Kohut dahil çok psikanalist çocuk dostu olsa da Alice Miller’ı İyi Aile Yoktur’da anlattığım nedenlerle, tam anlamıyla güvenilebilir tek psikanalist olarak görüyorum çocuğa bakış konusunda. Marifet de bu zaten; çocuk dostu olanların gizli çocuk karşıtlığını görebilmek, onun yapabildiği gibi. Hâlâ Winnicottçı mıyım? Evet, tabii; ama Winnicott’tan bahsederken örnek gösterebileceğim bir uzman var artık. Yıllardır uluslararası psikanalitik camianın içindeyim; Alice Miller’dan pek bahsedilmez, temel metinlerde de çok kısaca değinilir sadece Alice Miller’a, o da eğer değinilecekse. Bu hiç şaşırtıcı değil. Alice Miller’ın karşı çıktığı şeye daha çok kulak verilse şaşırırdım asıl. Ama işte tam da bu nedenle Alice Miller’dan bahsetmek gerekiyor. Kırgınlık’ı sordunuz, oradan geldim buraya. Her kitabın ayrı bir hikâyesi var. Yazmak değil, yazmamak için uğraşan bir yazarım; yazmaya mecbur hissetmediğim hiçbir şeyi yazmadım bugüne kadar, Kırgınlık’ta da söylediğim gibi. Kırgınlık da yazmaya mecbur kalmanın kırgınlığını anlatıyordu zaten. Dokuzuncu kitabım Kırgınlık. İlk sekiz çocuğumu kurtarabilmek için yazmam gerekti ve bu nedenle roman içinde, küçük kızını kurtarmaya çalışan öfkeli bir anne vardır. Annelik ve çocuk konusu kitaplarımın tamamındaki temel meselelerden. Anneliği çok güçlü hisseden biriyim. Hatta en güçlü yanım annelik diyebilirim sanırım. Bu nedenle bu kadar iyi anlatabiliyorum anneliği Gizli Özne’den bu yana. Merhamet acının anlaşılması olduğu için, benim de en güçlü yanım kendimi bildim bileli annelik olduğu için çocukların görünmeyen acılarını göstermek hep çok merkezde oldu yazdığım tüm metinlerde. Burada çocuk derken, yaşı küçük insanları kastetmiyorum sadece tabii. Her anlamda, her tür reel ve sembolik çocuğu kastediyorum. Yazma motivasyonumun temeli merhamet; bu da kitaplarımda görünüyor sanırım.
Nihan Kaya’nın her kitabında yazarın içini görüyorum ben, yazmak size, sizi mi keşfettiriyor? Sizin hayatınızda en fazla sevdiğiniz kitabınız hangisi?
Güzel bir ifade. Yazmak, kişiye kendisini keşfettiren bir süreç hakikaten. Marguerite Duras’ın dediği gibi, her insanın içinde bir yabancı var ve yazmak o yabancıya ulaşmak. İçini korkusuzca açan bir yazarımdır, yazdığım her şeyi çok derinden hissederek, güçlü bir samimiyetle yazarım; bunu gören okurlar da en büyük şansım. Sizi okuyan herkes okurunuz olmuyor, ama bu şekilde okurunuz olabilen birileri çıkıyorsa eğer, bu herhangi bir dostluktan daha derin türde bir ilişki biçimi. Sadece beni bu şekilde okuyan, anlayan, gören kişiler dostlarım; hayatta vakit geçirdiklerim değil. Olağan iletişim biçimleriyle kendimizi anlatamadığımız için okuyor ve yazıyoruz zaten; başka bir alanda ve zeminde iletişim biçimi edebiyat. Buluşup çay içmeye, sohbet etmeye çok önem veren biri değilim, bunları da pek yapmam hayatımda. Edebiyata günlük hayattan daha çok inandım her zaman. Romanlarım arasında Kar ve İnci özel benim için. Herkese hitap edecek bir roman değil. Yayımladığım ilk romanım olmakla beraber Gizli Özne de özel. Kar ve İnci’nin girift kurgusu da çok başarılı olmakla beraber Gizli Özne kadar çetrefilli değil. Okuması en zor romanım önce Gizli Özne, sonra Kar ve İnci; edebiyat değeri olarak da bu ikisinin yeri ayrı bende. Yazma Cesareti ile Fildişi Kuyu da en sevdiğim kitaplarım diyebilirim. Diğerleri bunlardan sonra gelir benim için.
Çocuk kitaplarınız da var. Çocuk kitabı yazmak daha mı zor? Nihan Kaya’nın yazma ritüeli nedir?
Ritüelim yok. Çok yazan biri değilim. Okumak benim için önemli, ama yazmak öyle olmadı hiçbir zaman. Önceden plan yapmıyorum yazmak konusunda. Çocuk kitabı yazmayı düşünmüyordum; sonra bir gün uyandım ve henüz yataktan kalkmamışken, yetişkinlere de anlattığım hikâyeleri neden çocukların anlayacağı şekilde kitaplaştırmıyorum diye düşündüm. O gün kalkıp ilk iki çocuk kitabımı yazdım, sonraki gün de üçüncü ve dördüncüyü. Yetişkinlerle konuşulabilen her şeyin bir başka biçim içerisinde çocuklarla da konuşulabileceğini savunan biriyim; çocuk kitapları bu düşünceden doğdu.
Yurtdışında yaşıyorsunuz, ülkemizin ve yaşadığınız ülkelerin ebeveynlik anlayışları arasındaki en büyük fark nedir sizce?
Ebeveynlik -bazı özel bölgeler hariç- dünyanın hemen hiçbir yerinde iyi durumda değil. Ebeveynlik anlayışının etrafındaki kalıplaşmış yargılar yüzünden böyle aslında. Ebeveynlik yapmaya çalışmasak biz de rahat edeceğiz çocuk da. Batı, çocuğa saygı konusunda bizden daha iyi, ama yine de kusursuz olmaktan uzak. Ortadoğu, bizden daha kötü. Bunlar tabii ki genelleme. Lübnanlı bir aile İsveçli bir aileden çok daha saygılı olabilir çocuğuna. Ama bireye, vatandaşa daha çok saygı gösteren kültürlerde çocuğa da daha çok saygı gösterildiği bir gerçek. Burada mesele ülkeden ziyade kültür. Kültürlere bakalım: bireyin bireyliğine ne kadar saygı var? Çocuğa yaklaşımı da buradan tahmin etmek zor değil.
Yazar Nihan Kaya bir roman kahramanı olsaydı kim olurdu? Kadın olmayı Nihan Kaya’dan dinlesek bize neler anlatırdı?
Eşim bana “Eugénie” der, çünkü Balzac’ın Eugénie Grandet karakterine çok benzerim. Herman Hesse’nin Gertrud’una çok benzediğimi söylemişti bir arkadaşım; onunla da çok benzer yanlarımız var. Enneagramı benim gibi 4w5 olan kadınlar bunlar, benim gibi alt tipleri de sosyal. Beni tanıyanların onlarda beni ve bende onları görmesi olağan bu nedenle. Edebiyat, enneagramın nasıl kişiye özel ve aynı zamanda da evrensel, zamansız bir şey olduğunu çok güzel gösteriyor bence. “Bir roman kahramanı olsanız kim olursunuz?” diye sorulmuştu bir kere. Zaten bir roman kahramanı olduğumu, romanlarımı bu yüzden yazdığımı düşünmüştüm. Bu, yazar olan, olmayan herkes için böyle sanıyorum. İçsel yaşantımıza bir çevre oluşturmak için romanlar kurguluyoruz. Yani aslında hepimiz roman kahramanıyız zaten. O kahramana yaşayabileceği psikolojik bir alan sağlıyoruz kurguyla. Flaubert’in “Ben Madam Bovary’yim,” sözü her yazar için geçerli. Evet, en çok Bihter’im ve Feraye’yim; ama bana hiç benzemeyen, bana çok ters karakterleri anlatırken de onlarda benden bir şey var. Bir insana bakışımızda o insandan çok, kendimiz olduğu gibi. Birini nasıl gördüğümüz, nasıl anlattığımız da biziz. Hiç sevmediğimiz karakterlerimiz de bizden ayrı değil.
- Polisiye Sesler: Alper Canıgüz - 20 Mart 2024
- Polisiye Sesler: Halis Dokgöz - 13 Mart 2024
- Polisiye Sesler: Timur Soykan - 6 Mart 2024