Evin sokağa bakan kapısını sertçe çeken memur Zaim’in yüzünde güller açıyordu. Zaim’in ağzından kulaklarına doğru kavis çizen dudak çizgileri için en okkalı tabir buydu. Zaim bugün memur olarak çıkmadı sokağa. Bugün ağaydı. Bugün paşaydı. Bugün alemleri dize getiren komutanlardan daha geniş omuzluydu. Çünkü bugün Zaim’in ayağındaki ayakkabılar yeni hatta yepyeniydi. Havada uçuşan toz zerrecikleri bile Zaim’in ayakkabısına konmaktan utanıyordu. Zaim attığı her bir adımla ayağının altındaki toprağı dövüyor dünyayı sanki yeniden keşfe gidiyordu.

Yeni ayakkabılarıyla attığı her bir adımla sevincine sevinç katan Zaim, az sonra omuzlarında tabut taşıyan bir kalabalığın arasında buldu kendisini. Daha ne olduğunu anlamadan kendi omuzunu tahtadan tabutun altına yerleştirdi. Kalabalıkla birlikte kimsesizler mezarlığının yolunu tutan Zaim, mezarlığın girişinde başına gelecek olanı anlamıştı. Mezarlığa adım atar atmaz kara bulutlar bir araya gelmiş ve yeryüzünü delmeye niyetli bir yağmur başlamıştı. Kimsesiz ölüyü defnetmeye gelen herkes birkaç dakika sonra kendini elinde kürekle çamurlaşmış toprağın içinde bulmuştu. Tabii Zaim de bu kervanın arasındaydı. Toprağın altına envai çeşit böceğin akşam yemeği olarak bırakılan ölünün toprağı yağmur tarafından fazlasıyla sulanmış, ölünün ruhu bilinmeyen diyarlara yol alırken bedeni toprağın altına terk edilmişti.

Defin işleminin ardından hızla dağılan kalabalıkla aynı hızda yağmur da dinmişti. Mezarlığın çıkışına kadar ağır aksak yürüyen Zaim’in omuzları çökmüş, evden çıktığı halinden eser kalmamıştı. Çıkış kapısına geldiğinde ne mezarlığa birlikte geldiği kalabalığı ne de yağmuru görebiliyordu. Çıkışa kadar yürürken bakmaktan korktuğu ayakkabılarındaydı gözü şimdi. Memur Zaim’in yaşamındaki en kıymetli mutluluklarından biri kimsesiz bir adam defnedilirken yağan yağmurla son bulmuştu. Ölüm yaşama acımasız bir şekilde dahildi ve Zaim’in ayakkabıları çamur içindeydi.

Visited 1 times, 1 visit(s) today
Close
Exit mobile version