Bir yalanın üzerindesiniz, yaşasın yalnızlık…
Kırklı yaşların başında, dünyanın artık kendisini kaldıramadığını zanneden, sigara, alkol ve hareketsizlikten kaynaklanan bazı rahatsızlıklarla boğuşan, ikili ilişkilerde doğal seleksiyonun olduğuna inanan kahramanımız sahilde bir kahvede lodos eşliğinde oturmakta iken, aşağı yukarı aynı yaşlarda olduğu halde daha genç gösteren sevgilisi lodoslu havaları sevmediğinden olacak böyle durumlar için ilişkisini kesmediği genç erkek arkadaşıyla birlikteydi. Yalnızlığa dayanamıyordu, ne yapsın.
Tüm insanlar demeyelim, gülünç olur ama neredeyse gelip geçen herkesin dikkatini çekecek kadar, taktiksel olarak, dalgınlaşmıştı. Dikkat etmeyenlerin yanlarında ise mutlaka köpekleri vardı. Onunla meşgul olamayacak kadar meşguldüler. O ise arada bir elindeki deftere, arada bir denize, kedilere, martılara bakıp düşünmekteydi. Ne düşünmekteydi, belli değildi. Böyle gelgit olunca aklı, belirli bir konuya yoğunlaşamama halinin bir rahatsızlık olup olamayacağını ölçüp, tartıp, kendisini neden bu kadar zorladığını da anlayamadan, düşünebilmek için illa deniz kıyısına mı gelmek gerekirdi diye de düşünmeden, deniz kıyısının kendisine iyi geldiğine iyice inanıp, şehirde olmanın getirileri üzerine yoğunlaşmaya karar verip, iyi yaşayabilmek için belli seçimler yapmanın önkoşul olduğu dönemde yaşadığını keşfedip, bu keşfinden mutlu olup, neleri seçmek gerektiği gerçeği ile karşılaştı. “Demek ki”, dedi biraz da hüzünlenerek “anı yaşamak dedikleri anladığım gibi bir şey değilmiş, seçimlerin içine yerleştirmekmiş anı. Az riskli bir şey. Riski sen belirliyorsun ya da. Canının istediği şekilde. Hissedersen kötü bir şey olabileceğini diğer seçime geçersin. Al sana formül.” Bu sonuncusunu yüksek sesle söyleyip söylemediğinden emin olamayınca kafasını kaldırıp gelip geçene baktı. Yok, düşünmüştü sadece.
Deniz dalgalıydı. Güzelce bir kadın geçti önünden. Kırmızı bir mont giymişti. Elinde bir poşet vardı. Bir diğeri arkasındaydı. Annesi olabilirdi. Bir şeyler konuştular. İyice uzaklaşmalarını bekleyip yürümeye karar verdiğinde savaş durumunda olduğu kanısına vardı. Aslında herkes savaştaydı. Hayatta kalmak, düşmemek, mevzi ele geçirmek vs. “O nedenle”, diye düşündü “az önceki formül bir ömrü mutlu geçirtebilir. Peki, nereden başlamalı?” Seçimleri uzun boylu düşünmeye gerek olmadığı kanısına vardığında akşam oluyordu. Vakit meyhane vakti miydi? “Peki o zaman, gidelim. Kesin biri yazıyordur beni” diye düşünerek, diline takılan bir şarkının nakaratını tekrarlaya tekrarlaya meyhaneye vardı.
İçerisi sakindi. Tanıdığı yoktu. Hangi durumun daha iyi olabileceğini düşündü: Tanıdık yoksa hafif tedirginsindir, varsa sohbet etmek zorundasındır. Bira söyleyip, çerez istemeyip “bir de çerez parası vermeyelim”, ilk yudumu çekip, bir sigara yakıp seçimler üzerine düşündü. İkinci yudumu da çekti. Demek ki elinde formül olmaya aday bir analiz bir de analiz olmaya aday bir düşünce kırıntısı vardı. Kırıntı demek yanlış olabilirdi elbette; süzülmüş ama olgunlaşmamış bir fikir derken üçüncü yudumu da çekti.
Hep böyle oluyordu: Ayrıntıda kaybolup bir türlü hedefe varamıyordu. Ne demişti: “Seçim yapmak gerekli öyle ki en az riskle kurtulabilmek mümkün olsun”. Zira savaştaydı. Savaşta olduğu tespitini kırklı yaşlarda yapmış olması kendisini şaşırttı. Bundan önce öylesine mi yaşıyordu? Yaraları vardı oysa. Şehrin üzerine üzerine geldiğini hissettiği anlar vardı.
Sonraki yudumlarda, stratejik olarak çalan şarkıya, garsona, müşterilere, dışarıya bakarak dalgınlaşan düşünceleri çözüme varmaktan uzaklaştığı anda defterini açtı ve yazmaya başladı.
En az riskle sonuca varmak için belirlenecek seçimlere ilişkin sorular:
1. Yaşamalı mıyım?
2. Nasıl yaşamalıyım?
3. Korkak mıyım?
4. Nasıl rahat?
5. Nasıl bayağı?
En az riskle sonuca varmak için belirlenecek seçimlere ilişkin soruların cevapları:
1. Evet
2. Rahat
3. Biraz
4. Bayağı
5. Basbayağı
Derken ikinci birayı söylemiş bulunduğunu fark etti. Kalkmak niyetinde olup olmadığını yoklamamıştı oysa. Neden yoklasındı ki? Rahatsız olacağı ne vardı? Etrafına bakındı. Sarhoşlardan biri sallanarak tuvalete kalktı. Karşısındaki arkadaşı telefonuyla oynamaya başladı. Garson tezgâhtaydı, patron kasada. Diğer sarhoşlar masalarındaydılar. Dışarıda yağmur başladı, insanlar koştura koştura evlerine gitmeye çalışıyorlardı. Birkaç araba geçti. Bir köpek havladı. İçeriye sarhoş olmaya aday biri girdi.
Ne çok hareket vardı. Netleşmek için kaçıp bir yerlere sığınsa mıydı? İzole olmak? Bu gerekli miydi? Defterini açtı, yazdıklarını okudu. Bir de şimdi başına netleşebilmek için izole olmak gerekliliği çıkmıştı. Eve gitmeye karar verdi. Hesabı ödeyip çıktı.
Hep okudukları yüzünden mi aklına geliyordu bu düşünceler? Üzerinde fazla durmadı bunun. Bildiği birkaç şey varsa bunlar da rahatsız edici boyutta değildi. Mürekkep yalamışlığı vardı evet ama okudukları, az önce düşündüklerinin nedeni olamazlardı. Etkilendiği nelerse unutmuştu zaten. Uzun süredir okumuyordu da. Sıkılmıştı. Arada bir televizyon izlerdi o kadar. İşsizdi. Biriktirdiklerini harcıyordu. Ev babasından kalmıştı. Kira derdi yoktu. Tüm sıkıntısı ne yapacağını bilememekti. “Seçimler”, dedi, “karar vermem gerekiyor.” Yanından bir araba hızlıca geçti suları sıçratarak. Pantolonu ıslandı, ana avrat sövdü. Arabanın arkasından bir süre baktı, yürümeye devam etti. Evi, sahile yakındı. “Beş dakikalık yol” diye düşündü. Aklına sevgilisi geldi. Ayrılmak istiyordu ama nasıl söyleyeceğini bilemiyordu. Aldatıldığını hissetmişti. Zaten çok da sevmiyordu. “Ah aşk, neredesin”, dedi yüksek sesle. Salt cinsel birliktelikle olmuyordu. Ama şimdi bunları düşünecek durumda değildi. Eve varmak ve salonda gezinerek düşünmek istiyordu. Az kalmıştı. Sokak lambalarına baka baka yürüdü. Sarı ışığı severdi. Evinin salonuna vururdu sarı ışık. Anahtarı kapatır, sokak lambasının aydınlattığı salonda hızlıca gezinirdi. Elleriyle bazen başının arkasını tutar, kenetlerdi. Böyle anlarda genellikle aklına bir şeyler gelirdi. Bunların bir kısmı not etmeye değer olunca not ederdi. Notları karmaşıktı; kaç kez düzenlemeye kalkmış sonra vazgeçmişti. Yanından bir adam geçti. Uzun sakallı, uzun boyluydu. Sakız çiğniyordu. Bir şeyler söylenerek hızlıca yürüyordu. Arabalar farlarını açmışlardı artık. “İstanbul trafiği”, diye düşündü. “Yaşanmaz oldu artık bu şehirde.” İstanbul onu bir türlü bırakmamıştı. Okulu bu şehirde okumuştu, askerliğini bu şehirde yapmıştı, hep bu şehirde çalışmıştı. Bir sahil kasabasına yerleşip organik tarımla mı uğraşsaydı? Çok revaçtaydı şimdilerde organik ürünler. Ayağı bir su birikintisine girdi. “Ulan şu kaldırımları bile doğru dürüst yapmazlar”, dedi yüksek sesle. Duvara asılı afişi okudu. Siyasetle ilgilenmediğinden fazla ilgisini çekmedi yazılanlar. Hava iyice kararmıştı.
Eve vardığında anahtarı bulmaya çalıştı bir süre. Ceplerini yokladı, buldu ve kapıyı açtı. Montunu çıkardı, pijamalarını giydi, tuvalete gitti. Salona geçip perdeyi açtı, gezinmeye başladı.
Mutlu olduğu anların sayısı ne çoktu ne de az, kararındaydı. Şimdilerde ise mutlu olduğu söylenemezdi. “Başkasının kurgusunu mu yaşıyorum acaba? Eğer öyle ise fazla bir şey yapmaya gerek yok. Akışa geçmek gerekli. Seçimleri hayata bırakmalı. En doğrusunu o bilir. Yok, öyle değilse bir şeyler yapmalı.”, diye düşündü. “Seçim yapmak; savaş halindeyken seçim yapmak…” Çalıştığı işleri düşündü. Son işinde patronla kavga etmiş, atılmıştı. Sudan bir bahane bulmuşlardı. Ondan öncekilerde de pek başarılı olduğu söylenemezdi. İşe girer girmez yoruluyordu. Mülakatlardan sıkılmasa yeniden iş arayabilirdi. Ama soruyorlardı: “Firmamıza neler katabilirsiniz? Bundan on yıl sonra kendinizi nerede görüyorsunuz?” Altı üstü çalışıp para kazanacaktı. Olmuyordu. Daha baştan canını sıkıyorlardı. İstanbul’da işe gidip gelmek bir dertti ayrıca. Memur mu olsaydı? Küçük bir kasabaya yerleşip gül gibi geçinip giderdi. Biriktirdiği parayı hesap etti. Beş ay daha geçinebilirdi. “Sorumluluğu az olan bir işe girsem… Garsonluk, bulaşıkçılık? Getirisi az olur ama huzurlu olurum en azından. Bu işlerde de insanlarla muhatap olurum ama. Ne kadar az insan o kadar az dert demek oysa. Savaşmak konusunda iyi değilim. Ben savunma yapsam daha iyi olacak. En az insanla temas edebileceğim yer bu ev. Hayatı seçiyorum-1.seçim: Yaşamalıyım.” Defterini açtı, bunu zaten yazmıştı. Bir de rahat yaşamalıyım diye yazmıştı. Bu maddi rahatlık mı, manevi rahatlık mı karar veremedi bir süre. Sonra manevi rahatlığın daha önemli olduğu kanaatine vardı. Korkak olduğunu düşünmekteydi. Bunu da yazmıştı. Evden hiç çıkmadan yapabileceği işleri yokladı: Yazarlık, web sayfası tasarımı… Sıkıldı. Alternatif sunulunca kararsızlığı artanlardandı.
“Durum o kadar da karmaşık değil”, diye düşündüğünde salonda hızlıca gezinmeye başladı. Ellerini başının arkasında birleştirdiğinde sabah oluyordu.
Kararını verdi. Notlarına baktı. Gün göğü kızıla boyarken denize göz bir göz attı. Defterini açtı ve yazmaya başladı:
“Bunca yazının, karalamanın, sağa sola atılmış notların arasındayım. Başlanmış, bitirilmemiş projeler, karakter tahlilleri, kahramanların üstleri başları, konuşmaları, sesleri, yürüyüşleri, yürürken gördükleri, düşünceleri, çantaları, montları, pantolonları, kaldırımlar, caddeler, mahalleler, uykular ve rüyalar arasında. Kendimleyim. Sahneden sahneye gidip gelmekteyim. Biriken bunca şeyi yırtıp atsam, peşimi gene de bırakmayacaklar biliyorum. Bir kısmını unutacağım belki ama unutmadığım pek çok şey kalacak hafızamda. Pişmanlık gelecek yıllar sonra. Neden tamamlamadım diye içim içimi yiyecek.
Üşengeçlik temel özelliklerimden biri. Maymun iştahlılık? Bitirmeden bir diğerine başlamak, beğenmemek, taklidi fark etmek, yanımı yöremi kontrol etmeden uzaklara gitmek, zoru sevmek ve dolayısıyla kendimle yarışma hali…” “Ta üniversiteden beri başarı odaklısın ama başarının getirilerini önemsemiyorsun”, demişti bir arkadaşım. Güzel demiş. “Oyalan işte”, diye de eklemişti. “Tuhaf bir şey ama şöhret olmayı istemiyorum”, demiştim ben de hafif gülümseyerek. “Yazıp çizdiğin ne varsa gizliyorsun, hemen şöhret olmazsın, korkma”, diye cevap vermişti son söylediğimi ciddiye aldığını göstererek. “Yazmayı şimdilik bıraktım”, diye kestirip atmıştım.
Bu defteri yazmak niyetiyle almamıştım. Hoşuma gitmişti sadece. Bir kırtasiyede görmüştüm. Kalınca, siyah kapaklı, çizgisiz bir defter. Şöyle bir şey düşündürmüştü: Fötr şapka ve uzun bir palto giymişim. Masada bu defter, elimde bir kalem var. Yaşlanmışım. Sahilde bir kahvede oturuyorum. Gelen geçen az, hava serin, yağmur yağdı yağacak. Aklıma gelenleri not ediyorum. “Panik yok, şimdi başlayalım”, havasındayım.
“Şimdi başlayalım.”
Editör: Nisa Demirtaş
- Kolay Hikâye - 22 Haziran 2025
- Polisiye Edebiyatının Kalemi Zehirli: “Zehirli Kalem Polisiye Öykü Ödülü” Başvuruları Başladı! - 21 Haziran 2025
- Ayşe Şengöz Öykü Ödülü Başvuruları Başladı! - 19 Haziran 2025