Yazar: 21:16 Kitap İncelemesi

Kırsalın İçinde Hapsolmak: “Mavi Tarlalarda Yürü” Kitap İncelemesi

İrlandalı yazar Claire Keegan, İngiliz Edebiyatı ve Siyaset Bölümü’nün yanı sıra; yaratıcı yazarlık alanında yüksek lisansa sahip. İrlanda’da ve Avrupa’da çeşitli ödülleri olan yazar, çağdaş edebiyatın önde gelen yazarları arasında anılıyor. Yazarın daha önce Küçük Şeyler adlı novellasını okumuş ve ne kadar iyi bir yazarla karşı karşıya olduğumu ilk okumada fark etmiştim. Yazarın Mavi Tarlalardan Yürü isimli öykü kitabı, Yüz Kitap’tan Duygu Şahin’in çevirisiyle Türkçeye kazandırılmış. Kitap Edge Hill Prize ödülüne sahip. Kitaba heyecanla başladım ve yazar beni bu kitabında da yanıltmadı, hatta daha da kendine hayran bıraktı.

Kitapta sekiz öykü yer alıyor: “Uzun ve Istıraplı Ölüm”, “Ayrılık Hediyesi”, “Mavi Tarlalardan Yürü”, “Kara Atlar”, “Korucunun Kızı”, “Su Kıyısında”, “Teslimiyet”, “Üvez Ağaçlarının Gecesi.”

Öykülerin hemen hepsi “Su Kıyısında” hariç kırsal bölgede geçiyor ve genellikle kırsal bölge insanlarının yaşamlarına odaklı. Öykülerin ilk bakışta ortak meselesinin insan ilişkileri, aile ve toplum üçgeninde geçen bir yapısı olduğu anlaşılıyor. Fakat öykülerin bu meselelerin altını kazdıkça daha derin, daha karmaşık, daha karanlık alt yapıları ortaya çıkıyor. Hayal kırıklıkları, aile içi günahlar, pişmanlık, kaçma ve başka bir benliğe, yaşama kavuşma arzusu… Karakterler hayatlarının bir yerlerinde bir araya gelerek, birbirlerinin üzerinde kadersel bir değişim yarattıktan sonra kopuş yaşıyorlar. Bu durum, öykülerde sürekli değişim, dönüşüm hali yaratıyor. Tıpkı hayat gibi. Metinleri canlı, güçlü ve nitelikli kılan da bu süreklilik.

Bir diğer yandan öykülerin kırsalda geçmesinin toplumsal bir arka planı da akar öykülerde. Kadın ve erkeğin arasındaki ast-üst ilişkisini belirleyen topraktır. Bu öykülerde toprak ve üzerindeki mallar erkeğindir. Her öyküde toprağın erkeğe statü sağladığı sezdirilir. Kadınsa kırsalda daha çok görüldüğü şekilde, olanaklardan yoksundur ve en önemlisi de topraktan ve ona özgürlük sağlayacak gelirden de yoksundur.

Kitap, “Uzun ve Istıraplı Ölüm” öyküsüyle açılır. Yazar bu öyküyü çerçeve bir anlatı, üst anlatı olarak belirlemiş adeta. Öyküde kadın bir yazar, Heinrihc Böll’ün sanatçılara tahsis edilmiş evinden kabul almıştır. İstediği gibi okuyacağı, yazacağı için çok mutludur. Fakat yazar kadın bir türlü o masanın başına geçemez. Davetsiz bir ziyaretçinin kendine verdiği rahatsızlıkla, kadın kendini toparlar ve yazmak için tetiklenir. İşte burada bir kurgunun başı uç verirken görürüz. Böylece okur da artık kurgunun evrenine girmiş, ısınmıştır. Ayrıca bu öyküde, bahsettiğim toprak mevzusunun öykülerin çıkış noktası olduğuna dair bir işaret yer almaktadır. Kadın yazar gazetede şöyle bir yazı okur:

“Sistemimiz ayrılmış çiftlerde korku ve nefreti besliyor, diye yazıyor Jeanne Sheridan. Sadece bu hafta, İrlandalı çiftçilerin %80’i, karılarının arazi üzerinde herhangi bir hak sahibi olmalarını önleyen evlilik öncesi yasal sözleşmelere taraftar olacağını söyledi.” (S.24)

“Ayrılık Hediyesi”nde, toprağın erkeğin üzerinde olması, ona statü kazandırması zorlayıcı bir konu olan ensest üzerinden işleniyor. Bir babanın kız çocuklarına küçüklükten itibaren uyguladığı cinsel istismara, annenin de göz yumduğu bir hikâye okuyoruz. Burada da toprak sahibi baba, kız çocuklarının okumasına karşıdır çünkü okumak, eve bahçeye yardımdan ziyade, çekip gitme özgürlüğü vermektedir. Bu öyküde hem kurtulan hem de kurtulamayacak olan iki kardeşi görüyoruz.

“Onlar ölene kadar orada onlarla yaşadığımı hayal edebiliyor musun? Oraya bir kadın getirdiğimi düşünebiliyor musun? Hangi kadın buna katlanır? Kendime ait bir hayatım olamaz burada.” (S. 33)

Gaza basacağını, öğleden önce evde olacağını ve otları hava kararmadan çok önce evde olacağını ve otları hava kararmadan çok önce biçeceğini biliyorsun. Onsan sonra budanacak mısırlar var. Kışlık arpa çok tan dönüyor. Eylül daha fazla iş getirecek, toprağa karşı eski vazifeler… Temizlenecek barınaklar, kontrol edilecek sığırlar; serpilecek kireç, gübre…

Onun asla tarlaları bırakmayacağını biliyorsun. (S. 35)

Kitaba ismini veren “Mavi Tarlalardan Yürü”, uzun ve etkileyici bir öykü. Bir papazın aşk hikayesini konu alan öykü, arkasında toplumsal baskıları, kolay kolay vazgeçilemeyecek dini görevi ve bir insanın kaderine boyun eğişini nahif bir anlatımla ele alıyor. İnancın sorgulanması, insanların görünüşte dine ve din adamlarına olan saygısının altında yatan aşılayıcı tutumu ve dinin kişiye sağlayamadığı iç huzuru okuyoruz satır aralarında. Öyküde papaz, aşık olduğu, ilişki yaşadığı kadının düğününe katılıyor. Aslında tüm cemaatin bu ilişkiden haberi olduğu ve papaza karşı aşağılayıcı tavrı şu cümlede görebiliyoruz.

“Ağır ol!” diyor Brennan kaşlarını çatarak. “Aramızda yakalık takmış bir adam var.”

“Evet,” diyor Sinnott homurdanarak. “Ve hepimiz biliyoruz ki beyaz yaka kolay kirlenir.” (s. 44-45)

Bu öyküde de toprağın kadınla gelen bir mal olduğu, erkeğin eline geçeceği, damadın tüm gece boyunca aşırı içen, abuk sabuk hareketler yapan erkek kardeşinin konuşmasında da görebiliriz. 

“Eğer bir kız kardeşi olsaydı araziyi paylaşabilirdik ve-“ (S. 46)

Diğer taraftan bu öyküdeki, bir karavanda ve dilini bile bilmediği bir kırsal bölgede yaşayan Çinli adam, tüm toplumsal bağlardan bağımsız olması, kendine yetecek bir yaşama sahip olmasıyla pederin sahip olmadığı huzura sahip biri olarak çiziliyor.

Öykü karakterleri yaşadıkları hayattan kaçma, kaderlerini değiştirme sancısı içindeler. Kaderleriyle arzuları, istekleri ve hayalleri arasında sıkışıp kalan kişilerdir hepsi. Bu noktada kırsalın da karakterlerin kaderlerinde belirleyici olduğu söylenebilir. Şehir yaşamının aksine, kırsalın getirdiği baskı ve sınırların içine hapsolan karakterler, yaşamlarının yönünü değiştirecek olan o adımı atacak cesareti içlerinde bulamazlar. 

“Kara Atlar” öyküsü de benzer şekilde, âşık olduğu kadını kaybeden bir adamın hikâyesidir. Brady adlı karakter, yazının başında bahsettiğimiz gibi, kırsal yaşamın içine sıkışmış; kırsalın baskısı altında yaşamını şekillendirmiş ve kaderini değiştirecek güçten yoksun bir adamdır. Âşık olduğu kadınla tanışsa da onu inciterek kendisini terk etmesine neden olur. Geriye kalan büyük bir pişmanlıktır. Brady’nin burada toprağını, varlığını başka bir adama kaptırdığı sezdirilir. İçindeki büyük öfke ve alkol bağımlılığının altında yatan bu toprak kaybı duygusunun getirdiği eziklik, kabul edemeyiş diyaloglar arasında verilir.

“Korucunun Kızı”, kitabın en uzun soluklu öyküsüdür. Tam olarak kitabın omurgasını sağlayan metindir de denebilir. Diğer öykülerin aksine, geniş bir zamana yayılan öykü, Martha adlı bir kadının âşık olmadığı korucu Deegan’la olan ilişkisini konu edinir. Deegan’ın hayatı ailesinden kalan kırık dökük bir evin ipoteğini ödemek, süt sağmak ve ailesine gelir sağlamakla geçmektedir. Martha, Deegan’ın hayal ettiği; ona yemekler pişirecek, evini çekip çevirecek, ona sıcak bir yuva sunacak türden bir kadın değildir.

 “O yaz gülleri lâl rengi açtı, ama rüzgâr başlarını parçalara ayırmadan çok önce Martha hata yaptığını fark etmişti. Sahip olduğu tek şey, evlendikleri için artık onunla nadiren konuşan bir koca, boş bir ev ve beş parasız oluşuydu. Sevmediği bir adamla evlenmişti. Ne ummuştu.” (S. 69)

Fakat zaman geçer Martha ile Deegan’ın üç çocuğu olur. Martha giderek yaşadığı mutsuz hayatın içine çöker. Toplumun ona dayattığı kadınlık rolünü yerine getirmek de giderek zorlanır. Deegan’ın ise aklı fikri evin ipoteğinin bir gün bitip tamamen onun üzerine geçmesindedir. Fakat bu ilişki bir yerde kopuyor, hem de hiç beklenmedik bir yerden. Yine bu öyküde de istemedikleri hayatların içinde debelenen, fakat bir çıkış yolu bulmaktan da çaresiz insanları görürüz.

“Su Kıyısında” öyküsü kırsaldan çıkan tek öykü kitapta. Bu kısa öyküde para sahibi bir üvey baba ve sonradan görme annesiyle istemediği bir tatilin içinde Harvardlı gencin öyküsünü okuyoruz. Zengin babanın, homofobiyi ima eden söylemleriyle üvey oğlunu alttan alta suçlayıcı, dışlayıcı tavrını, oğlanın annesi içinde bulunduğu düzenin bozulmaması için eğrelti çabasıyla dengelemeye çalışmaktadır. Fakat genç, kendini boğan bu dünyadan kısa süreliğine de olsa denize sığınarak kaçmak ister. Burada geçmişe akan zihni, büyük annesinin hikâyesini anımsar.  Kitabın teşekkür kısmında, bu öykünün daha önce The Harvill Press’ten basıldığı, öyküyü seçip düzeltenin Haruki Murakami olduğu bilgisi yer alıyor.

“Teslimiyet” öyküsünde, Çavuş isimli karakterin küçük kaçamaklarını, kendine has zevklerini ve kışlada yalnız başına, dört duvar arasında kurduğu yaşamı okuyoruz. “Üvez Ağaçlarının Gecesi” adlı öykü ise bir İrlanda masalı olan “Ayak Suyu”ndan çıkış noktasını kazanıyor. Yarı masalsı, yarı mitolojik, batıl inançlara dayalı Margaret’in hikâyesinin içinde bir rüya görür gibi geziniyor okur. Zaten öyküde bir rüyanın gerçek oluşuyla bitiyor.

Claire Keegan güçlü bir yazar. Yazının okur üzerinde sarsıcı bir etkisi var. En önemlisi öykülerinde zor konuları mesafeli bir bakışla anlatabilmesi. Yüksek perdeden anlatmak yerine, oldukça durgun, sakin ve yalın bir dille kurgusunu örmeyi başarıyor. Yazar, bir detaylar ustası, kitaptaki her öykü bu detaylarla ince ince örülmüş. Keegan, kırsalda doğup büyümüş olduğundan anlattığı mekanlara, insanlara, kırsalın atmosferine, ruhuna çok hâkim. Hatta bir yerde, 17 yaşında “kırsalda ikinci sınıf insan muamelesi görmekten yorulduğu için” ayrıldığını okudum. Bunu hissetmiş bir genç bir kadınken, çıktığı yolculukta dönüştüğü başarılı yazar olarak yazınını kırsalın oluşturması etkileyici. Bu yorgunluğu sanata dönüştürebilmiş olması büyük bir başarı.

Visited 6 times, 1 visit(s) today
Close
Exit mobile version