Sırtında kocaman yumrusu, ayaklarına bakarak yokuştan aşağı yürüyor Avas. Şapkasını takmış, eldivenlerini giymiş, yüzü karaltı gibi. Onu her mevsim böyle görürüm sokakta. Çıplaklığıyla da gördüm. İnsanlar görmedi. İnsanlar mevsimlerin geçişlerini de görmedi. İnsanlar yalnızca Avas’ın örtülerini gördü.

Anahtarlarını çıkarıp apartmana girdi. Salonunun ışığı yandı. Perdeleri çekecek birazdan. Onu bildim bileli böyle yapar. Yabancısı olduğu kendi hayatına misafir etmez  kimseyi. Bunca zaman evine giren çıkanı hiç görmedim. Onun mutfağında bardaklar nasıl dizili, nevresimleri ne renk, banyosunda limon kokulu sabun var mı, giysi dolabının arkasında biriktirdiği hatıraları var mı, salonda çerçevelerin içinde mutlu aile resimleri var mı hep merak etmişimdir. Bir keresinde rüzgar perdesini öyle havalandırmıştı ki sehpasının üzerindeki çürük bir elmayla kahve fincanını görmüştüm. Kalbim yerinden çıkacak gibiydi. Uzun uzun baktım, bekledim. Avas geldi, perdeyi çekti, pencereyi kapattı. Geriye o salonun hayalini kurmak kaldı.

Her gün,  gün doğmadan evden çıkar, gün batımına yakın eve girer Avas. Nereye gittiğini, tüm gün ne yaptığını düşler dururum. Bir keresinde onu Tesir Ormanında  hayal etmiştim. Bu orman diğer ormanlar gibi değildi. İçinde barındırdığı ağaçlar şarkı söyler, kuşlar birbirilerine masal anlatır, böcekler köklerle konuşur, yapraklar yere düşünce sulara dönüşür, tohumlar bin parçaya bölünüp bire karışır. Avas’ı bu ormanda yalın ayak gezerken hayal ederim. Dokunduğu her yerin bir sese dönüştüğünü, o seslerin birleşip ruhuma doluştuğunu.”Tesir Ormanı yok, hiçbir zaman da olmadı,” dedi annem. Avas varmış gibi, Avas öylece karşımda duruyormuş gibi. “Birinin yokluğuna sizin var oluşunuz mu karar veriyor?” dedim, fısıltıyla. Annem beni hiç duymadı.

Hep aynı giysileriyle dışarı çıkan Avas,  yalnızca bayramlarda şapkasını değiştirir, kırmızı bir şapka takardı. Onun çocukluğuna gezintiye çıkardım. Babasının baş ucuna kırmızı bisiklet bırakışını, annesinin kırmızı bir kazak örüp yastığının altına saklayışını. Belki saçları ayaklarına değin uzanan bir ablası bile vardı. O da Avas’a elma şekeri verirdi. Abisi de olurdu bazen. O da kırmızı bilyeleriyle Avas’ı oyuna çağırırdı. Küçük bir kardeşi bile olurdu; kırmızı çoraplarından tekini Avas’ın odasında unutan.

Avas mı insanlardan kaçıyordu, insanlar mı Avas’tan, bilmiyorum. Ne iş yaptığını, akşamları ne yediğini, hiç bilmiyorum. Onu her gün Merkür’e gidip gelen, Merkür Savaşçısı Avas olarak hayal ediyorum. Orada kendine yeni bir hayat kuruyor. Evler yapıyor, toprağı kazıyor, onu bağrına basan Merkürlülerle her sabah şarkı söylüyor. Akşam olunca da dünyaya dönüp buraya veda etmeye hazırlanıyor. Bedeni dönüşüme uğramaya başlamıştır diyorum, belki de Merkür Savaşçıları aç ve susuz kalmadan günlerce gecelerce yaşayabiliyordur.

Perdeyi çekecek birazdan. Gölgesi gezinecek benim ormanlarımda. Birazdan ışıkları da kapatacak. Daha iyi göreceğim onu Tesir Ormanında. Sabah olacak, şapkası, eldivenleri ve göz altına kadar sardığı atkısıyla apartmandan çıkacak. Onu bu defa bir dağ evinde hayal edeceğim; yaralı hayvanları seslere dönüştürdüğünü, yalnızlığın kozalak kokulu olduğunu.

Perdeyi çekmedi. Işıkları kapatmadı. Gölgesi görünmedi. Saatler geçti, Avas geçmedi perdenin önünden. Biraz daha bekleyip anneme seslendim: “Anne, Avni abi de bir haller var bugün. Hiç bir kıpırtı yok. Nebahat teyzeyi arasana bir baksın.” Annem beni hiç duymadı. Sabaha kadar penceremin önünde onu bekledim. Işığının aydınlattığı salon, güne karıştı. Avas hiç çıkmadı evinden. Bekledim öylece. Anneme seslendim. Bekledim. Dağ evinde gezintiye çıktım. Bekledim. Avas’ın ellerini düşledim. Bekledim. Yokuştan inecek kambur bir dev düşledim. Bekledim. Günlerce, gecelerce, içimde beni bitirecek bir ben büyüyene kadar. Bekledim.

Orman Müdürlüğü Tesislerinin yakınlarındaki bir apartmanda Avni adlı bir genç adamın cesedi bulundu. Kimsesiz olduğu anlaşılan Avni’nin yıllar önce bir yangında ailesini kaybettiği anlaşıldı. Vücudundaki izlerin yangından kaldığı tespit edildi.  Komşuları yazın bile kalın giysilerle gezdiğini söyledi. Avni’nin karşı apartmanında yaşayan yaşlı bir kadının ihbarı üzerine cesede ulaşıldı. Apartman sakinleri her gün Avni’ye yemek götürdüklerini, sahip çıktıklarını, neden böyle olduğunu anlamadıklarını ifade ederken, ihbar eden yaşlı kadınsa tüm mahalleyi suçladı. Mahalleli bu kadının akıl sağlığının yerinde olmadığını söyledi. Daha erken haber verseydi Avni’nin bugün hayatta olabileceğini, tüm bunların yaşlı kadının suçu olduğunu da ifade ettiler. Avni’nin her gün sırt çantasıyla nereye gittiğini bilmediklerini, onun hiç konuşmadığını dile getiren mahalleli, cenaze töreni için hazırlıklara başladı. Avni’nin her gün nereye gittiği ise hala bilinmiyor.

Visited 11 times, 1 visit(s) today
Close
Exit mobile version